Bütün dünyayı 24 saat film oynatan devasa bir sinema salonu yapmak istiyorlar

Hayatta hakikat bir tek kere vücut bulur. Hakikatın tekrarı olmaz. Hakikatin fotografı, filmi, imajı sonradan insan tarafından yapılır. Kendi işine geldiği gibi...

Çağımız iletişim çağı deniyor ya, iki sıfatı daha var. Biri sanal-dijital iletişim diğeri de görsel iletişim. Aslında doğru sözcük kullanmak gerekirse çağımız iletişim çağı değil, iletim çağı. Çünkü isteyen herkesin birbiriyle özgür bir şekilde iletişime filan geçtiği yok. Google, Amazon, Facebook, ve Apple markalarının baş harflerinden oluşan GAFA adı verilen teknoloji holdinglerinin denetim ve yönetiminde bir kaç merkezden tüm yurttaşlara sözlü, yazılı ve görsel mesajlar iletiliyor. İletişim çokyanlı, çokboyutlu, çoktaraflı bir ilişkidir. İletim ise bir tek büyük odaktan yerküreye haber, bilgi, ses ve görüntü gönderilmesi dolayısıyla konsantre halde siyasi ve ideolojik bombardımandır.

Geçenlerde bir cep telefonunun reklam filminde gördüm: Bundan böyle üretilecek yeni model cep telefonlarının çoğunda bir de mini projektör olacakmış. Böylece insanlar, cep telefonlarına gelen görüntüleri, videoları, metinleri herhangi mat bir yüzeye, duvara yansıtabilecek. Yer gök, seyyar sinema salonu olacak böylece.

Ben eskiden beri görselliğe meraklıyımdır. İlk merakımı da Peygamber'e şükür, Hazreti Muhammed sayesinde edinmiştim. Çünkü kendisi, resim yapan sahabilerden birini fena bir şekilde azarlamış, bilahare kendi cemaatine resim yapmayı yasaklamıştı. Rivayet o ki, resim yapan sahabi büyük bir ihtimalle takdir edilmek üzere, Peygamber'e yaptığı resmi gösterince, Arabistan sıcağında büyük adamın yüzü buruşmuş. ''Sen yapmışsın bu adamın resmini ama hadi gel bir de can ver bakalım kolaysa'' demiş.  Çünkü resim, bir somutu görselleştirmek demek. Keza aynı şekilde resim yapmak, bir somutu çoğaltmak demek. E şimdi koskoca Peygamber dururken, ressamın tekinin bu kadar hüner ve yetenek sahibi olması Peygamber'in kişisel ve dini iktidarını sorgular hatta ona rakip çıkar. Yasağın bir nedeni bu olsa gerek.

Müslüman toplumlar çok uzun süre bu resim yasağı nedeniyle görsel kültür alanında çok fakir kaldı. Minyatürde  bile perspektif yoktu. Gerçeğe benzemesin diye. Halı ve kilimle yetindi Müslümanların görsel üretimi, etkisi, yansıması.

Müslümanlar, mesela Türklerin önemli bir kesimi, bu resim ve görsel üretim yasağı kalkınca, büyük bir açlıkla görüntüye saldırdı. Bir çok araştırmaya göre, ABD'den sonra dünyada en uzun süre televizyon izlenen ülke Türkiye.

İmaj felsefesinin kurucusu Marie José Mondzain'in doktora tezi, İznik Konsilinde Hristiyanların ikonalarının siyasi-ideolojik anlamları üzerineydi. (İmaj, İkon ve Ekonomi, Çağdaş Tahayyülün Bizans Kökenleri )  

 Gözetim sözcüğünün kökeninde göz sözcüğünün bulunması  tesadüf değil. Göz boyama diye bir söz vardır, değil mi? Bugünkü teknoloji harikası (!) Mobeselerden önce, iktidarların en önemli denetim-gözetim aracı/aygıtı gözlerdi. Muhbirlerin gözleri, polisin jandarmanın gözleri, kapıcının gözleri... Bir de Elsa'nın Gözleri vardır, o Aragon'un aşık olduğu kadına yaktığı bir şiiridir. Kötü bir amacı, niyeti yoktur.

Artık her şey görsel. Sözün, yazının değeri anlamı her geçen gün azaltılıyor. Oysa ki düşünce ancak yazıyla somut ifadesini bulabilir, ancak yazıyla ete kemiğe bürünebilir. Düşüncenin kutsal ve işlevsel mecrası yazıdır, görsellik değil.

Olmakla Görünmek kıyasıya bir rekabete girmiş durumda. Çünkü olmayanlar/olamayanlar olmadıkları gibi görünmenin derdine düştü. Ben öyle Olmasam bile öyle Görüneyim deyip işi kotarmaya çalışıyor imaj mühendisleri, görüntü çırakları.

Mesela Deep Fake (Derin Sahte) denilen videolarla, istediğiniz kişiye istediğiniz konuşmayı yaptırabiliyorsunuz. İstediğiniz görüntüyü, istediğiniz sesi yapay olarak, algoritmalarla, yapay zeka ile yaratabiliyorsunuz.

Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, İnsan Hakları konusunda çok önemli bir reform paketi açıkladı. Televizyonda izlerken ben ''Aaa bu Deep Fake  galiba'' dedim. Değilmiş. Yani Deep de değilmiş, Fake de değilmiş. Neyse...

Görsellik her türlü manipülasyona açık bir alan. Kamera ile ekranda, 100 kişilik bir gösteriyi, 10 bin kişilik gibi göstermek mümkün. Üstelik görselliği izlemek için, kitap ya da gazete okumak gibi özel bir çabaya, okuma yazma bilmeye gerek yok. Bakıyorsunuz görüyorsunuz. Her ne kadar Bakmakla Görmek aynı şey olmasa da.

Bir İtalyan atasözü ''Sağırın kulağı gözdür'' der.  Leonardo da Vinci de demiş ki: ''Görmeyi öğrenin. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz''. Al Pacino da ilginç bir kelam etmiş: ''Gözü aldatmak kolaydır, yüreği aldatmak zordur''.

Türkiye'de iktidarın TV kanallarını izlerseniz kendinizi İsveç'te filan sanabilirsiniz. Ama sokağa çıkarsanız bu memleketin İsveç'le neredeyse hiç bir ortak hatta benzer yanı olmadığını görür, anlar ve duyarsınız.  Televizyon gözün cikletidir, boş bir söz değil.

Görsellik tahrifatıyla cehennemi bile cennet gibi gösterebilirsiniz. Görsel kültürü zengin olmayan toplumlar küçük ekranın büyüsüne çabucak kapılabilir. Medya okur yazarlığı olmayanlar, televizyonun kültürel ve ideolojik işlevlerinden bihaber olanlar için de TV müthiş bir bilgi ve eğlence mecrasıdır. Aslında iktidarın bir ideolojik aygıtı olmasına rağmen.

Görsellik ya da popüler ifadesiyle, sinema, Türkçe'de de başka dillerde de gerçek olmayanın, sahte olanın, sonradan yapay olarak yaratılanın eşanlamlısı olarak kullanılır. ''Bana artistlik yapma'', denir ya da Fransızlar ''Ne fais pas ton cinéma'' (Bana film çevirme) der.

Türkiye'deki iktidarın 2002'den bu yana genel olarak görselliğe özel olarak televizyona milyarlarca lira yatırım yapması da bozuk düzeni güzel memleket olarak gösterme sevdasıyla açıklanır. Kuşkusuz sorun Türkiye ile sınırlı değil, Türkiye'ye de has değil.

Neo-liberal düzen, bütün memleketi hatta bütün dünyayı devasa bir sinema salonu haline getirip, burada 24 saat boyunca kendi yapımı filmleri, belgeselleri göstermek istiyor. Uzun uzun reklam kuşakları  koyuyorlar aralara. Seyircilerin çoğu aslında memnun gibi. Çünkü beyaz perde kocaman, çok renkli, çok çeşitli konular çıkıyor sahneye...Bütün seyircilere pembe gözlükler de verilmiş.Patlamış mısır, eskimo servisi de var. Mutlu mesut bahtiyar film seyrediyor herkes.

İyi güzel de, insanlar 24 saat boyunca film seyretmekten bıkmayacaklar mı? Öööff sıkıldım, bunaldım, burası çok havasız, çıkayım dışarıda bir hava alayım demeyecek mi?

Bir gün herkes gerçekle şu ya da bu şekilde karşılaşacak. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi