Celal Başlangıç
Gezi’nin Hayır’ı, AKP devletinin Evet’ini yendi
Ne pahasına olursa olsun kazanacaktı Epiruslu Pirus. Zafer için her şeyini feda etmeye hazırdı.
Fillerle desteklediği ordusunu sürmüştü Roma’nın üzerine Kral Pirus.
Sonunda savaşı kazanmıştı ama koskoca ordusunu kaybetmişti.
Sağ kalmış birkaç perişan destekçisinin yanında "Tanrım, bir daha böyle bir zafer gösterme" diye mırıldandığı rivayet edilir.
Tarih M.Ö. 280’dir.
Neredeyse üç bin yıl sonra aynen Epiruslu Pirus gibi çıktı sefere.
Önce cesaret edemedi "başkanlık savaşı"na girmeye. Anketler yüzde 30’un altında destek gösteriyordu.
Ancak ne kadar "kontrollü" olduğu tartışmalı bir darbe "Allah’ın lütfü" oldu onun için. Kendisine destek yüzde 70’leri gösteriyordu. "Cumhurbaşkanlığı sistemi" görünümlü "başkanlık savaşı"na çıkabilirdi artık.
"Yapma" diyen çok oldu, "Kazansan bile Pirus Zaferi olur" dediler ama, dinlemedi.
Kazanmak için sadece kendisini değil, aynen Pirus’un filleri gibi, kontrolüne aldığı devleti, partisini, hatta "yavru muhalefet" olan milliyetçi partiyi, onun türevi olan "Alperenler"i, Hizbullah’tan siyasete uzanan dinci partiyi ortaya sürdü.
Halka bir sandık, bir de Evet ya da Hayır seçenekleri dayatıldı Reis’in başkanlığı için…
"Benim başkanlığıma Evet mi yoksa Hayır mı diyorsunuz" sorusuydu ortaya konan.
Ancak "Hayır" diyenler en başından şeytanlaştırılmıştı; "terörist", "vatan haini", "darbeci" diye…
Cumhurbaşkanlığının, Başbakanlığın uçakları, helikopterleri "Evet"e çalışıyordu.
Kamunun bütün araçları, bütün olanakları, bütün gücü "Evet"in arkasındaydı.
Devlet "Evet" için bütün güçlerini seferber etmişti.
Mülkiyeti ele geçirilmiş, biat ettirilmiş bütün gazeteler, televizyon kanalları birkaçı dışında "Evet"in emrindeydi.
Bir yandan Cumhurbaşkanı, diğer yandan Başbakan onlar olmazsa bakanlar günde üç beş kez konuşuyorlar, neden "Evet" denilmesi gerektiğini anlatıyorlardı.
Dünya yıkılsa, onlarca televizyon anında canlı yayına giriyorlar, AKP sözcülerinin "Evet verin, Evet deyin" konuşmalarını saatlerce yayınlıyorlardı.
Havuz medyasıyla, biat etmiş merkez medyasıyla ertesi gün gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanıyordu bu konuşmalar. Gazetelerin birinci sayfaları "Evet"in, AKP’nin seçim bildirgelerine dönmüştü.
Ülkede Olağanüstü Hal vardı ama "Evet" diyecekler için her şey serbestti; mitingler, basın açıklamaları, salon toplantıları, stant etkinlikleri, bildiri dağıtma, afiş yapıştırma, kentlerin bütün sokaklarını ve meydanlarını "Evet" pankartlarıyla donatma…
AKP devleti maddi ve manevi bütün varlığını "Evet"in arkasına koymuştu.
İmamlarıyla, emniyetiyle, yargısıyla, milli eğitimiyle, rektörleriyle, kamu kuruluşlarıyla, kazandıkları ve halkın elinden alıp kayyım atadıkları yerel yönetimleriyle, rektörleriyle devlet sadece "Evet"e çalışıyordu.
Devletin "resmi görüşü" olmuştu "Evet".
Böyle olunca da tek bir zeka pırıltısı, tek bir akıl kıvılcımı, tek bir yaratıcı slogan, içten söylenmiş bir propaganda şarkısı üretememişti "Evet"çiler.
Televizyonlarda reklam arası yayınlanan "kamu spotu"na dönüşmüştü "Evet" kampanyası.
Buna karşılık yasaklarla, baskıyla, gözaltıyla, tutuklamalarla, saldırılarla kuşatılmıştı "Hayır" kampanyası.
Cezaevleri gazetecilerle, yargıçlarla, savcılarla, polislerle, askerlerle, iş insanlarıyla zaten doluydu.
"Hayır"ın en etkili figürü olabilecek HDP’nin eş başkanları, grup başkan vekilleri, sözcüleri, milletvekilleri tutukluydu.
HDP-DBP çizgisinde 86 belediye eşbaşkanı, binlerce parti yönetici ve üyesi gözaltına alınmış, tutuklanmıştı.
"Hayır" kampanyası yapanlara mitingler, toplantılar yasaklanıyordu Olağanüstü Hal bahane edilerek.
Bildiri, broşür dağıtanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. "Hayır" çadırlarının elektrikleri kesiliyor, "Hayır"a çalışanlar saldırıya uğruyordu.
"Hayır" afişleri, pankartları gece yarıları indiriliyordu "görünmez" eller tarafından.
"Hayır"cı sandık gözlemcilerinin listesi bir anda "gözaltı lisetisi"ne dönüşüyordu Kürt kentlerinde.
Yaygın televizyonlar, gazeteler "Hayır" kampanyasını görmezden geliyor, yok sayıyor, hatta aksine "Hayır" aleyhine haberler yapıyor, yazılar yazıyordu.
Hiç adil değildi "Evet"le "Hayır"ın yarışı.
Ancak buna rağmen anketlerde bir türlü öne geçemiyordu AKP devletinden tam destek gören "Evet".
Cıvıl cıvıl bir "Hayır" kampanyası vardı sahada. "Evet" pankartlarıyla donatılmış kentlerin sokaklarında herkes kendi gücü yettiğince "Hayır"a çalışıyordu.
"Hayır" için yapılmış şen şakrak şarkılar sarmıştı sosyal medyayı.
"Hayır" diyen CHP de parti amblemlerini silmiş, bir sivil toplum örgütü görüntüsüyle çalışıyordu "Hayır"a.
Başkanları, yerel yöneticileri, milletvekilleri, parti kadroları cezaevinde olmasına rağmen HDP, kent kent miting düzenliyor, partili kadınlar "Hayır" için bütün varlıklarını ortaya koyuyor; gençler saldırı, gözaltı, tutuklama tehdidi altında olsalar da canla başla çalışıyorlardı.
Esas yarışan bir yandan da "Evet"teki devletin kasasıyla, örtülü ödeneğiyle: "Evet"teki gençlerin cep harçlıkları, orta ve dar gelirli insanların geçim parasıydı.
Ama yine de "Hayır" "Evet"in önünde görünüyordu çoğunlukla yapılan anketlerde.
Bir türlü baskın bir eğilim olarak ortaya çıkamıyordu "Evet".
En azından devletin tüm gücünü arkasına almış "Evet"e karşı kafa kafaya bir mücadele veriyordu "Hayır" sivil toplum örgütleriyle, platformlarıyla.
Çünkü "Evet"te "kamu spotu" gibi devletin gücü, "Hayır"da Gezi ruhu ve 7 Haziran seçimlerinin azmi vardı.
Bu eşitsiz koşulularda sonuç ne olursa olsun kazanan sivil toplumun "Hayır"ı olacak. Yenilen de AKP devletinin "Evet"i.
Eğer yüzde hesabıyla "Evet" biraz önde olsa da bu Erdoğan için "Pirus Zaferi" olacak.
Elinde "tek adam" olarak yöneteceği ortadan ikiye bölünmüş bir toplum, birbirine karşı hınç biriktirmiş insanlardan oluşan bir toplum kalacak..
Bu nedenle şimdiden söylemek mümkün; sonuç ne olursa olsun bu referandumun kaybedeni daha bugünden Erdoğan oldu.
Bütün bu kötülüklerden geriye kendi yurttaşlarıyla eşitsiz koşullarda, her türlü kural hatasını yaparak bir yarışa giren devleti yönetmenin adaletsizliği, onursuzluğu, vicdansızlığı kalacak.