Ahmet Nesin
İngiltere maceram Aziz Nesin'le başladı!..
12 Mart 1971 darbesi idam edilenler, öldürülenler ve uzun süreliğine hapsedilenlerden sonra sanırım en çok beni yaraladı. 14 yaşıma girmeme 3 ay kala bütün ailemden uzağa ve İngilizceyi "This is a pencil" ayarında bilerek lise yaşamıma başlayacaktım.
İnsanları kandıran bir eğitim sisteminden bahsetmek istiyorum size. Ben hem ilkokulu hem de ortaokulu özel okullarda okudum. Yani İngilizce dersim daha ilkokuldan başladı. Bunun şöyle bir farkı vardı, devlet okullarında haftada 2-3 saat olan İngilizce dersi benim okulumda 9 saatti. Böyle olunca önce anne ve babalar çok seviniyor, çünkü ben mezun olduğumda onlardan çok daha iyi İngilizce konuşuyor olacağım. Oysa hiç de öyle değil, çünkü müfredat aynı ve aynı kitabı okuyoruz.
Bu ne demektir biliyor musunuz, devlet liselerine giden öğrencilerin haftada 2-3 saatle öğrendiği İngilizceyi biz haftada 9 saatle ancak öğreniyoruz. Daha çabuk öğrenelim diye yaptıkları yöntem esasında bizim algılamakta zorlandığımız, bizi bir anlamda daha geri zekâlı yapan bir sistem. Bunu sanırım ileriki yıllarda okul sahipleri de fark etmiş olacak ki, bizden çok sonraki dönemlerde çocuklarımız çok değişik kitaplarla okudular ve yabancı öğretmenlerden eğitim aldılar.
İşte ben bu dahiyane sistemde okuduktan sonra İngiltere'ye gittim ve şansıma pazartesi sabahı ilk dersim de İngilizce, yani İngiliz edebiyatı.
Havaalanına geldik, birileriyle tanıştık, Akile Gürsoy'la beraber uçacaktım, kendisi de benimle aynı şehirde, Durham Üniversitesi'nde antropoloji okuyordu. Akile'yle tanışarak 2 yeni şey öğrendim, birincisi o yaşıma kadar antropolojinin ne olduğunu bilmiyordum ve öğrendim. İkincisi de 2 farklı siyasi kutuptan gelen insanların medeni ölçüler çerçevesinde gayet iyi arkadaş olabileceklerini. Bunu daha önce de kısaca yazmıştım, bir yanda 3 kız, Emine, Akile ve Bilge, diğer yanda Ateş, Ali ve Ahmet. Hiçbirimizin o yaşlarda siyasi faaliyeti yok ama siyasi nedenlerden dolayı hepimiz ailelerimizden uzak yurt dışında okuduk.
Akile eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın torunuydu ve dünyanın en sevecen insanlarından birisiydi. Ablalığı onun gibi arkadaşçasına yapan birisini bu yaşıma dek daha tanımadım. Kimi haftasonlarını arkadaşlarıyla gezmek yerine benimle geçirirdi. Neyse, havaalanında indik, o 2-3 gün Londra'da halasında kalacaktı ama benim de trenimin kalkmasına 5-6 saat vardı. Beraber halasına gittik yada onlar bizi aldılar havaalanından. Müstakil bir eve geldik, çaylar, kekler derken benim gitme saatim yaklaşıyor ama gerçekten gitmek istemiyorum, korkuyorum. Yapacak bişey yok, taksi çağırdılar, beni gara bırakacak, şoföre bütün bilgiler verildi, ağladığım belli olmasın diye hemen arabaya kuruldum.
Kuruldum da bikaç saniye sonra kapım açıldı ve şoför bana dönüp "Arabayı ben kullanacağım" imasında bulundu. Dakika bir, gol bir, herkese rezil olmuştum, ters trafiği daha çözemediğimden şoförün yerine oturmuşum ama gerginlikten önümdeki direksiyonun farkında değilim. Hep beraber kahkahayı bastık ama o kadar zoraki gülüyorum ki anlatamam.
Trene bindim, heyecanlıyım ve her durakta "Geldik mi, inmeli miyim" diye kendi kendimi yiyorum. Akile bana yolculuğun ne kadar süreceğini söyledi ama ben 20 dakika kala kapının önüne geldim. 20 dakika ayakta dinelmek istasyonu atlamaktan iyidir ve hâlâ aynı sistemi uygularım. Bu alışkanlığımı tek uçakta kullanamıyorum, ne gıcık değil mi?
Benden 3-4 yaş büyük, esmer birisi daha geldi kapıya doğru. Heyecanım ve gerginliğim herhalde çok belli ve yardım ister bir ifadedeyim, bana yaklaştı ve nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince hızlı ve heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı ve tümcede tek anladığım Aziz Nesin oldu. Uzatmayayım bişey daha öğrendim ki, İran'da Aziz Nesin'i neredeyse tanımayan yok gibi ve taparcasına seviliyor.
Mehdi'yle trenden indik, Durham ufacık bir yer ve yürüye yürüye okula yollandık. Okul İngiltere'nin en eski okullarından birisi, sırf erkek ve okulda sadece 6 İranlı, 1 Çinli ve ben varım yabancı olarak. Mehdi daha sonra en yakın arkadaşlarımdan birisi oldu ve yazın Türkiye'ye yanıma geldi.
Okul 2-3 gün sonra başlayacak, pazar sabahı Akile bir erkek arkadaşıyla geldi, beni maça götürecekler. Maça gittiğimde anladım ki Akile maça benim için gidiyor, çünkü futboldan bu kadar bihaber insan az tanıdım. Bilet almadan önce, aldıktan sonra, maç seyrederken, devre arası, abartmıyorum neredeyse Akile'yle benim dışımda herkesin ağzında bir "Fuck" yada "Fuck off" lafı var. Akile'ye sordum ama sadece kızararak "Yakında öğrenirsin" dedi. Maç benim için önemliydi, çünkü efsane golcü George Best'in son maçını seyrettim.
Pazartesi oldu ve ilk derse girdim, beni tanıştırdılar. Güler yüzlü öğretmen bana döndü ve bikaç günde neler öğrendiğimi sordu. Bu sorulanları tam olarak anladığımı sanmayın, tahmin üzerine yanıtlıyorum insanları. Ben de öğretmene döndüm ve öğrenmenin gururuyla ona "Fuck off" deyiverdim. Anlayacağınız İngiltere maceram arka arkaya rezil olmakla başladı. Öğlen ziyaretime gelen Akile'ye anlattım ama gülmekten fazla bişey konuşamadık.