Celal Başlangıç
KHK’lar Reza’nın, hırsızların, rüşvetçilerin işine yarıyor
Herkes nefesini tutmuş, ABD’deki duruşmada Reza Zarrab’ın ne söyleyeceğini merak ediyordu.
Bir dizi duruşmada çok şey söyledi Reza. Hatta daha da söyleyecekleri var.
Ama daha ilk ifadesinde öyle bir şey söyledi ki, öbür ucu Türkiye’de 1,5 yıldır süren Olağanüstü Hal rejiminin, çıkartılan Kanun Hükmündeki Kararnamelerin bir başka sırrını da ele verdi.
Zarrab, "Florida’da tutuklandıktan sonra tutsak takası olasılığını araştırmak için avukat tuttum."
Reza’nın tuttuğu ABD’li etkin avukatların Türkiye’ye gelip AKP Genel Başkanı Erdoğan’la görüştükleri sır değil.
Ancak Reza’nın bu ifadesi gündeme gelince Olağanüstü Hal’in sadece kış lastiği uygulaması için kullanılmadığı da ortaya çıktı.
AKP iktidarının Reza’yı Türkiye’ye getirtmek için Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla sayısız girişimlerde bulunduğu biliniyordu.
Ancak Reza duruşmada "takas" meselesini gündeme getirince, 25 Ağustos 2017 yılında yayınlanan 694 sayılı KHK’da yer alan bir maddenin esbabı mucibesi daha iyi anlaşıldı.
Çünkü o kararname Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tutuklu takas yetkisi veriyordu.
Aynen şöyle deniyordu kararnamenin ilgili bölümünde:
"…(tutuklu ve hükümlü bulunanlar) milli güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde cumhurbaşkanının onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilir veya başka bir ülkede tutuklu bulunanlar ile takas edilebilir…"
Ancak, Reza için tasarlanan bu hamle tutmadı ve jürili duruşma başladı.
Ancak süreç içersinde görüyoruz ki Reza davası ve yansımaları için başka önlemler de alınmış kararnamelerle.
Parlamentoda dün bir talebini dile getiriyordu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
"Türkiye ile İran arasındaki ticari ilişkiye hiç itirazımız yok. Rıza Zarraf denen sahtakar geldi rüşveti başlattı. Zarraf’a en büyük itirazı ben yaptım. Ne dediysem koşa koşa gitti dava açtı. Hakkımda en çok dava açan kişilerden birisi de Rıza Zarraf’tır. Rıza Zarraf denen şarlatan rüşvetçi dönemin üç bakanını ve bir bankanın genel müdürünü parayla satın almıştı. Amerika’da görülen davadan rahatsızım. Türkiye’de işlenen bir olayın kirliliği Amerika’da temizlenmemeli, bizler temizlemeliyiz. Binali Beye çağrımdır, gel kardeşim bu dosyayı yeniden açalım."
Kılıçdaroğlu’nun bu talebi yerine gelebilir mi, Reza dosyası; rüşvetiyle, hırsızlığıyla, hayali ihracatıyla, haksız yere alınan milyonlarca liralık vergi iadesiyle tekrar açılabilir mi?
Bu biraz zor görünüyor.
Aslında sorulması gereken çok soru var Reza davasının Türkiye’ye ilişkin yansımalarından.
Bunlardan biri de altın hırsızlığı.
Reza’nın Türkiye’ye getirttiği bir uçaktan belgeleri sahte 1,5 ton altın çıktı.
Araya dönemin bakanı Çağlayan girdi ve 1500 kilo altınla Türkiye’ye inen uçak 1208 kilo altınla Türkiye’den ayrıldı.
Kılıçdaroğlu dünkü konuşmasında işte bu "kayıp" 292 kilo altını soruyordu:
"80 milyonun önünde soruyorum. 292 kilo altını kim çaldı, kim götürdü? Bunu bulmak bizim namus borcumuz. Böyle şey olur mu?"
Bir başka yanıtsız soru daha var elbette.
Reza, ABD’deki duruşmada İran’a hayali gıda ihracatı yaptıklarını, bu yolla İran’ın Halk Bankası’ndaki parasını çektiklerini itiraf etti.
Bunun adı hayali ihracattır. Piri de bir zamanlar bu ülkede Cumhurbaşkanlığı yapmış Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’dir.
Mobilya diye sunta ihraç edip haksız vergi iadesi almıştı Yahya Demirel.
Dönemin araştırmacı gazetecileri Uğur Mumcu ile Altan Öymen bu yolsuzluğu ortaya çıkartınca Türkiye’de yer yerinden oynamıştı.
Bugün Reza’nın hayali ihracat miktarına bakınca Yahya Demirel’inki devede kulak kalıyor.
Yahya, hiç değilse mobilya diye sunta göndermişti.
Reza onu da yapmıyor; beş tonluk gemiyle 25 ton "Dubai buğdayı" ihraç edilmiş gösteriyor kağıt üzerinde.
Hem beş tonluk gemiye 25 ton buğday sığdırıyor, hem de topraklarında tek bir buğday tanesi bile yetişmeyen Dubai’yi ürünün kaynağı olarak gösteriyor, dağıttığı rüşvetlerle herkes bunu görmezden geliyor.
Bunun sonucu nedir biliyor musunuz; haksız vergi iadesi.
Yeniçağ Yazarı, gazeteci Orhan Uğuroğlu geçenlerde bu haksız vergi iadesinin hesabını yapmıştı.
Sadece 2012 yılında Türkiye İran’dan toplam 11 milyar dolar doğal gaz ve petrol ithal etmiş.
İran’ın Halk Bankası’ndaki hesabına yatan bu paranın ancak mal olarak İran’a gönderilmesine izin veriyor ambargo kuralları.
Bu ihracatın bir kısmı altın, bir kısmı da kağıt üzerinde gıda ürünü olarak yapılıyor. 11 milyar dolarlık ihracatın yüzde 18’i olan 1 milyar 980 milyon dolar Reza’nın şirketlerine KDV iadesi olarak ödeniyor.
Şimdi hayali ihracattan elde edilen bu haksız vergi iadesinin tutarı olan 1 milyar 980 milyon doların kimin cebine gittiğini sormak gerekiyor.
Bu dolandırıcılıkta sorulması gereken başka bir soru da var.
2012 yılında Türkiye’nin ithal ettiği 11 milyar dolarlık doğal gaz ve petrol parasının sadece 8 milyar 500 milyon doları ödenmiş İran’a.
Yani İran’ın 2012 yılından alacağı olan 2 milyar 500 milyon dolar da Türkiye’de kalmış.
Bu parayı şöyle sormuş Uğuroğlu:
"KDV iadesinden 1 milyar 980 milyon dolar, İran’a gönderilmeyen 2 milyar 500 milyon dolar olmak üzere toplamda 4 milyar 480 milyon doları kimler paylaştı?"
Şimdi bu ortaya çıkanların çerçevesinde Zarraf’tan rüşvet alan bakanlar, banka genel müdürü, yapılan hayali ihracata göz yumanlar, Reza’nın şirketlerine haksız vergi iadesi ödeyenler, paraları iç edenler, altınları çalanlar Türkiye’de yeniden yargılama konusu olabilecek mi?
O da çok zor görünüyor. Neden mi, anlatalım.
Reza, ABD yargısının karşısına ilk Kasım 2016’da çıktı.
Daha önce jürüli olarak başlaması planlanan davanın ilk duruşma tarihi 23 Ocak 2017 olarak belirlenmişti.
İşte belirlenen bu tarihten yaklaşık 20 gün önce, 2 Ocak 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kuru tarafından onaylanan 680 No’lu KHK’da çok ilginç bir yasa değişikliği yapıldı.
Ceza Muhakemesi Yasası’nın "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz" hükmü KHK ile şöyle değiştirilmiş:
"Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta Sulh Ceza Hakimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz." (Sinan Tartanoğlu, Cumhuriyet, 10 Aralık 2017)
Bu ülkede Olağanüstü Hal Kararnameleri çok can yaktı.
100 binden fazla kamu emekçisini, savcıyı, yargıcı, polisi, akademisyeni, öğretmeni işinden aşından etti. Yüz binlerce insanın ağır mağduriyetine sebep oldu.
Bu kararnamelerle gazeteler, televizyonlar, radyolar, haber ajansları, vakıflar, okullar, dershaneler, üniversiteler, dernekler kapatıldı.
KHK’lar AKP iktidarının muhaliflerini tasfiye etmek için bir silah gibi toplumun üzerine çevriliyor.
Ama görünen o ki, bu KHK’lar aynı zamanda Reza gibilerin, hırsızların, rüşvetçilerin, hayali ihracatçıların da kurtarıcısı olarak kullanılıyor.