Nahid Sırrı Örik’le yeniden ‘Kıskanmak’

Kötülüğün maskesiyle karşılaştığınızda sıradan bir yüzdeki gizli işaretleri fark edemeyebilirsiniz ama içinde bir kadın yaşatan Örik’i dinlerseniz vahameti kavrayabilirsiniz.

Romanın yeni ciltli yüzüne bakarken eski bir dostla yıllar sonra kavuşmuşum gibi sevindim. Kumaş kapağın üzerindeki yaldızlara dokunduktan sonra usulca masaya bıraktım. Aralık kalmış pencereden odaya dolan serin bir bahar rüzgârıyla ürperince "şimdiki" hayatı unutmak istedim. Zamanı donduran romanları, gündelik hayatın puslu havasını, çözümsüz sorunlarını geçici bir süre unutturabildiği için seviyorum. Ve elbette her yeni okumada alevlenen keşif dürtüsünü harekete geçirdiği için. Umberto Eco, "Babil kütüphanesinin gerçek kahramanının kitaplar değil okuyucunun ta kendisi olduğunu söyler. Okur hareket halinde, maceraperest ve her daim yaratıcıdır.

‘Kıskanmak’ romanının ilk defa ne zaman okuduğumu tam hatırlamıyorum, ikincisine not düşmüşüm. "97, Eylül - Mavi Yolculuk" yazıyor eski baskıdaki kapağın içinde. 2009’da tekrar okumuş, bu defa yazı için sayfa kenarlarına kısa notlar ve işaretler bırakmışım.

Son baskısında hatırlatılmış; "1946’da kitap halinde ilk basıldığında, basında çıkan bazı değerlendirmelerde hem beğenilmiş hem de karakterleri aykırı bulunarak yadırganmıştı. Aradan geçen zaman, karakterinin işlenişinin özgün ve büyük bir yeteneğe işaret ettiğini ispatladı."

Bu kitapta olmayan çarpıcı bir cümlesi de alınmış kapağa: "Çünki insan kalbinde çok gizli, çok kirli, çok korkunç köşeler bulunur." Henüz eserleriyle tanışmamış olanlar için isabetli bir seçim olduğunu düşündüm. "Fazla normal insanlarla meşgul olmaktan hoşlanmayan" Örik, insanın kaotik duygu dünyasını bastırılmış aykırı derinlikleriyle tasvir ederek huzursuz eden yazarlardan biri. Beni daha ziyade bu tavrıyla cezbediyor. Çocukluğundan itibaren annesi başta, kimse tarafından sevilmediğini hisseden bir çocuğun, kadının acılaşıp kararan sesini, kendisini zehirleyen zaaflarını dönemini aşan bir keskinlikle yazabilmek farklı türden bir cesarete ihtiyaç duyuyor. Bu kısmını ayrıca önemsiyorum.

Şeytani bir portre

İki kardeşin İstanbul’da bir konakta başlayan hayatlarını aralarındaki kıskançlık üzerine inşa ettiği söylenen romanın meselesi daha geniş bir alanı kapsıyor. Esas itibarıyla kontrolsüz kıskançlığın nüfuz ettiği ruhların kötülüğe yatkınlığını eylemleriyle, bedenleriyle, bastırılmış arzularıyla resmediyor. Karakterlerin marazi halleri her okurda farklı hisler uyandıracaktır.

Türkçe edebiyatın benzersiz romanını yenilenmiş baskısıyla tekrar okuduktan sonra hatırlatmak istedim;

Kurşun kalem izleri zamanla silinen eprimiş mektuplar gibi ilk bakışta kolayca hissedilemeyen müphem kadınlar vardır. Yorgun yüzleri bulanık bir havada şehrin sisler arkasına gizlenen soluk siluetini andırır. O hayalet yüzlerde, hayata tahakküm edebilen kadınların gergin jestleri kadar berrak işaretler göremezsiniz. Şehvet kokan çekiciliğe, erkeklere her fırsatta naz yapabilecek kadar kendinden emin kaprisli bir güzelliğe, hemen fark edilen ışıltılı bir cazibeye sahip olmadıkları için kovuklarında gizlenenlerin mahrem duygularını merak ederim. Ve itiraf etmeliyim ki o hırçın hislerin dikenini önce kendine sonra başkalarına batıran isyanından fena halde korkarım.

Meşhur bir klişe vardır; güzel kadının doğal bir üstünlüğe sahip olduğu söylenir. Ben buna benzer tespitleri müstehzi bir tebessümle dinlerim zira mesele göründüğü kadar basit değil. Tam tersine çocukluğundan beri ailesinin, yakın çevresinin, erkeklerin ilgisini çekemediği için sevilme duygusunu pek bilmeyen, kendini hırpalayan bir kadının yaşadığı deprem sanıldığından daha ürkütücü olabilir. O gizlenmiş zorunda kalınan sarsıntının bir kadına neler yaptırabileceğini asla kestiremezsiniz. Hayattan beklentileri, ihtiraslarını dizginleme ve arzularını dile getirme biçimi o "şiddeti" yaşamamış birinin algısına epey yabancıdır çünkü. Eğer itinayla bakarsanız bazen hiçbir zaferin onu mutlu edemediğini de görürsünüz. Anne olmak, herkesin etkilendiği bir erkeğe sahip olma çabasının kırık hazzı, evlenmek, mesleki başarılar, hınçla etrafa saldırarak kendini sürekli göz önünde tutma çabası, basit intikam oyunları o kadına yetmez. Onun büyük boşluğunu doldurabilecek duygusal tatmine ulaşması çok zordur.

Biraz şeytani bir portre çizdiğimin farkındayım. Bunu bilerek yapıyorum ve iki sebebi var aslında. Size biraz abartılı gelen bu türden bir karaktere yakın duran kadınlar tanıdım ve biraz sonra bahsedeceğim Seniha, bu kadar dışa dönük, enerjik ve düz olmasa da ‘kötülüğün’ sızdığı o derin yarığın acısını hissedebilen, kendi yalnızlığının üstüne kapanmış ürpertici bir karakter.

Kıymeti epey geç teslim edilen Nahid Sırrı Örik’in ‘Kıskanmak’ romanının esas kadını Seniha, söylendiği gibi belki de Türk edebiyatının en olumsuz, kötücül karakterlerinden birisi ama sadece o kadar değil. Simsiyah kaderine, kendine has gizli bir mizahla ve çirkinliğin sıkıntısıyla beslenen keskin bir zekâyla meydan okuyabilen güçlü bir kadının unutulmaz bir portresi aynı zamanda. Roman boyunca Seniha’nın, çocukluğundan beri kendisine tercih edilen ‘güzel’ ağabeyi Halit’e olan sonsuz kıskançlığını ve onu yok etmek için çok güzel olan görümcesi Mükerrem’i kurban etmesinin derinlikli hikâyesini okuyoruz. Hadiseler geliştikçe gerilimi yaratan merak unsurları hiç azalmıyor. Ve yazar bunu vaktiyle ‘konak Türkçesi’ kullanıyor diye alay ettikleri şıkırtılı, zarif ama buna rağmen sade olabilen şık Türkçesiyle yapıyor.

Sevilmeyen yazar olmak

Nahid Sırrı Örik’in hayatını, romanlarını, hikâyelerini, saray hayatını anlattığı eğlenceli makalelerini okurken hep aynı özelliğine takılıyorum ve bu yüzden onu daha çok seviyorum. O bazı pek bilmiş yazarların tersine mutlak gerçeklerin soğuk bilgiçliğiyle değil sezgileriyle hikâyeler yaratmış bir yazar. Muhtemelen çocukluğunda tanık olduğu boşanma, aidiyetsizlik hissi ve küçük yaşta ablasının ölümünün neden olduğu travma da onu tahsil hayatının sıkıcı düzeninden uzaklaştırmış. Babasıyla uzun seyahatlere çıkmış.

Berlin’de dost olduğu son halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Faruk ile kadın kılığında operaya gittikten sonra Alman gazetecilerin cinsel tercihleri hakkındaki imalı haberlerine maruz kalıp Türkiye’ye çağrılmış. Belli ki yıllarca kitaplarını basmayı reddeden yayınevlerinin, edebiyat eleştirmenlerinin onu küçümseme sebebi sadece onun kadınsı davranışları değildi. Abdülhamiti en güzel anlatan yazar olması, Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki diğer yazarların tersine saltanata yakın duruşu, saraya mensup köklü bir aileden gelişi, yazdıklarında İttihat ve Terakki’yle hafiften dalga geçmesi, kaybolan Osmanlı kültürüne şefkatle sahip çıkması onu yaşadığı sürece gün ışığına çıkamayan, "sevilmeyen" yazar olmaya mahkûm etmiş. Edebiyatının yıllar sonra hak ettiği gibi takdir edildiğini görebilmesini isterdim doğrusu.

Eğer çirkin olmasaydı

Romandan uyarlanan filmde, Mükerrem, abla yerine koyduğu çirkin Seniha’ya bağırıyordu: "Seneler var sizi tanıyorum. Ne bir Allahın kuluna ne de bir mahlûka en ufak bir zararınızı görmedim. Kimselerden buna dair bir şey işitmedim. Hal böyleyken gözlerinizden fışkıran bu kinin, acımasızlığın sebebi nedir? Söyleyin Allah aşkına ben size ne yaptım abla? " Filmdeki Seniha’yı canlandıran oyuncu, yaptığı işten usulca başını kaldırıp kinle kararmış koyu yüzünü ona doğru çevirdi. Kaderine hükmedebildiği Mükerrem’e zaaflarını gizleyebilen bir kadının kibriyle "Sen bana ne yapabilirsin ki" dedi.

O sorunun manasını biliyorum. Bazen beğenilmemekle, sevilmemekle cezalandıran silik, cazibesiz bir kadının sinsi zekâsına, eksikliğin kiniyle çoğalan doğal intikam gücüne, sahiplenme tutkusuna, zehirli kıskançlığına karşı hiçbir şey yapamazsınız. ‘Kötülüğün’ maskesiyle karşılaştığınızda sıradan sandığınız bir yüzdeki gizli işaretleri hemen fark edemeyebilirsiniz ama içinde bir kadın yaşatmış olan Nahid Sırrı’ya kulak verirseniz durumun vahametini daha derinden kavrayabilirsiniz: "Çirkinliğinden dolay duyduğu hüznü artık tamamıyla unutmuştu. Çünkü eğer çirkin olmasaydı, bütün hayatını kemiren kıskançlık hissini bu kadar şiddetle duymayacak, duymayınca da şimdi varlığını ürperten bu hudutsuz sevinci, zafer sevincini tadamayacaktı".

Eğer güzelliğe çirkinliğin kaderine yenilmek istemeyen bir kadının gözünden bakmak isterseniz kendinize bir iyilik yapın. Yıllarca boş yere unutulmaya terk edilen bir yazarı bu eşsiz romanıyla hatırlayın. Ya da esaslı bir yönetmenin gözünden onun karanlık hikâyesini izleyin. Sonra etrafınızdaki kadınları yazarın bakışıyla hissedin. Yarım asır sonra Seniha’nın iri, siyah, kıskanç gözleriyle karşılaşacaksınız. Korkmayın, sadece ona şefkatle gülümseyin. Biliyorsunuz, kusurlarımızı kendi yöntemleriyle gizleyen Tanrı bizi en çıplak halimizle görebiliyor.

* ‘Kıskanmak’ - Nahid Sırrı Örik / Everest Yayınları

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi