Hüseyin Çakır
Popülizm ve yükselen sağ popülizm (1)
Küreselleşmenin yaratmış olduğu değişimin yıkıcılığı, muhafazakâr değerleri, sosyal devleti yıpratıyor. "Değişim yalnız gelmiyor. Kendi karanlık yüzüyle de geliyor. (F. Eczacıbaşı-Hürriyet) Radikal ve marjinal sağ, küreselleşmenin bu karanlık yüzünün toplumlarda yarattığı sosyal ekonomik sorunları popülize ederek, yoksullar ve orta sınıflardan destek buldu.
Batıda sağ popülist partiler marjinal ve radikal muhalefetteyken, Türkiye’de AKP, oportünist İslamcı, milliyetçi söylem ve politikalarıyla 16 yıldır iktidarda bulunuyor. 2018 yerel 2019 başkanlık ve parlamento seçimlerine giderken muhafazakâr, sağ popülizm yerli ve milli retoriği üstünden yükselecek, popülizmle iç ve dış düşman fobisi büyütülerek toplum desteği arayacaklar.
1990’ların sonundan itibaren kendinden daha çok söz ettirmeye başlayan popülizmin, 2000’lerin başında yükselişe geçmesi rastlantı değil, halkların merkez siyasete karşı ana akım siyasi partilerin dışından gelip bu kızgınlıkları dillendirerek etkileyici oldular.
Bu yazı üç bölümden oluşuyor. İkinci yazı, "Yerli ve Milli Popülizm", üçüncü yazı "Sol Popülizm."
Bu yazıda popülizm kavramının ortaya çıkışı, popülizm tanımları ve sağ popülizmin yükselişi yer alıyor.
Popülizm ne?
Popülizm teriminin etimolojik kökeni 1870-1890 döneminde ABD’deki "Grangers" ve "Greenbackers" diye bilinen çiftçi hareketine dayanıyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçilere karşı Halk Partisi adıyla yeni bir parti kurma çabasında olan aktivistlerin buldukları bir terim. Ancak o günden sonra popülizm söylemi geniş bir alana yayıldı.
Akademik çevrelerde popülizmin doğuş öyküsü 19. yüzyılın ikinci yarısına çekiliyor. ABD’de Popülist Parti ve Rusya’da Narodnik Hareketi popülizmin ilk göstergeleri kabul ediliyor.
Türkiye’de popülizm tarihi olarak 1908 II. Meşrutiyet dönemi kabul ediliyor. Halkçılık popülizm olarak tanımlandığında Türkiye popülizm literatürüne en erken adım atan ülkelerden biri sayılıyor. Yüzyılı aşkın bir geçmişe bakıldığında popülist politikaların Türkiye’de demokrasiye getirileri olduğu kadar götürüleri de olmuş.
Bu muhasebeyi yapabilmek için popülizm ile demokrasinin tanımlarını yapmak, ‘hangi demokrasi’ ve ‘hangi popülizm’ sorularını sormak gerekiyor. Öncelikle her iki terim için minimalist tanımlar gerektiriyor. Yoksa demokrasi de popülizm de kolaylıkla dal budak sarıyor ve farklı yönelimler içerebiliyor.
Amerika’da 2010’lu yılların başlarında büyük tartışmalara yol açan Sarah Palin yönetimindeki muhafazakâr Çay Partisi (Tea Party)’nin kullandığı sağ milliyetçi söylemin devamı niteliğindeki Donald Trump’ın söylemi, ABD’yi dünyanın geri kalanından uzaklaştırırken bildiğimiz tarzda milliyetçi bir üsluba sahip. Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda ortaya çıkan sağ popülist hareketler ise, özellikle İslam ve mülteci karşıtı söylemler kullanarak, milliyetçi unsurlardan ziyade kültürel tarzda Hristiyanlık anlayışını benimseyen uygarlıkçı bir içerikle, adeta kültürel ve dini açıdan farklı olan "ötekilere", yani göçmenlere ve mültecilere karşı şovenist bir yaklaşım sergiliyorlar.
Almanya’da Eylül 2017’de yapılan genel seçimlerde ülke genelinde yüzde 20’nin üzerinde ve eski Doğu Almanya eyaletlerinin bazılarında ise yüzde 40’a varan oy alan Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Fransa’da Marine Le Pen yönetimindeki Milliyetçi Cephe, İngiltere’de BREXIT’in mimarı olan Bağımsızlık Partisi, Macaristan’daki Viktor Orban’ın yönettiği iktidardaki Macar Yurttaş Partisi (Fidesz) ve ırkçı Jobbik Partisi, Avusturya’da Özgürlük Partisi, Finlandiya’da Gerçek Finliler Hareketi, Hollanda’da Özgürlük Partisi, İsveç Demokratları Partisi, Danimarka’da Halk Partisi, Belçika’da Flaman Bloğu, Norveç’te İlerleme Partisi, İtalya’da Lega Nord ve hatta Beş Yıldız Hareketi (M5S) ve Yunanistan’da Altın Şafak Partisi gibi pek çok sağ popülist hareketin mevcut ekonomik krizden ve mülteci krizinden de beslenmek suretiyle giderek güçlendiğini görüyoruz. Hatta bu partiler gerek yerel, ulusal ve gerekse Avrupa Birliği Parlamentosu’nda kendilerine yer buluyorlar.
Popülizm Toplumu İkiye Bölüyor: 'Halk' ve 'Elitistler'
Son yıllarda modern dünyada farklı popülizm görünümleri olmakla beraber birçok ortak noktada birleşiyorlar. Popülizmin elit düşmanlığı en başta geliyor. Söz konusu elit, seçkincilerle sınırlı değil; entelektüeller, bilim adamları, araştırmacılar hatta okumuş yazmış olanları aşağılayıp, küçümseyip, itibarsızlaştırıyorlar.
Kısa tarifiyle popülizm, halkın çıkarlarına, önyargılarına, hayal kırıklıklarına ve öfkelerine seslenme esasına dayanan, halkla ilgili her şeyi yüceltme eğilimi ve tutumu olarak tarif edilmekle birlikte birçok düşünür farklı tanımlamalar yapıyorlar, onlardan öne çıkan bazıları şöyle:
Fransız siyaset bilimcisi Jean Leca: Popülizmin kentin, kent cazibesinin ve onun yozlaşmış liderlerinin "kirletmediği" basit insanın faziletlerine körü körüne bağlılık; her türlü iktidara güvensizlik; siyasetçiyi ve resmi kisve taşıyanı, bürokratı küçümseme gibi unsurlardan oluştuğunu savunuyor. Leca’ya göre popülizm genel iradeyle, -ki bu "halkın iradesi"nden başka bir şey değil- birleşmiş ve egemen olma özlemindeki diğer toplumlarla kavgalı bir toplumun ideolojisidir
Arjantinli politik kuramcı Ernesto Laclau: Popülizmin sosyo-tarihsel gelişimin bir aşaması olmadığını, toplumun hâkim ideolojisinin ve iktidar yapısının çöküşüyle, diğer bir deyişle genel olarak bir toplumsal krizle bağlantılı olduğunu savunuyor.
Bu farklı unsurlar "halk" sözcüğüyle ifade ediliyor. "Halk" tanımını kullanarak popülist lider, ortak bir fikir çatısı altında topladığı değişik katmanları hedefliyor. Burada kullanılan diğer bir kavram "halk egemenliği". Popülizme göre elit kesim "halk egemenliği"ni yozlaştırıyor. Farklı toplumsal katmanların bir araya getirilişi popülizm için temel göstergelerden biri.
Popülizmin minimal bir tanımı "halk"la "kurulu düzen" arasında bir çatışmayı gündeme getiriyor. Hemen tüm popülist eğilimler "halk"a çağrıda bulunuyor ve bu açıdan "anti-elitist" bir nitelik taşıyor. Genel kitlenin "irade"sini engelleyen ve güç odakları olan azınlıklara karşı tavır koyuyor. Bu açıdan popülizm son kertede toplumu iki homojen ve antagonist kampa bölüyor: Bir yanda "saf halk kitlesi", öbür yanda "yoz elit kesim" yer alıyor.
Diğer bir deyişle popülizm bir tür "ahlak" siyasetine, "halk" ile "elit"ler arasında "saf" ve "yoz" ayrımına yönelerek, din, etnisite gibi sosyo-kültürel, ya da sınıf gibi sosyo-ekonomik ayrımlardan uzak duruyor. Böylece minimum düzeyde popülizm üçlü sacayağı üzerine inşa edilmiş oluyor: "halk", "elitler" ve "genel irade".
ABD'deki Georgia Üniversitesi'nden Cas Mudde: Popülizm toplumu 'halkın kendisi' ve 'yozlaşmış elitler' olarak iki zıt homojen gruba ayıran ve politikanın halkın isteklerini temel alması gerektiğini düşünen merkezi zayıf bir ideolojidir.
Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Jan-Werner Müller: Eğer seçkincilik karşıtlığını iktidarın en geniş dağılımı olarak anlarsak, popülistler seçkinlere karşı bile değildir. Popülistler, kendileri temsil ettiği sürece temsile, kendileri halkı yönlendirenler olduğu sürece de seçkinlere karşı değildirler.
"Popülistler ‘milletin’ tek sesli olduğunu ve siyasetçilere iktidara gelince tam olarak ne yapmaları gerektiğini söyleyen bağlayıcı bir vekâletname verdiklerini düşünür. Bu yüzden tartışmalara ya da mecliste uzayıp giden müzakerelere gerek yoktur. Popülistler her zaman gerçek milletin sözcüleri olduklarını söylerler.
Müller’e göre popülistlerin bu iddialarının en tepesine "milletin adamı" olan, "bizim doğru bir şekilde düşündüklerimizi, doğru bir şekilde anlayan ve hatta bazen bu doğru şeyi bizden biraz önce bile düşünebilen" bir lider yerleştirilir. Popülist lider kültü, aracıları kaldırıp, halk ile lider arasındaki ilişkilerin, karmaşık parti örgütlerinin dolayımından kurtarılmasını gerektirir:
Parti yapısı yekparedir ve alt kademedekiler tamamen lidere bağlıdırlar.
Parti içi demokrasi yok gibidir.
Tüm bunların yanında popülizmin ayırt edici noktası olarak, popülistlerin, tüm parti farklılıklarının bir yana bırakılıp, siyasal topluluğun kurucu değerlerini mükemmelleştirme amacı taşıyan bir "ortak proje"ye katılımı gerektiren yüksek bir ahlaki göreve inanmaları ve bütün özneleri buna davet etmeleri gösterilmiştir.
Müller’e göre popülizmi, "halkı savunan" benzer akımlardan ayırt eden ilk nokta, popülistlerin, halkı tek parça olarak algılamaları ve kendilerini "gerçek" milletin, yegâne temsilcisi olarak görmeleri, geri kalan siyasi özneleri ise ahlaksız ve yozlaşmış elitler şeklinde etiketlemeleridir. Öyle ki popülistler, buradan hareketle, çatışma üzerinden büyümeyi ve kutuplaşmayı teşvik ederler, rakiplerini "milletin düşmanı" bir yerde konumlandırırlar. Bu bakımdan Rousseaucu "milli irade" mitine ve "sessiz çoğunluğun sesi" olma iddiasına başvururlar.
Sağ Popülist Partilerin Çoğunluğu Artık Irkçı Yabancı Düşmanı
Hiç şüphesiz, Avrupa’da sağ popülizm konusu bugüne özgü bir konu değil. Geçmişe bakıldığında Avrupa ve Latin Amerika gibi coğrafyalarda Nazizm, Faşizm, Francoizm gibi ideolojilerin neden olduğu toplumsal ve siyasal sorunlar hatırlanabilir. Bugün de, Pegida, Front National, AfD, Fidesz Jobbik, İsveç Demokratları ve benzeri siyasal ve toplumsal hareketler gündeme geldiğinde bu hareketlerin karşısında yer alan partiler ve toplumsal gruplar, ister istemez tarihin ve toplumsal belleğin kendilerine sağladığı perspektiflerle yaklaşıyorlar ve tabii ki korkuyorlar. Bu korkularında haklı olmakla birlikte, ana akım siyasal partilerin ve pek çok farklı sivil toplum örgütünün altını kalın çizgilerle çizdiği söz konusu korkuların bazı önemli yapısal sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların üstünü örtme ihtimali de olduğunu unutmamakta fayda olacaktır.
Geçmişteki Alman NPD (Ulusal Almanya Partisi), REP (Cumhuriyetçiler), Fransa’da baba Jean-Marie Le Pen’in liderliğindeki FN (Milliyetçi Cephe Partisi), İtalya’daki Lega Nord (Kuzey Ligi Partisi), Avusturya’daki FP (Özgürlük Partisi), Hollanda’daki Pim Fortuyn hareketi ve Belçika’daki Vlaams Blok (Flaman Bloğu) gibi hareketler, kendi uzantıları gibi görünen bugünün sağ popülist partilerinden çok büyük farklılıklar gösterir. Geçmişin bu tür hareketlerinin ve partilerinin iktidarı hedeflemediklerini ve daha çok ırkçı, bağnaz, yabancı düşmanı ve yerel-milliyetçi söylemlerden öteye gidemediklerini hatırlamakta fayda var.
Bugün durum çok farklı. Söz konusu sağ popülist partilerin çoğunluğu artık ırkçı, yabancı düşmanı, İslamofobik, göçmen karşıtı bir söylem kullanmakla yetinmiyorlar. Bu tür partiler, oylarını artırabilmek, farklı toplumsal gruplara erişebilmek ve iktidara talip olabilmek için, mevcut küresel sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların altında ezilen grupların taleplerine karşılık verecek nitelikte daha çok katmanlı söylemler üretmeye özen gösteriyorlar. Bu hareketler, sanayisizleşme süreçlerinin işsizleştirdiği geçmişin yerleşik işçi sınıfını, yoksulları, işsizleri yani küreselleşmenin kaybedenlerini etkilemeyi başarıyorlar.
Türkiye’de popülizmin geçmişi ve güncel olan yerli ve milli popülizmine bir sonraki yazıyla devam edecek
- Kaynaklar
Prof. Dr. Ayhan Kaya, CoHERE adlı Ufuk 2020 araştırma projesi hakkında ayrıntılı bilgi ve proje kapsamında bugüne kadar yayınlanan makaleler için bkz. ve
Prof. Dr. Zafer Toprak, "Dünden Bugüne Popülizm ve Demokrasi Paradoksu" Politika -Politik Kültür Dergi s, yıl 4, sayı 10, Kış 2014,s. 22-27
Jan-Werner Müller, Popülizm Nedir?, Onur Yıldız (çev.), (İstanbul: İletişim Yay., 2017).
Joseph Confravreux – Mediapart – Çeviri: Haldun Bayrı