Veli Büyükşahin

Veli Büyükşahin

Sahi siz bu orucu kimin için tutuyorsunuz?

'Aslında hakkıyla orucunu tutanlara başkalarının eliyle ‘oruçlarına hile’ karıştırılmaktadır. Hatta İslami deyimle ‘haram’ katılmaktadır.'

Baştan şunu belirtmeliyim ki bu yazımdaki amacım hiçbir şekilde hangi nedenle olursa olsun oruç tutan insanları yermek ya da nasıl oruç tutulacağına dair fikirlerimi dikte etmek değildir.

İnsanlık tarihi boyunca bazen kişisel ama çoğunlukla da büyük toplumsal kesimler olarak farklı gerekçelerle bedenler açlığa yatırılır.

Çoğunlukla bir dinin-inancın mensubiyetinden doğan sorumlulukla insanın kendi nefsini kontrol altına alma amacıyla, belli ritüelleri de içeren bir seromoniyle oruçlar tutulur. Yani beden belirlenmiş saatlerde aç bırakılır, süresi dolunca da doyurulur.

Orucun sadece İslam dininde değil başka din ve inançlarda da var olduğunu biliyoruz.

Musevilerde Yom Kippur, Hıristiyanlarda Okaristi ve Ekleziyasti ile Perhiz, Alevilerde Hızır ve 12 İmam, Müslümanlarda üç aylar ile Ramazan da değişik sürelerde oruçlar tutulur. Yine Budizm, Hinduizm, Taoizm, Brahmanizm, Jainizm, Maniheizm, gibi birçok inançta da oruç vardır. Her inancın-dinin oruç süresi, amacı, ritüel ve seromonileri birbirinden farklıdır.

Bu oruçların kimi nefsi köreltip nirvanaya ulaşmak, kimisi şükran göstermek, kimisi cennete ulaşmak, kimisi ise yaşanan acıları günümüze taşıyıp unutulmasını engellemek gibi değişik gerekçelerle tutulur.

Zaman zamanda bir mücadele aracı olarak ‘açlık grevi’ ‘ölüm orucu’ tutulur. Coğrafyamızda bu oruçlara fazlasıyla tanığız.

Şu an İslam dünyasının tümü Ramazan ayında yani için oruç ayında.

Oruç her insanın kendisinin tanrısı ve amacıyla arasında bir ilişki iken her birimizin günlük yaşamını ciddi anlamda etkileyen baskı aracına dönüşüyor.

Oruç tutan her Müslüman ya da farklı inançlardan insanlar başkasına baskı aracı olarak kullanmadığı sürece tartışmasız her türlü saygıyı hak ediyorlar.

Anayasasına ‘Laiklik’ ilkesini koyan bu ülkede her Ramazan orucunda yaşananlar kafaları fazlasıyla karıştırıyor. Klasikleşmiş gibi her Ramazanda oruç tutmayanlar baskılarla karşı karşıya kalır, saldırıya uğrarlar. Hatta bu saldırıların dozu öyle artar ki çokça örneğini göstereceğimiz ölümler dahi yaşanır. Bu ölümlerden sorumlu olanlar ya küçük cezalar aldı ya da cezasız kaldı. Ondandır ki saldırılar, ölümler olmaya devam ediyor

İstenen şudur aslında. Türkiye Müslüman bir ülkedir. Her Müslüman da oruç tutmalıdır. Müslüman olmayanda ayağını denk almalı, sağda solda yememeli, içmemeli, ne yapacaksa evinde görünmeden gizli yapmalı. Elbette ki bunu söylerken bütün oruç tutanları suçlamıyoruz.

Tam bir kuşatılmışlık içindeyiz. Bu baskı beş koldan gelmektedir.

Birincisi; anayasasında laiklik ilkesi yazılı olsa da laik bir devlette yaşamıyoruz. Merkezine laikliği değil, Sünni inancını alan, kendisini ona göre organize eden bir devlet gerçeğiyle karşı karşıyayız. Temel referanslarını dinden alan, kamu kurumlarında, okullarında, üniversitelerinde bile oruç tutmayanların ötekileştirildiği, baskıya maruz kaldığını biliyoruz. Özellikle belediyeler eliyle yapılan çeşitli Ramazan etkinlikleri durumu daha da vahim hale getirmektedir.

Kamu kurumları eliyle Balıkesir bölgesinde olduğu gibi Alevi yerleşim yerlerinde Ramazan eğlenceleri adıyla asimilasyonun eksik ayakları tamamlanmaya çalışılıyor.

Burada devletin ve belediyelerin yaptığı Ramazan da oruç tutan yurttaşların ihtiyaçlarının karşılanması değil, oruç tutmayanlar üzerindeki baskıyı kurumlaştırmaktır. Oruç ayında her şey ona göre planlanır ve yapılır. Üstelik oruç tutmayan, farklı din-inançlarda olan ve hiçbir dinle, inançla ilgisi olmayanların vergileriyle oluşan bütçelerin değişik biçimlerde bu işlere harcanması da ayrı bir sorun. Aslında hakkıyla orucunu tutanlara başkalarının eliyle ‘oruçlarına hile’ karıştırılmaktadır. Hatta İslami deyimle ‘haram’ katılmaktadır.

İkincisi; oruç tutanların tümü için söylenemez fakat baskın bazı kesimlerinin ortaya koydukları yaklaşımlardır. Kendileri oruç tuttuğu için sanki evrenin merkezindedirler ve her şey onların etrafında dönüyormuş gibi davranırlar. Su içen ve yemek yiyenlerin kendilerine saygısızlık yaptığını düşünürler. Oruç tutmayanlara müdahale etme ve uyarma hakkı görürler kendilerinde. Onlar oruçluyken etrafta yiyen, içen kimse olmamalı. Ortalıkta yiyecek, içecek ve nefsine davetkar hiçbir şey olmamalı.

Bu kesimler için Ramazan ayı ve oruç tamda arayıp ta bulamayacakları bir fırsattır. Bunu kendileri açısından baktığımızda en iyi şekilde değerlendirirler. Kendileri gibi düşünmeyenlere, kendileri gibi inanmayanlara, kendileri gibi oruç tutmayanlara olan tüm hınçlarını ve kinlerini Ramazan orucunu fırsat bilerek kusarlar.

Tepkileri taştıkça taşar. Ölümlere bile sebebiyet verirler. Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda aynı kesimlerin yaşanan Alevi, Ermeni, Rum vb. gibi katliamlarındaki rolünü daha iyi görürüz. Devlet ve iktidarda zaten her daim elinde benzin bidonu, kuşanmış silahlarıyla öfke ile kinlerini kusmaya hazır bu kesimleri ayaklandırıp saldırtmakta hiç zorlanmaz. Bir kıvılcım yeter, saldırıyı başlatırlar hemencecik…

Üçüncüsü; bu baskıyı meşrulaştırmanın en önemli ayağı da medyadır. Bir gerçeği ter yüz etmeyi de doğrusunu aktarmayı da yapan medyadır. Basın yayın araçlarıyla bir toplumu uyuşturup yozlaştırabilir ya da aydınlatabilirsiniz.

Medya devletin, iktidarın ve bazı oruçlu kesimlerin geri, cihatçı, baskıcı yaklaşımlarını meşrulaştırmak için elinden geleni yapar. Her medya kuruluşunun bir Ramazan planlaması vardır. Nerdeyse program saatleri ona göre ayarlanır. Daha bir hafta önce Ankara da oruç tutmadığı için saldırıya uğrayan üniversite öğrencilerini ya görmezden gelir ya da "iki öğrenci gurubu arasındaki kavga" diye başlayarak saldıran ile mağduru aynı kefeye koymakta çok mahir davranır.

Dördüncüsü; orucu fırsata çevirip bu işten rant devşirenlerdir. ‘Ramazan Dolayısıyla Kapalıyız’, ‘Sahura Kadar Açığız’, ‘İftar Menüsü’ gibi bu işi ticarileştirenlerde yok değil. Nefsi terbiye etmek için tutulan oruçlardan dolayı doğal olan tüketimin azalmasıdır. Bakıyoruz Ramazanda çarşı-pazar fiyatlar uçmuş… Nedenini sorduğunuzda ise "talep çok yetiştiremiyoruz" diyorlar. Benden bir öneri. Bir ekonomist ile ilahiyatçının bunun cevabını aramasında fayda var.

Beşincisi; oruçtan dolayı ortaya çıkan mahalle baskısından dolayı kendilerine ‘çeki düzen’ verenler var bir de. Yukarıda bahsettiğim 4 neden tam da beşinciyi yani bu tip insanlar ve toplumu yaratmak için yapılmaktadır. Toplum bu hale geldikten sonra yapacak bir şey kalmıyor. Her şey tekleşmiştir artık.

Hiç inanmadığı halde, oruçlu olmadığı halde, kimsenin ondan oruç beklentisi olmadığı halde oruçluymuş gibi görünürler. Dışarıda yemez içmezler hatta bazen kendilerini birilerine göstermek için iftar çadırlarına gidip ‘oruç açar’lar. İftar davetlerine katılır, iftar sofraları düzenlerler. Bunu inandığı için değil ortama uymak için yaparlar.

Burada dikkat etmemiz gereken en önemli konu hakikaten inandığı için orucunu tutanları diğerleriyle karıştırmamak ve gerekli saygıyı göstermektir. Çok insan tanıyoruz, orucuyla kimseye zarar vermeyen. Orucuyla çevreye zarar verenleri de biliyoruz.

Tartıştığımız devlet eliyle evlerimizin içine, gırtlağımıza kadar uzanan mahalle baskısıdır.

Devlete, İktidara ve mevcut uygulamalara baktığımızda gerçek bir Laiklik hayal gibi gelebilir ancak bu sürecin en iyi tarafı her şey apaçık ortada.

Laiklik diye dikte ettirilenin sahte olduğunu görmeye başladık. Mevcut iktidarın ve uygulamalarının beslenip güçlendiği yerin düzenin ta kendisi olduğunu daha rahat görür olduk.

Laiklik diye anlatılanın aslında gizlenmiş Sünni İslam olduğunu fark ettik.

Gerçek bir Laiklik mücadelesi için şimdi daha zayıf değiliz.

Bu mücadelede Sünniler bir tarafa Aleviler bir tarafa değil.

Hepimiz aynı taraftayız.

Gerçek, sahte olmayan Laiklik tarafında birlikte mücadele etme zamanı. 

 

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Veli Büyükşahin Arşivi