Celal Başlangıç
Saray, ‘FETÖ’, Ulusolcu el ele, hücum Cumhuriyet’e!
Sabahın 07.00’sinde çalmıştı telefon.
Arayan Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’ydu:
"Polis evimi bastı, arama yapıyorlar, beni de gözaltına alacaklar."
Yine gazeteciliğini yapıp bize "flaş" haberi ulaştırmıştı "sevgili kardeşim" Murat.
Ortalığı ayağa kaldırmak gerekiyordu "Murat’ın evini bastılar" diye. Ancak hiçbir Cumhuriyet yöneticisinin telefonu yanıt vermiyordu.
Meğer hepsinin evi aynı saatte polis baskınına uğramış, bu yüzden çalan telefonu yanıtlayamıyorlarmış.
Böyle başlayan "akıl dışı" süreç, tam dokuz ay sonra Çağlayan Adliyesi’nde başka bir aşamaya evrildi.
24 Temmuz, yani "basında Abdülhamit sansürünün kaldırılması" nedeniyle Basın Bayramı ilan edilen gün Cumhuriyet’in gazeteci, yazar ve yöneticileri ilk kez yargıç karşısına çıktı dün.
Bütün bu süreçte kesinleşen çok net bir tablo var; Cumhuriyet davası, Saray’ın, "FETÖ"cülerin ve Ulusolcuların kumpasıdır!
Birincisi, Saray ve çevresi Cumhuriyet’te çalışan gazetecilerin, yazarların, yöneticilerinin yargılanmasını istemiştir.
Bunun en somut kanıtı MİT TIR’ları haberi nedeniyle bir önceki Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar için söylediği "O’nu öyle bırakmam" sözüdür.
Başından da belliydi ki "Öyle bırakmam" dediği sadece Dündar değildi. Hedefe konulan topyekûn Cumhuriyet Gazetesiydi.
Bu nedenle Cumhuriyet’e kurulan kumpasın bir ucunda Saray vardır.
Bu kumpasın ikinci ayağı da "FETÖ"dür.
Zira soruşturmayı başlatan savcı aynı zamanda "FETÖ terör örgütü üyeliği" suçundan yargılanmaktadır.
Cumhuriyet’çiler gözaltına alınırken de "FETÖ" sanığıydı, aradan dokuz ay geçti, hala daha "FETÖ" sanığı.
Hakkında bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve ek olarak 67 yıldan fazla hapis cezası istenen soruşturma savcısına yöneltilen suçlamalar da yabana atılır gibi değil.
- FETÖ/PYD Silahlı Terör Örgütü üyeliği,
- Siyasi ve askeri casusluk,
- Gizli kalması gereken bilgileri açıklama ve bu suça teşebbüs,
- Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etmek,
- Suç uydurma,
- Özel hayatın gizliliğini ihlal etmek,
- Hukuka aykırı olarak elde edilen verilerin kaydedilmesi,
- Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme,
- Görevini kötüye kullanmak,
- Resmi belgede sahtecilik.
Elbette bu davada "FETÖ"cü olmakla suçlanan sadece soruşturma savcısı değil.
Bir de Cumhuriyet’in tutuklu gazetecileri, yazarları, yöneticileri aleyhinde tanıklık eden "FETÖ’cü doğmuş" ama sonradan "FETÖ davası"nda "itirafçı sanık" durumundan "itirafçı tanık" durumuna terfi etmiş olanlar var; Hüseyin Gülerce ve Latif Erdoğan…
İşte Cumhuriyet’e kurulan kumpasın iki ayağı; bir ucunda Saray, diğer ucunda "itirafçı tanığıyla", sanığıyla "FETÖ" var.
Gelelim Cumhuriyet kumasının üçüncü ayağına. Yani kendilerine "Ulusalcı" diyen "Ulusolcular"a… Cumhuriyet’in gazetecileri, yazarları, yöneticileri aleyhinde tanıklık edenlere… Yani Alev Coşkun’lara, Namık Kemal Boya’lara, Rıza Zelyut’lara…
"Alev Coşkun 2013 yılına kadar Cumhuriyet Vakfı’nda yönetim kurulu üyesiydi. Ulusal Kanal’ın vazgeçilmez konuklarından… Perinçek ve tayfasını her daim övüyor. Hatta CHP’ye Vatan Partisi ile seçim ittifakı yapması çağrısında bulunuyor. Alev Coşkun’un AKP ile açık işbirliğinde olan Vatan Partisi ve Aydınlık çevresi ile olan bu muhabbeti de hiç kuşkusuz Cumhuriyet’i Aydınlık çevresinin ele geçirmesi hedefi ile birebir örtüşüyor."
"Namık Kemal Boya, Cumhuriyet Okurları (CUMOK) İstanbul Koordinatörü. Bu göreve kendi kendini atayan ve aynı zamanda Alev Coşkun’un avukatı olan Boya’nın ifadesine müvekkilinin yönlendirmesiyle başvuruldu."
"Aydınlık Gazetesi ve Vatan Partisi çizgisine yakın Alev Coşkun ve avukatı Namık Kemal Boya’nın yanı sarı Aydınlık Gazetesi yazarları Mehmet Faraç ve Rıza Zelyut da dosyanın tanıkları arasında yer aldı." (Kaynak: Söz Sırası Cumhuriyet’te yazı dizisi / Cumhuriyet Gazetesi Mayıs-Haziran 20017)
Cumhuriyet’in, "Basında Sansürün Kaldırılışının Yıldönümü"nde, yani artık kutlanmayan 24 Temmuz Basın Bayramı gününde başlayan duruşmasında Türkiye medyasının takındığı tutum da bu üçlü ittifakın açık yansımasıydı.
İngiliz, Fransız ve Alman gazeteleri bile birinci sayfalarından vermişti Cumhuriyet’in dün başlayan duruşmasını. Hatta bir Fransız gazetesi altı tam sayfa ayırmıştı davaya.
Gel gelelim Türkiye’deki gazetelerin çoğu sanki bu yerküreden değil de uzaydan yayın yapıyor gibiydi.
Saray yandaşı gazetelerin birinci sayfalarında hiç yer almadı Cumhuriyet davası. Yeni Şafak, Star, Yeni Akit, Akşam, Güneş, Takvim ve diğerleri…
Saray’ın yanaşması eski merkez medya da birinci sayfalık haber olarak değerlendirmemiş bu yargılamayı. Hürriyet, Haber Türk, Milliyet ve benzerleri…
Allah için haklarını yemeyelim "Ulusolcu" Aydınlık da, Sözcü de Cumhuriyet’in gazeteci, yazar ve yöneticilerinin ilk kez hakim karşısına çıkmasını birinci sayfalık haber olarak görmemişti.
Cumhuriyet Gazetesi davası aslında gizlenen bir ortaklığı apaçık ortaya çıkardığı için ayrı bir değere sahip.
Cumhuriyet davasının ilk duruşması vardı dün. Hem de basında Abdülhamit sansürünün kaldırılışının 109. yılı nedeniyle kutlanması gereken "Basın Bayramı" günüydü. Ama Türkiye’de gazetecilerin bayram kutlayacak hali yoktu.
Ancak dün Çağlayan Adliyesi’nde öyle bir hava vardı ki, bakan Abdülhamit sansürünün hala sürdüğünü zannedebilirdi. Hatta birileri bize Cumhuriyet’in ilk duruşması için 24 Temmuz’a gün vererek başka bir mesaj iletiyordu sanki:
"Yoksa siz hala Abdülhamit sansürünün kalktığını mı zannediyorsunuz!"
Dün Çağlayan Adliyesi’nin koridorlarında, duruşma salonunda kendi duyulmayan ancak ruhunu herkesin iliklerine kadar hissettiği bir slogan dolaşıyordu:
"Saray, FETÖ, Ulusol El Ele, Hücum Cumhuriyet’e"
Buna karşılık Çağlayan Adliyesi’nin önünde gazetecisiyle, yazarıyla, sanatçısıyla, aydınıyla, aktivistiyle, siyasetçisiyle, kısaca bütün her şeye karşın AKP iktidarının ürkütemediği, korkutamadığı, sesini kesemediği namuslu insanların attıkları sloganlar duyuluyordu:
"Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet"