Celal Başlangıç
‘Sıkışan gaz’ Erdoğan’ın ta kendisidir!
24 Haziran seçiminin sonuçlarını değerlendirirken MHP lideri Devlet Bahçeli "Milletimiz bize denge ve denetleme görevi verdi" derken ilginç bir noktanın altını çiziyordu;
"Tek adam geldi diyen çevrelerin korku aşısı inşallah tutmayacaktır. Cumhur İttifakı yeni sistemin rotasını çizecektir. Gelişmeleri uzaktan izlemeyeceğiz. Müdahil olmamız gereken yerlerde geri durmayacağız."
Yani Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin "tek adam rejimi" olmayacağını, gereken yerlerde müdahale edeceklerini söylüyordu.
Kime?... Elbette "tek adam" Erdoğan’a.
31 Mart seçimlerine birkaç ay kala, 30 Kasım 2018’de Artı Gerçek’te yayınlanan yazım "AKP’nin de kayyımı MHP oldu!" başlığını taşıyordu. İşte yaklaşık altı ay önce yayınlanan yazıdan birkaç satır:
"Cumhur İttifakı’nda Bahçeli’nin hiçbir ‘fedekarlıktan’ kaçınmaması aslında MHP’nin bu birlikteki ‘görevi’nin seçim kazanmasının çok ötesinde daha da stratejik bir konuma sahip olduğunu gösteriyor. Bu ittifakta MHP’nin stratejik görevi AKP politikalarını denetleme, düzenleme, devletleştirme ve bir daha çözüm süreci gibi ‘derinleri’ yerinden zıplatacak projelere yönelmesini engellemek. Erdoğan da bu ‘mahkûm eliyle’ iktidarı yitirmemek için MHP’yi bulunduğu konumda tutacak jestler üretmek zorunda kalıyor. Zorunlu olarak da 31 Mart yerel seçimleri öncesi iktidarını yitirmemek, en azından meşruiyetini tartıştırmamak için bu sıkışmış durumuna uygun politikalar geliştiriyor."
31 Mart seçimlerinden bir süre sonra Erdoğan "kızgın demiri soğutmak"tan söz edip "Türkiye ittifakı" çağrısı yapmaya kalkıştı:
"Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte Türkiye ittifakı olarak hareket etmeliyiz."
"82 milyonluk Türkiye ittifakı" çağrısına ilk tepki hemen ertesi gün Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı Bahçeli’den geldi. Açıklamasında "N’oluyor yahu, Kürtlerle falan çözüm süreci mi başlıyor yeniden, nereden çıktı herkesle ittifak" telaşı vardı:
"Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Ülke bazlı siyasi bir ittifak olamaz. Bizim ittifakımız cumhurladır, bizim ittifakımız AKP’li kardeşlerimledir."
"Yani öyle herkesle ittifak olmaz, MHP ile AKP’nin ittifakı bu ülkeye yeterlidir, başkalarını katma" diyordu Bahçeli.
Hatta Erdoğan’ın toplumsal gerilimi azaltmayı hedeflemeye dönük olduğu izlenimi veren "kızgın demiri soğutma" önerisine de karşı çıkıyordu Bahçeli:
"Kızgın demiri soğutalım ama tehditleri de hafife almayalım."
"Denge" kısmını bilmem ama "denetleme" kısmını yerine getiriyordu Bahçeli görevinin.
Zaten Bahçeli, 21 Nisan Pazar günü bu konuşmayı yaparken; CHP Lideri Kılıçdaroğlu birkaç saat sonra linç girişimine uğrayacağı Çubuk’taki asker cenazesine doğru yola çıkmış, Maltepe’deki miting alanında İstanbul’un yeni CHP’li Belediye Başkanı İmamoğlu’nu kutlamak için büyük bölümü CHP’li yüz binlerce kişi toplanmıştı.
Erdoğan birazdan "kızgın demiri soğutma"nın, "Türkiye ittifakı"nın ne demek olduğunu görecekti.
Aslında Erdoğan’ın toplumsal barışı sağlama, Türkiye’de yükselen gerilimi düşürme gibi bir niyeti yoktu. Sadece yaklaşmakta olan ekonomik krizin ve dış politikada duvara toslamanın riskini tek başına üstlenmek istemiyordu. Partisindeki oy kaybını önlemek için sorumluluğun bir kısmını MHP’ye hatta CHP’ye kadar yayıp herkesi kendi hatasına ortak etmek istiyordu.
Böylece MHP’ye kaptırdığı oyları geri alma, CHP’de başlayan yükselişi durdurma gibi hedeflerinin taktik adımlarını atıyordu.
İşte MHP lideri Bahçeli’nin Erdoğan’a "Van münit" demesinden birkaç saat sonra büyük bir felaketin eşiğinden döndü Türkiye. Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na ve yanındakilere yönelik linç girişimi eğer bu kadar "ucuz atlatılmasa"ydı siz Maltepe’de toplanan çoğu CHP’li yüz binlerce kişinin ne yapacağını düşünebiliyor musunuz?
Sadece CHP liderine değil, Türkiye’ye kurulmuş bu tuzak "ucuz atlatılınca" Cumhur İttifakı içersinde AKP’ye dönük operasyona ilişkin görüntüler de belirginleşmeye başladı. MHP’nin sadece "devlet adına" AKP’yi denetlemediği, aynı zamanda bu parti içersindeki bazı yapıların farklı mihraklarla bağlantılar kurduğunu da ortaya çıkardı.
Örneğin AKP Hükümeti’nin Bakanları Süleyman Soylu ile Hulusi Akar’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimiyle ilgili sözleri AKP Genel Merkezi’nden çok Bahçeli’nin ve MHP Genel Merkezi’nin söylemine yakın görünüyordu.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Kılıçdaroğlu’na yumruk atarken görüntülenen ve parti üyesi olduğu ortaya çıkan Osman Sarıgün’ün kesin ihraç talebiyle AKP Ankara İl Disiplin Kurulu’na sevk edildiğini açıklıyordu.
AKP Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan attığı sosyal medya mesajıyla sanki partisinin genel merkezine isyan ediyordu:
"Hainler ile bir oldunuz, milletimizin kudsiyeti ile alay edercesine sofralarında kaşık salladınız. Şehit acısı ile verilen tepkiye, genel merkezinizde terör destekçilerinin ziyaretleri ile karşılık verdiniz. Siz haininize sahip çıkarken, biz yiğitlerimizi size yedirmeyiz."
Bu linç girişiminden sonra saldırıya uğrayanlar arasında bulunan TBMM’nin CHP’li Başkan Vekili Levent Gök’ü ziyaret eden AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu "geçmiş olsun" diyor. Yeneroğlu aynı zamanda bu saldırıya karşı çıkan ilk AKP’li milletvekili. Ancak birkaç gün sonra çıktığı bir televizyon programında "Sosyal medyada ölüm tehditleri alıyorum" diye açıklama yapmak zorunda kalıyordu.
Bir başka eski AKP Milletvekili Metin Külünk ise Yeneroğlu’nun tam tersi bir yönelişle saldırıya uğrayanlara değil saldırıyı yapanlara "geçmiş olsun" diyordu:
"Çubuklu Osman Dayı ile dün gece 00.50’de telefon ile görüşerek kendisine milletimiz adına geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Osman (Sarıgün) Dayı’nın partimizden ihraç edilmesi talebi dahi vicdanları yaralamaktadır. İhracına milletimiz ciddi anlamda hayır diyerek itiraz etmektedir."
Belli ki AKP içerisinde yapılan "Cumhur İttifakı operasyonu" ciddi biçimde tutmuştu ve birileri parti içerisindeki "denetleme" görevini eksiksiz yerine getiriyordu.
Görünen o ki Erdoğan da kendi iktidarına yönelik bu tehlikeyi görmüş, şimdilik "uyum gösterme" taktiğini seçmişti.
Bu nedenle olsa gerek 23 Nisan günü TBMM’de HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan kürsüye çıkınca Erdoğan, Meclis’i terk ederken "Cumhur İttifakı’nın ruhuna" da mesaj gönderiyordu:
"İstiklal Marşı’nı şu parlamento içerisinde okumayanları dinleyelim mi? Benim Mehmetlerimi şehit edenleri dinleyelim mi? Onlarla kol kola gezenleri, onlarla omuz omuza verenleri dinleyelim mi? (…) Yoksa burada bir şehit var ve bu şehidin kimler tarafından şehit edildiği belli. PKK ile hangi siyasi örgüt, el ele, kol kola geziyor ve bunun yanında da Türkiye’deki siyasi partiler kol kola veriyorlar, kol kola verdikten sonra da oraya gidiyorlar. Burada artık bir gaz sıkışması var. Bu insanların, birikmiş olan bu gaz sıkışması karşısında, nereye gideceksin; bunların hepsini etraflıca bir incelemek, bunun üzerine de düşünmek lazım."
Aslında, "kendi iktidarının bekasını" sürdürebilmek için seçim sürecinde her türlü yöntemi meşru gören bir anlayışın yarattığı kutuplaşmanın, insanları birbirine düşmanlaştırmanın doğal sonucuydu dört bir yanı kuşatılmış Erdoğan’ın sözünü ettiği o "gaz". Yani "sıkışan gaz" Erdoğan’ın ta kendisiydi!