HDP'li Oluç: Kürt sorunu karşılıklı saygı duyma yoksunluğudur
Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin konuşan HDP'li Oluç, 'Ocağına ateş düşmeyen aile yok gibidir. Kürt sorunu budur işte. Karşılıklı anlama ve saygı duyma yoksunluğudur' dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel hakkında hazırlanan iki fezlekeye dair dokunulmazlığın kaldırılması yönünde Karma Komisyon’da alınan karar, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülüyor.
HDP milletvekilleri tarafından milletvekilleri sıralarına "Semra Güzel irademizdir", "Demokratik siyaset darbeye hayır", "İrademe vekilime dokunma", "Semra Güzel halkın iradesidir", "Jin Jiyan Azadi" dövizleri konuldu.
Güzel hakkında hazırlanan iki fezlekenin Meclis Başkanvekili Celal Adan tarafından okunması ardından HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, savunma yapmak için kürsüye çıktı.
HDP’li Güzel yerine savunma yapan Oluç, şu değerlendirmelerde bulundu.
‘ÇÖZÜME DAİR KÖKLÜ ADIMLAR ATILMIYOR’
Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına dair görüşmelerinin yapıldığını dile getiren Oluç, şunları söyledi: "Keşke dokunulmazlığın kaldırılması gibi konuları değil de, Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözüm yollarını konuşuyor olsaydık. Meclis’te bu sorunu nasıl çözerizi konuşuyor olsaydık. Konuşmamda elbette bu sorunun, yani Kürt meselesinin tarihsel, toplumsal ve siyasal sebeplerine de kısaca değineceğim. Ve elbette bazı sonuçlar üzerine de konuşacağım. Ama en başından şunu belirteyim ki, sebepleri ortadan kaldırma yönünde kararlı ve köklü adımlar atılmadan sadece sonuçlara odaklanmak hem yetersiz hem de yanıltıcıdır. Ve ne yazık ki, ülkemizde sonuçlara odaklanıldığı için meselenin çözümüne ilişkin tutarlı ve köklü adımlar atılamamaktadır.
28 YIL SONRA BENZER TABLO
Kürt meselesi nedir? diye soranlara ve bu meseleyi çözdüğünü iddia edenlere bugün bu bağlamda birçok cevap vereceğim. Bugün 1 Mart ve dokunulmazlık dosyasını konuşuyoruz. Bugünü öyle 2 tarihsel olay arasına denk getirdiniz ki… Konuşmanın girişinde bu iki tarihsel olayı hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum. Bugün 1 Mart, yani 2 Mart 1994’ten 28 yıl sonra, o siyasi darbenin yıldönümünde yine bir dokunulmazlık dosyası ile karşı karşıyayız. Yani aslında 28 yıl sonra benzer bir tablo ve aynı sorun. 28 yıldır değişmeyen bir zihniyetin yarattığı sorunları yaşıyoruz.
BUGÜN TANSU ÇİLLER CUMHUR İTTİFAKININ ARKADAŞI
28 yıl önce Tansu Çiller Başbakandı; bugün Tansu Çiller Cumhur İttifakı’nın, Saray’ın yakın çalışma arkadaşlarından. Cumhur İttifakının, iktidarın müttefiki. Zaman zaman akıl hocalığı da yapıyor. Artık hangi akıl ve nasıl bir hocalık sorularına girmiyorum. O kişiyi tarihin çöp sepetinden çıkarıp da akıl almaya kalkışanlar bunu düşünsün. Elbette sorun 28 yıllık değil. 100 yıllık bir sorundan söz ediyoruz. 28 yıl sonra, 2 Martın yıldönümünde bir kez daha söyleyelim ki, meselenin önemli bir yanı Kürt halkının siyasi temsilcilerine tahammülsüzlüktür, kabul edememe halidir. Kürt siyasi temsilini demokratik siyasetten tasfiye etme, yok etme çabası aynen sürmektedir. Hem de kesintisiz bir biçimde. Hatırlatayım.
6 DEP’Lİ MİLLETVEKİLİNİN DOKUNULMAZLIĞI KALDIRILDI
DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından 10 gün önce dönemin Genelkurmay Başkanı Tak Şak Doğan Güreş, ‘Eşkıyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis'in çatısı altındadır’ diyerek, DEP'lileri hedef gösterdi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller de 2 Mart 1994 yılında partisinin grup toplantısında işaret verdi: ‘Meclis'te bir gölge vardır, bunu Meclis'in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz.’ Hemen ardından 6 DEP milletvekili ve bir bağımsız milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekilleri daha sonra Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildi.
DEP’LİLER 10 YIL CEZAEVİ YATTI
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in isteği üzeri 2 Mart 1994’te dokunulmazlıklar konusunda TBMM tarihi bir gün yaşadı. DEP Genel Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle, Şırnak Milletvekili Orhan Doğan, Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana, Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Şırnak Bağımsız Milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıkları, TBMM Genel Kurulu'nda kaldırıldı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına dayanak oluşturan Ankara DGM Başsavcılığı iddianamesinde, sanıklar vatan hainliği ile suçlanıyordu. DEP milletvekilleri daha sonra 10 yıl cezaevinde yattı. DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, parlamento tarihine ‘2 Mart Darbesi’ olarak geçti. Bir sivil polisin Meclis'te Orhan Doğan'ı başından tutarak polis otomobiline bindirmesini gösteren o meşum sahne ise, bu olayın sembolü olarak Kürt halkının zihinlerine kazındı. Ve asla unutulmadı, unutulmayacak da…
MİLLETVEKİLLERİ HAPSE ATMAK İLE BU SORUN ÇÖZÜLMEZ
DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yargılanması ve aldıkları ağır hapis cezası, dünya çapında geniş yankı uyandırdı ve bu olay Türkiye'nin başını hep ağrıttı. 28 yıl önce DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve onların yargılanarak cezaevine atılması ile bu meseleyi çözdük zannına kapılanlar, halen anlamadılar ki, bu tür adımlar çözüm değil çözümsüzlük adımlarıdır. Ne o dönemde bedel ödemiş olanlar ne de bugün ödemekte olanlar direnmekten ve özgürlük, eşitlik, demokrasi, barış ve adalet mücadelesinden vazgeçmediler. Orhan Doğan rahmetli oldu, ama diğerleri mücadeleyi sürdürüyor.
SORUNLAR BİTMEDİĞİ İÇİN SİYASETÇİLER CEZAEVİNDE
Cezaevine atmakla tarihsel, toplumsal ve siyasal bir sorun çözülmüş olmuyor. Bugün de birçok cezaevinde seçilmiş milletvekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız bulunuyor. Siyasi rehin olarak tutuluyorlar. Peki sorun ortadan kalktı mı? Hayır. O gün de bugün de siz Kürtlerin kendi kimlikleriyle politika yapma hakkını yok etmek istiyorsunuz. Kabullenemediğiniz budur. Sorunlar bitmediği için cezaevindeler. Çözümsüzlükte ısrar eden iktidar ve devlet yapısının varlığı nedeniyle cezaevindeler. Onlar da direniyor. Hepsi baştacımızdır, onurumuzdur. Buradan hepsine sevgi ve saygılarımızı gönderiyorum. Kürt sorunu budur işte. Kürt halkının siyasi temsilcilerine düşmanca davranma tutumu bitti mi? Hayır. Bugün yine o noktadayız.
DOLMABAHÇE MUTABAKATI
Gelelim ikinci tarihsel olaya. Dün 28 Şubat idi. 7 yıl öncesini hatırlıyoruz, 28 Şubat 2015’i. Dolmabahçe’de yapılan ortak açıklamanın yıldönümü.Bakın size o gün yapılmış olan açıklamaları okuyacağım. Sırrı Süreyya Önder: Grup İdare Amirimiz
Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar süregelen demokratikleşme sorunları ve son 30 yılda 40 binden fazla insanın, insanımızın yaşamına mal olan Kürt meselesinin çözümüyle ilgili yürütülen çözüm süreci çalışmalarında tarihi bir karar sürecinin eşiğinde bulunmaktayız. Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümü ile ilişkilidir. Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti, bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir.
BÖLGENİN YÜZ YILLIK DENGELERİ ALTÜST OLUYOR
Dolayısıyla çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı sağlıklı kurulmadıkça, kurmaya çalıştığımız demokratik barışın devlet ve toplum yapısında haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir dönüşüm sağlaması düşünülemez. Bu itibarla süreç Cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır. Tarihin bizlere yüklediği büyük sorumluluk, çözümün de çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp, tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen muhtevası olmasıdır. Dolayısıyla, bölgenin yüz yıllık dengeleri altüst olurken, küresel ve bölgesel zorbalıkların yol açtığı algısal ve iradesel yaklaşımlar, evrensel insani değerler ölçüsünce geliştirilerek aşılmalıdır.
ÖCALAN: KALICI BARIŞ TEMEL HEDEFİMİZ
Muhtevası gereği çok hareketli ve dinamik bölgesel koşullar göz önüne alındığında, sürece de dinamik bir yaklaşım gereklidir. Bütün bu belirlemelerin ışığında, zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmî, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesi de şudur:Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.
Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır. Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır:
* Demokratik siyaset tanımı ve içeriği
* Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması
* Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri
* Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar
* Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları
* Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması
* Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
* Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi
* Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
* Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa
Tüm bu hususlarda beklenen tarihi gelişmelerin hayata geçebilmesi için, tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP heyeti olarak, tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri, gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz. Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek, emek veren ve verecek olan bütün demokrasi güçlerini selamlıyoruz. Hayırlı uğurlu olsun.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın açıklamalarını hatırlatan Oluç, "Akdoğan, ‘Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. HDP heyeti dün İmralı’ya giderek görüşme gerçekleştirdi. Biz de Sayın Başbakanımızın başkanlığında çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ele almıştık. Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz. AK Parti iktidarı olarak, 12 yıldır akan kan dursun, analar ağlamasın diyerek sessiz devrim niteliğinde adımlar attık. Her türlü sorunun çözüm yeri olarak siyaset kurumunu gördük. Demokrasimiz sorunları konuşabilecek, tartışabilecek, çözüm yoluna koyabilecek imkan ve kaabliyete ulaşmıştır’ diyor. Hatırladınız mı? 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de konuşulanlar bunlardı" diye belirtti.
DOLMABAHÇE MUTABAKATI SÜRECİ
"Bu sözü edilen 10 maddeye kim itiraz edebilir, bunların konuşulmasına kim hayır diyebilirdi?" diyen Oluç, şöyle devam etti: "2,5 yıla yakın bir çabanın sonunda bu noktaya gelinmişti. Peki neden bundan vazgeçildi? Neden herşey yıkıldı? Neden demokratik ve barışçı bir çözümün eşiğinden dönüldü? Özellikle 40 yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmalı dönemde daha önceleri birçok kez denenmesine rağmen başarılamayan silahların tümüyle devre dışı kalmasının ilk defa bu denli ciddi bir olasılık olarak ele alınmasının yolları açılmıştı. 10 maddeden oluşan bu metinde, Cumhuriyetin katılımcı ve çoğulcu bir demokrasiyle buluşup bütünleşmesi kapsamında yapılması gerekenler başlıklar halinde belirtilerek, demokratik siyaset kurumunun izleyeceği yöntemlere işaret edilmişti. Dolmabahçe Mutabakatının duyurulmasıyla birlikte, kamuoyu ve taraflar nezdinde sürecin önemli bir aşamaya geldiği yönünde yaygın ve güçlü bir kanaat ortaya çıkmıştı."
REDDEDİLSE DE O SÜREÇTE KAMUSAL GÖREV YÜRÜTÜLÜYORDU
Dolmabahçe mutabakatı ardından AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını anımsatan Oluç, "Her ne kadar ilerleyen zamanlarda Cumhurbaşkanı farklı gerekçelerle ‘Doğru bulmuyorum, ortada bir mutabakat yok, tanımıyorum’ vb. ifadelerle reddetmiş olsa da yukarıda görevlerini belirttiğimiz toplantı katılımcılarının temsil ettikleri kurumlara bakıldığında görülebileceği gibi esasen bu toplantı, kamusal bir görev ve faaliyet olarak en üst düzeyde birlikte planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin yürütülmesi esnasında yapılan bütün temaslar, girişimler ve görüşmeler devletin ve hükümetin ilgili kurumlarının bilgisi ve onayı dâhilinde gerçekleştirilmiştir.
DÖNEMİN BAŞBAKAN YARDIMCISININ AÇIKLAMASI
Dolmabahçe Mutabakatının uygulanması durumunda o günlerde bu çalışmada yer alacak kimi isimlerin konuşulmaya başlandığını da ifade eden Oluç, şöyle devam etti: " ‘Çözüm Süreci İzleme Komisyonu’ ve ardından bu komisyona parlamento üyelerinin eklenmesiyle oluşacak ‘Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’ gibi kurulların oluşturulmasıyla sürecin ilerlemesinin planlandığı anlaşılmaktadır. Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra çözüm sürecinin kalıcı barış sürecine evrilmesi için izlenecek yol haritası da belirlenmişti. Öncelikle İmralı’ya isimleri dahi net bir şekilde belirlenmiş olan İzleme Heyeti gidecek ve bu heyet huzurunda derinlikli müzakere sürecine geçiş başlamış sayılacaktı. Bundan sonra Sayın Öcalan PKK’ye, Türkiye’ye karşı silahların bırakılması için tarihi belirlenmiş gündemli bir silahsızlanma kongresi çağrısı yapacaktı. Bir adım, sayılı günler kalmıştı, önemli bir eşiğe gelinmişti. Çözüm Sürecinin yaklaşan milletvekili genel seçimlerine kurban edilmemesi için hızlı davranılması gerekiyordu. Ama uyarılara rağmen olmadı. Kürt sorunu budur işte, çözülmemiş olan" şeklinde konuştu.
SÜREÇ BAŞLADIĞI GİBİ PROVOKASYONLARIN ARDI KESİLMEDİ
2009 yılında Oslo görüşmeleri olarak bilinen görüşmelerin başarılı olamamasından sonra, 2012 yılı sonlarına doğru MİT Müsteşarının, İmralı Adasında Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerle başlayan Kürt sorununda çözüm arayışları "çözüm süreci" olarak adlandırıldı. Kürt meselesinde Türkiye tarihinin en ayrıntılı ve uzun müzakerelerini içeren bu süreç, daha önce denenmiş olan diğer girişimlere oranla daha geniş ve kapsamlı bir süreç olarak tarihteki yerini aldı. Süreç başladığı gibi provokasyonların da ardı arkası hiç kesilmedi. Daha görüşmeler kamuoyuna yeni yeni duyuruluyorken, Paris’te üç Kürt kadın Ankara’yla bağlantılı bir kişi tarafından katledildi, bu katliam süreç boyunca kirli provokasyonların süreceğinin işaretlerinden biriydi. Son beş-altı yılda çokça dile getirilen, milletvekillerinin Kandile gitmesi meselesi devlet ve hükümetin bilgisi ve isteği ile birçok defa gerçekleştiği halde, HDP-BDP heyeti kendi başına gidip gelmiş gibi lanse edildi. Fotoğraflar paylaşıldı, sosyal medyada siyasi ahlaktan yoksun linç kampanyaları zaman zaman İçişleri Bakanlığı ve İletişim Başkanlığı eliyle yürütüldü.
HÜKÜMET İZNİYLE HDP HEYETİ GİTTİ
Peki gerçek ne? Çözüm süreci boyunca İmralı Adasına giden BDP-HDP milletvekili heyetleri Öcalan’la yürütülen müzakerelerin sonuçlarını devletin ve hükümetin izni ve talebiyle örgüt yetkililerine iletmek üzere birçok kez Kandil’e gittiler. Zaman zaman Türkiye’de ortaya çıkan sorunlar vali, emniyet müdürü, askeri yetkililerden oluşan bürokratlar, hükümet üyeleri ve örgütle görüşülerek çözüldü. Çözüm sürecinde yürütülen müzakereler sonucu 25 Nisan 2013'te, PKK, bütün silahlı güçlerini Türkiye topraklarından Irak Kürdistan Bölgesine çekeceğini resmî olarak duyurdu. Çözüm ve Barış müzakereleri yürütülürken, 15 Temmuz 2014’te TBMM'den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ adıyla Resmî Gazete'de yayınlanarak yasalaştı. Nisan 2014’te MİT kanununda değişiklik yapılarak görüşmeleri yürüten MİT mensuplarına yasal zırh getirildi.
ÇÖZÜM ADINA YAPILAN NE VARSA SUÇ SAYILDI
Toplumda barış ve çözüm inancı yükselirken, ateşkes açıklamaları ve röportajlar için onlarca gazeteci hükümetin, bürokrasinin, devletin bilgisi dahilinde kamp alanlarına gidip geliyordu. Çözüm ve barış inancıyla binlerce insan çocuklarını görebilmek ve sarılmak için kamp alanlarına gittiler, aileler çocukları barış içinde eve dönecekler diye sevindi. Maalesef bugün o dönemde çözüm adına yapılan ne varsa HDP ve Kürtlere suç sayıldı. Bu konuya tekrar döneceğim. Dedim ya, Kürt yurttaşlar çözüm sürecinde akın akın çocuklarını, akrabalarını, sevdiklerini görmeye gittiler ve bu devletin bilgisi, hatta desteğiyle gerçekleşti. Toplumdaki barışa olan özlem inanılmaz bir enerji ortaya çıkardı. Bunu yaşamamış olanlar anlamakta zorlanabilir belki. Ama gerçek buydu."
KAMPLARI ZİYARET EDEN BAŞKALARINA SORUŞTURMA AÇILMADI
Oluç, başlık başlık sürdürdüğü savunmasının bu kısmında Semra Güzel, hakkında yürütülen sürece değindi. Güzel’in hikayesinin de anlattığı bu süreçten bağımsız olmadığını ifade eden Oluç, şöyle konuştu: "Bir parantez açalım ve Semra Güzel konusuna girelim, sonra tekrar çözüm süreci meselesine döneceğim. Semra Güzel yaptığı yazılı açıklamada, yalnız kendisinin değil milyonlarca insanın geleceğe umutla baktığı, barışı arzuladığı ve Çözüm Süreci olarak adlandırılan süreçte kamplara uzun süredir göremediği sözlüsünü ziyaret etmek için gittiğini ifade etti. Ortalama zekâya sahip her vatandaş, önyargılarından sıyrılarak bu resimlere baktığında gerçekten iki kişi arasındaki duygusal yakınlığı görecektir. Örgüt üyesi olmayan ancak farklı zamanlarda, farklı amaçlarla kampları ziyaret etmiş başkaca kişiler de olmuştur ve bu kişilerle ilgili hiçbir soruşturma başlatılmamıştır. Bu durum, bugüne değin bir kişinin PKK kamplarına gitmesinin değil, gidiş amacına göre suç olarak nitelendirildiğini veya nitelendirilmediğini göstermektedir."
MÜZAKERE GELENEĞİ OLMAYAN BİR DEVLET VAR
Çözüm sürecinin önemine de değinen Oluç, "Müzakere geleneği olmayan bir devlet ve toplum var. Yakın tarihe baktığımızda, tarihsel, toplumsal, siyasal sorunlarını konuşarak, diyalog içinde, müzakere ederek, demokratik bir politik kültürü geliştirerek çözme alışkanlığı ve devlet geleneğinden bahsetmek çok zordur. Aynı şekilde toplumda da böyle bir alışkanlık ve gelenek yoktur. Müzakereci bir demokrasi anlayışı yerleşik olmadığı için daha çok çatışmacı anlayışlar ağır basar ve sorunlar tıkanma noktasında şiddete, zora, hukuksuzluğa başvurularak aşılmaya çalışılır. İşte tüm bu olumsuzluklara rağmen çözüm süreci toplumsal ve siyasal bir denemeydi ve önemli adımlar atılmıştı. Kürt sorununda ilk kez bu kadar kapsamlı bir diyalog ve görüşme süreci yaşandı. Sorunları konuşarak aşma konusunda bir duruş sergilendi. Ama maalesef sonuçlandırılamadı" diye belirtti.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE YAŞANILANLAR
Yasal düzenlemelerin gereken hızda ve içerikte yapılmaması, güven artırıcı adımlar yerine güven yıkıcı girişimlerin ardarda yaşanmasından kaynaklı bu sürecin gelişmesine zarar verdiğini kaydeden Oluç, çözüm sürecinde yaşanılan olumsuz gelişmeleri şöyle sıraladı; " ‘Ya AKP iktidarı, ya Kaos’ ikilemi yaratıldı. ‘HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini yapar’ cümlesiyle kendini gösterdi. ‘Oy yoksa çözüm süreci de yok’ diyen fırsatçı anlayış, halkın çözüm ve barış iradesini hiçe saydı. 18 Mayıs’ta HDP Adana ve Mersin il binalarına eş zamanlı bombalı saldırılar düzenlendi. 5 Haziran HDP’nin Diyarbakır İstasyon Meydanında gerçekleştirdiği ve yüz binlerce kişinin katıldığı mitinge bombalı saldırı düzenlendi. 5 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı. 7 Haziran Seçimlerinde, HDP 80 Milletvekili ile parlamentoya girdi. AKP ise tek başına iktidar olamadı. 29 Haziran 2015’te yapılan MGK toplantısından hemen sonra Çöktürme Eylem Planı devreye konulu. 20 Temmuz’da 33 genç kardeşimiz Suruç’ta canlı bombaların hedefi oldu. 10 Ekim 2015 tarihinde ise onbinlerce kişinin katıldığı "Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi’ şiarıyla Ankara Garı’nda yapılan mitinge karşı yapılan canlı bomba saldırısında 103 kişi hayatını kaybetti."
‘KÜRT SORUNU TANIMLANMADIĞI SÜRECE ÇÖZÜLEMEZ’
Kürt sorunun tarihselliğinden söz eden Oluç, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: "Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunu, Cumhuriyetin temellerine kadar inen yüzyıllık bir sorundur. Kürt sorunu iyi tanımlanmadığı müddetçe çözümü mümkün değildir. Kürt sorununun tanımı ise sorunun nasıl ortaya çıktığı ile ilişkilidir. Kürt sorunu, Kürtlerin kültürlerinin, anadillerinin, kendilerinin inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendileri olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulmasıdır. Kürt sorunu, devletlerin inkârcı yöntemlerle boyun eğmeye zorlamaları, kendi kimliklerine dayalı bir varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmamasıdır. Kürtlerin, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılmasıdır."
‘GÜVENLİKÇİ YAKLAŞIM ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN TEMELİDİR’
Kürt sorunu Kürtlerin kimliklerinin, kültürlerinin, anadillerinin ve kolektif haklarının yok sayılması sorunu olduğunu ifade eden Oluç, ekledi: "Kürt sorunu bu bağlamda aynı zamanda köklü bir demokrasi sorunudur. Demokratik olmayan tüm yaklaşımlar sorunu büyütmekten başka bir işe yaramamıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, 100 yıldır, Kürt sorununa yönelik güvenlikçi yaklaşım çözümsüzlüğün temel nedeni olmuştur. Bu güvenlikçi politikalar belki uygulayan hükümetlere ve bunun arkasında duran devlet aygıtına zaman kazandırmıştır. Baskıyla veya tasfiye ederek zaman kazanma anlayışıdır bu. Son derece sığ ve ertelemeci bir anlayıştır. Ama bu uygulamalar sadece zaman kazandırmıştır. Zaman ise sorunun çözümüne değil çözümsüzlüğünün büyümesine yol açmıştır. Cumhuriyet tarihi bu zincirleme reaksiyonun çok fazla örneği ile doludur.
BİR YÜZYIL DAHA İPOTEK ALTINA ALINIYOR
Kapatma davası, Kürt siyasileri yasaklı hale getirerek tasfiye etme çabası işte bu anlayışın tezahürüdür. Ve bu şekilde ülkenin bir yüzyılı daha ipotek altına alınmak istenmektedir. Ama özellikle belirteyim ki, ne bu yüzyıl teknolojik imkanlar nedeniyle haberleşme ve bilgi alışverişinin ve iletişimin gelişmişliği açısından geçmiş yüzyılla karşılaştırılabilir. Ne de Kürt halkının siyasi ve toplumsal örgütlenme ve mücadele anlayışı, birikimi ve geleneği geçmiş yüzyıla benzer.
DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ MÜMKÜNDÜR
Peki bu sorunun demokratik yol ve yöntemlerle çözümü mümkün değil midir? Mümkündür. Ama bunun için olması gereken, devlet yapısında ve iktidarda bir zihniyet değişikliğidir. Halkları ve inançları dışlayan tekçi yönetim anlayışı Kürt sorununu asla çözemez. 100 yıldır tecrübe edilenin bu olduğu açıktır. Tekçi devlet anlayışı bu kadim toprakları bir kültürler ve halklar mezarlığına çeviren temel anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk, eşitlik ve özgürlüğü hiçe sayan, baskıcı, halkları ve inançları karşı karşıya getiren devlet anlayışının milliyetçilik, mezhepçilik ve erkek egemen ideolojiyi kendisine kalkan ederek büyük yıkımlara ve felaketlere yol açtığı sadece Ortadoğu’da yaşananlar düşünüldüğünde bile açıkça ortadadır.
KÜRTLER ORTAK YAŞAMI KABUL ETMİŞTİR
Bu gerçekler ışığında bakıldığında Kürt sorunu; ülkenin kuruluş sürecinde yapılan hata ve yok saymalardan kaynaklı olarak günümüze kadar gelmiş, ağırlığını 90’lı yıllardan bu yana toplumsal, siyasal, ekonomik olarak hissettiren bir sorun olarak çözülmeyi beklemektedir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türk halkı ile stratejik bir birlikteliği esas alarak ortak vatan idealini yaşatmak isteyen Kürtler, eşit haklar temelinde ortak yaşamı kabul etmiştir. Ancak bu birliktelik 1924 anayasası ile tekçi ve katı ulus inşasının kurbanı olmuştur. Teklik üzerine inşa edilen ulus yaratma politikasının mağduru sadece Kürtler olmamıştır. Bu tarihsel zulüm nedeni ile Kürtler, Lazlar, Boşnaklar, Araplar, Asuri-Süryani, Ermeni, Gürcü, Alevi, Hristiyan, Musevi, Arap, Çerkez, Türkmen, Mıhellemi, Ezidi, Romanlar gibi halklar ve kültürler ile İslami grup, cemaatler ve özellikle kadınlar büyük baskı cenderesi altına alınmıştır.
OSMANLI’DAN TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİNDE SORUN DERİNLEŞTİ
Tarihin en ağır yıkımlarından birini yaşamış olan Kürt halkı ise kendisine uygulanan bu tarihsel kötülüklere karşı amansız bir mücadele vermekte, direnmekte ve bugün gelinen noktada her şeye rağmen demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve halkların birlikteliğini esas alan toplumsal birarada yaşamda ısrar etmektedir. Bu son derece önemli bir özelliktir. Osmanlı Devleti’nden modern Türkiye’ye geçiş aşamasında Kürt sorunu iyice belirginleşmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca ‘eşkiyalık’, ‘feodalizm’, ‘asayiş problemi’, ‘geri kalmışlık’ ve ‘modernizm karşıtlığı’, ‘dış mihrakların oyunu’ şeklinde tanımlanan Kürt sorunu son dönemlerde de aynı karmaşık tanımların içinde net bir isim bulamamaktadır. Son derece garip bir yaklaşımdır bu. Kibirli, benmerkezci, üstün dil ve ırk anlayışına dayalıdır. Eşitlik karşıtıdır.
1990’LI YILLAR
Kürt sorununun bugün net bir tanımının yapılamıyor olmasının temel sebebi resmi tarih tezleri ile reel tarih arasındaki derin farklılıktır. Örneğin yakın tarihimizde 90’lar son derece karanlık bir dönemdir. O yıllar boyunca Kürt sorununu şiddet temelinde ve güvenlikçi politikalarla çözme yöntemi askerin siyaset üzerindeki vesayetini güçlendirmiş ve orduyu siyasetin üzerinde bir konuma yerleştirmiştir. 90’larda yoğun çıplak şiddet ve kontrgerilla faaliyetleri kullanılmıştır.Özellikle, 1992-1993 yıllarında Kürt sorununun militarizasyonunda bir eşik aşılmış, ‘düşük yoğunluklu çatışma stratejisi’ çerçevesinde, bölgede 1987’den beri devam eden OHAL yönetiminin yanı sıra, formel-enformel ve legal-illegal bağlantılarıyla paramiliter bir makine inşa edilmiştir.
KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEYİ BEKLEMEKTEDİR
Lafı çok uzatmadan bir kez daha belirteyim ki, Kürt sorunu siyaset kurumunun önünde çözülmeyi beklemektedir. Şiddetle çözülemeyeceği çok açık olan bu sorunun çözümünün tek yolu demokratik ve barışçı yol ve yöntemlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti? Diyarbakır'da yaptığı konuşmada ‘Sorunun adını doğru koyalım. Bu sorun Kürt Sorunudur, sadece Kürtlerin değil hepimizin sorunudur. Bunu çözmek boynumuzun borcudur!’ Söyleyenler unutmuştur diye hatırlatıyorum. Durum aslında bu kadar açık ve net olmasına rağmen çözümsüzlükte ısrar edenler bu ülkenin iyiliğini istemeyenlerdir. Sadece yakın tarihe baktığımızda bu çözümsüzlük siyasetinin ülkemizden neler götürdüğünü çok rahatlıkla görebiliriz.
ÇÖZÜM SÜRECİ FIRSATTI
Türkiye, demokratik diyalog ve barışçı çözüm yöntemiyle Kürt sorununu çözebilseydi çatışma için harcanan bu paralar eşit ve adil bir ekonomi için harcanabilecek ve birçok toplumsal, ekonomik sorunu daha kısa zaman içinde ve daha rahat bir şekilde çözmüş olacaktı. 2013 yılında başlayan çözüm süreci bu nedenle de son derece önemliydi ve tarihsel bir fırsattı.Çözüm sürecinin başlamasında temel amaç; Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümü, özgürlükçü yeni bir Anayasa ile tüm Türkiye halklarının ve inançlarının dâhil olduğu Demokratik Ulus perspektifinde yeni bir düzenin inşası, halkların eşit bir hukuk temelinde bir arada yaşayacağı bir barış modelinin oluşturulmasıydı.
GÜVENLİKÇİ POLİTİKALAR BUGÜN DE SÜRÜYOR
Barışı, müzakereyi, demokratik yol ve yöntemleri tercih dışı bırakan iktidar anlayışları ile Türkiye geçmişten miras aldığı çözümsüzlük sonucu ortaya çıkan kayıpları geleceğe de bu anlayışla taşımaktadır. İkinci yüzyılda Türkiye, demokratik cumhuriyetin kurulacağı ve barış içinde yaşatılacağı bir Türkiye olacak ise en büyük anahtar Kürt Sorununun demokratik yollarla çözümünün ivedilikle gerçekleştirilmesi olacaktır. Çözüm süreci bu nedenle önemliydi. Ama konuşarak, diyalogla, müzakere ederek, toplumsal uzlaşmayla bu sorunu çözmek isteyenlerle güvenlikçi politika ve uygulamaları benimsemiş olanlar arasındaki kapışma aslında çözüm sürecinin içinde de sonrasında da sürdü ve bugün de sürüyor."
BAŞI DİK SAVUNUYORUZ
Oluç, savunmasının bu kısmında ise çözüm sürecinin yargılanmasına dair açıklamalarda bulundu. Oluç, "Biz dün ne dediysek bugün de aynı zihniyetle davranıyoruz. Barış, çözüm ve demokrasi, adalet, eşitlik tek çıkış noktamızdır, aksi takdirde yüzyıldır yaşadığımız bu trajedi tekrar edip duracak. Bugün bizi çözüm sürecinde kendilerinin de talep ettikleri müzakereleri yürüttüğümüz için suçlu ilan edenlere soruyoruz, biz kendi kendimize mi bu süreci yürüttük? Nerde valiler, askerler, mit üyeleri, hükümet yetkilileri, siyasiler?Masa yıkıldı, bunca ölüm ve yıkımdan sonra neyi çözdünüz? Bugünün tekçi iktidarı, tıpkı 1990’ların aktörleri gibi karanlık ve suçla dolu bir tarihin parçası oldu, ama biz yine aynı şeyleri başı dik alnımız açık savunuyoruz" dedi.
‘ONUR DUYACAĞINIZ GELİŞMELERİ ANLATIN DİYE UĞRAŞIYORUZ’
Gerçek bir çözüm gerçekleştiğinde bedel ödemiş, onurlu bir ömürle çocukları ve torunlarına bu günleri anlatacaklarının altını çizen Oluç, şöyle konuştu: "Sizler ne anlatacaksınız çok merak ediyoruz… Yapılan baskı ve zulmü anlatmayın, onur duyacağınız gelişmeleri anlatın diye uğraşıyoruz. Çözüm sürecine dönelim tekrar. Aslında HDP’yi kapatma davasından da, Kobani kumpas davasından da bildiğimiz gördüğümüz bir gerçek var. Hepsinde niyet ve hedef çözüm sürecinin ve aktörlerinin, yapılanların yargılanması ve mahkum edilmesidir. Şimdi bu hedef HDP ve HDPliler üzerinden sürdürülmektedir. Ancak niyet daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Ve bu niyet aslında çözüm sürecinde çeşitli defalar ortaya konmuş, başarılı olunmayınca, şimdi yeniden ısıtılmıştır.
ÇÖZÜM SÜRECİNİ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Öncelikle çok açık ve net bir şekilde, hiç eğip bükmeden, ama-fakat demeden belirtelim ki, çözüm sürecinde yapılan görüşme, temas ve açıklamalar yargılama konusu yapılamaz. Biz bunları beyhude çabalar olarak görüyoruz. Bizler o dönemde yapılanları yanlış bulmuyoruz. Elbette ki her müzakere sürecinde eksikler veya konjonktürel hatalar yapılır ve yapılmıştır da. Bunların değerlendirilmesi ve özeleştirisi elbette yapılabilir, bizler de bunu kısmen yapmışızdır. Ama bir bütün olarak diyalog, müzakere yoluyla tarihsel ve toplumsal, siyasal bir sorunu demokratik ve barışçı yollarla çözme çabası doğrudur ve bunu söylemeye savunmaya devam edeceğiz."
DİYALOG VE MÜZAKERE VURGUSU
Çözüm sürecinde devlet tüzel kişilerinin de her görüşmede yer aldığını aktaran Oluç, Çözüm sürecinde çıkarılan 6551 sayılı yasayı hatırlattı. Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan Kürt sorunun çözümüne dair yaşanan sürecin kriminalize edilmesinin farklı yöntemlerle geliştirilecek süreçlerinde önüne geçeceğinin altını çizen Oluç, " Daha da önemlisi özel bir yasayla her türlü sorumluluktan muaf olunacağı düzenlendiği halde kişi ve/veya kurumların bu şekilde suçlanarak yargılanıyor olmaları adeta ‘devlet eliyle kurulan bir tuzağa’ çekildikleri anlamına gelecektir. Yaşanan maalesef budur. HDP, demokratik siyasetin tüm siyasal ve toplumsal sorunlar için gerçek bir çözüm zemini olduğunu, bu çerçevede demokratik uzlaşının sağlanmasında diyalog ve müzakere yürütmeyi kalıcı çözümler için yegâne yöntem olarak benimsediğini her fırsatta dile getiren bir partidir" dedi.
HDP’nin bütün kurullarınca Kürt sorunu başta olmak üzere siyasal/toplumsal sorunların müzakere edilerek nihai bir çözüme kavuşturulmasında tarihi bir fırsat olarak görülen çözüm sürecinin akamete uğratılamadan devam ettirilmesi için istikrarlı ve kararlı bir tutum benimsendiğini söyleyen Oluç,"Ne yazık ki, bütün çabalar bu yargılama ve mahkum etme üzerine yoğunlaşmıştır. Nasıl ve neden akamete uğramış olursa olsun, HDP çözüm sürecinin parçası olmaktan onur duymaktadır. Çözüm sürecinin HDP üzerinden yargılanması da Kürt sorunudur işte. Nedir diye soranlara söylüyorum" ifadelerini kullandı.
ÇÖKTÜRME PLANI
2014 Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) alınan "Çöktürme Planı"na da değinen Oluç, şöyle devam etti: Ancak çözüm sürecinin bitirilmesi sonrasında yaşananlar aslında bu planın devreye konulduğunun ve Kürt sorununu’nun çözümüne karşı halen devrede olduğunun açık göstergeleridir. Bu planın içinde hukuk yoktur, demokrasi ve evrensel insan hak ve özgürlükleri yoktur. Evrensel hukuk ilkeleri yoktur. Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası demokratik sözleşmeler yoktur. 2015’ten bu yana yaşadıklarımızın tamamı bu plan dahilinde gerçekleşmiştir ve halen de gerçekleşmektedir. Tam bir siyasi kırım planıdır bu. Kent ablukaları döneminde yaşananlar, sınırlar içinde ve ötesinde yürütülen operasyonlar, yerel yöneticilerin (Vali, kaymakam ve üst rütbeli askerlerin) siyasetçilerle temasının kesilmesi ve etkilerinin azaltılması, tvler, radyolar, gazeteler gibi medya alanında yapılan yasaklamalar, basın faaliyetlerinin engellenmesi ve gazetecilerin tutuklanması, yerleşkelere giriş ve çıkışların kapatılması veya sıkı denetimi ve buna benzer birçok adımın ve uygulamanın bu plan dahilinde ve hukuksuz biçimde yürütüldüğü çok açıktır.
HESABINI HALEN VERMEDİNİZ
İlginç bir detaya değinmeden geçmek yanlış olur. Bu işlerin emirlerini verenlerin ve uygulayanların, özellikle kent ablukalar döneminde, önemli bir kısmının 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklanması, yargılanması ve ceza alması ise son derece önemli bir detaydır. Bunların bir kısmının üst düzey ve bölgesel general rütbeli askeri komutanlar olarak Meclisin bombalanması dahil olmak üzere pek çok suçla ilişkilendirilmesi de. Bunun hesabını halen vermediniz. Bunu konuşmaktan kaçıyorsunuz.
KUMPASIN PARÇASI OLARAK KULLANILIYORSUNUZ
Elbette bu planın son derece önemli bir parçası da partimize dönük yapılanlardır. Bunun bir parçası yerel yönetimlerde atanan kayyımlar ve halkın seçim iradesinin gaspıdır. Diğer parçası da 2016’da dokunulmazlıkların Anayasaya aykırı biçimde kaldırılması, 4 Kasım 2016 siyasi darbesi ve sonrasında yaşananlardır. HDP’nin demokratik siyasetten tasfiyesi için her türlü desteğin verilmesi de güvenlikçi zihniyetin vardığı son noktadır. Temel hakların ve hukuk kurallarının ihlalinin zeminidir bu plan ve uygulamalar. Vekillerimize gelen bin 200’den fazla fezleke, konuşana konuşmayana soruşturma açılması talebi hep bu yaklaşımın ürünüdür. Kapatma davası da Kobani kumpas davası da bu planın parçalarıdır işte. Milletvekillerinin düşürülmesi, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları, dokunulmazlığın kaldırılması, Demokratik siyasetten ve yerel siyasetten tasfiye planının parçalarıdır. Biz bugün burada Semra Güzel vekilin dokunulmazlığının kaldırılmasını konuşuyoruz. Bu da aynı planın bir parçasıdır. Siz kendiniz icat ettiğiniz zannetmeyin. Siz hepiniz kumpasın bir parçası olarak kullanıyorsunuz."
40 YILDIR BÜYÜK BİR ÇATIŞMA SÜRÜYOR
Dokunulmazlığı kaldırılması istenen HDP’li Güzel’in Meclis çalışmalarını anlatarak, " Bunları anlatmamın sebebi Semra Güzel’in demokratik siyaset alanındaki kararlı duruşunu vurgulamak içindir. Bunun ne kadar değerli olduğunu anlamak istemeyen bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Bu ülkede neredeyse 40 yıldır büyük bir çatışma sürmektedir. Bu süreçte 50 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, binlerce köy/mahalle yakılmış, boşaltılmış, milyonlarca insan göçe zorlanmıştır. Yüzlercesi sürgünlerde memleket hasretiyle yaşamını yitirmiştir.
HER EVDE BİR KAYIP VAR
Bugün Diyarbakır, Van, Mardin, Bitlis, Siirt, Batman, Ağrı, Hakkâri, Şırnak, Muş, Kars, Iğdır veya Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı herhangi kente; İstanbul’un, İzmir’in, Mersin’in Adana’nın Kürtlerin yoğun yaşadığı mahallelerine gidildiğinde her birinin evinde mutlaka ya bir tutuklu ya da bir kayıp olduğu görülecektir. Hatta çoğu zaman birden fazladır bu kayıp ve tutuklular. Yakınlarından, sevdiklerinden bir haber; kayıplarından bir cenaze bekleyen binlerce aile vardır bu topraklarda. Kimi için abi, kardeş, anne, baba, kimi için dayı, teyze veya sevgili. Siyasetin işi bunu yok saymak değil. Bu hem ahlaki hem de politik bir görevdir bunu düşünmek ve çözüm yolları üretmek. Siyasetin ve siyasetçilerin yükümlülüğüdür bu.
KÜRT SORUNU ANLAMA YOKSUNLUĞUDUR
Bu; ülkenin yüzyıllık tarihi, gerçekliğidir. Adına ister Kürt sorunu deyin isterse başka birşey. Kürt sorunu vardır ve bu ülkenin en ağır ve en temel sorundur. Ocağına ateş düşmeyen aile yok gibidir. Meclis grubumuzda da ailesinde yakınlarını, sevdiklerini, akrabalarını, arkadaşlarını kaybetmiş olan vekillerimiz vardır. Düşmanlık değil kardeşlik duygularının demokratik siyasete yön vermesidir. Acının intikam duygularına değil aklı selime yönelmesidir. Kürt sorunu budur işte. Çözülmemiş olan da budur. Karşılıklı anlama ve saygı duyma yoksunluğudur aynı zamanda. Semra Güzel’in yaşadığı insani duygular ve sonuçları Kürt sorununun bir yansımasıdır."