Toplumsal mücadele bu dönem daha da yükselecek

Toplumsal mücadele bu dönem daha da yükselecek
Artı TV'de yayımlanan Söz Sırası programının konuğu İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan oldu.

Öztürk TÜRKDOĞAN


ARTI GERÇEK-Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin başlangıç metninin birinci paragrafını okumak her zaman için çok önemlidir. İnsanlık ailesinin tüm üyelerinde bulunan onurun ve onların eşit ve ayrılmaz haklarının tanınmasının dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışının temeli olduğu açık bir şekilde belirtilir, bu paragraflarla başlanır ve diğer insan hakları değerlerinden bahsedilir. Bu değerlerin koruma altına alınması, geliştirilmesi amacıyla da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin maddelerine geçilir. Buradan hareketle de Birleşmiş Milletler, 9 temel sözleşme kabul etmiştir ve dünyada bu değerlerin savunulması noktasında bir sistem kurmuştur. 

Gelelim Türkiye'ye. Türkiye'de insanlık ailesinin bireylerinin hepsinin onuruna devredilmez haklarına vurgu yapılır. Türkiye'de öyle miyiz? Türkiye'de bir kere etnisiteler resmen kabul edilmiyor, farklı inançlar kabul edilmiyor. İnsanların etnik inanç ve kimliğinin kabul edilmediği bir yerde salt bir onurdan bahsetmek mümkün mü? Bu soruyu hep sormak gerekir. Kaldı ki zaten işkence ve kötü muamele, insan onuruna aykırı davranışlar söz konusu olduğunda  da durumun çok parlak olmadığını belirtmek gerekiyor. Türkiye'de hala insanlar kaçırılabiliyor, kayıt dışı gözaltına alınabiliyor, insanlar bu tip kayıt dışı mekanlarda işkence ve kötü muameleye uğrayabiliyor, hapishanelerde ve sokaklarda polisin müdahalesi sonucunda her türlü işkence, kötü muamele ve onur kırıcı davranışla karşılaşabiliyor. Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nu hatırlatmak istiyorum. Özellikle çıplak arama konusunu daha güncel bir şekilde gündeme getirdiği için maalesef hedef tahtasına kondu ve şu anda kendisi mağdur edilmek isteniyor. 

Peki özgürlük konusunda neler söyleyebiliriz? Neredeyse açık cezaevine döndü ülke. Kapalı cezaevinde zaten yeterince siyasi mahpus var. Kapalı cezaevine konmayan insanlar da, adli kontrol, yurtdışı çıkış yasağı, ev hapsi gibi uygulamalarla yüz binlerce insanın kontrol altına alındğını rahatlıkla vurgulamak gerekiyor.

Peki adalet? Demirtaş ve Kavala AİHM Büyük Daire Kararları'nın uygulanmadığı bir ülkede adalet gerçekten yara almıştır. Cumartesi Anneleri'nin eylemi, Türkiye'nin en uzun soluklu adalet arama eylemidir. Adalet arama eylemleri 700. haftada yasaklandı, müdahaleye uğradılar, darp edildiler, gözaltına alındılar ve şimdi onlara Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefetten dava açıldı. 27 Mayıs 1995'ten bu yana oturdular, defalarca gözaltına alındılar, soruşturma geçirdiler ama ilk defa bu dönem onlara dava açıldı. Aslında adaletin ne kadar hırpalandığının tipik bir örneği olarak vurgulayabiliriz.

Barış? Savaşa karşı çıkan insanlara, barış isteyen insanlara dava açılıyor. Halbuki savaş propagandası yapan insanlara dava açılması gerekirdi. Bu konuda çok sayıda siyasiye, aktiviste davalar açıldığını ve durumun parlak olmadığını vurgulamak gerekiyor. 

Korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğümüz var. Peki iktidar ne yapıyor? İktidarın görevi, Türkiye'nin tarafı olduğu sözleşmelerde de kayıt altına alındığı gibi insanları korkudan kurtarmak için insan haklarına uymaktır. Ama Türkiye'de tersiyle karşı karşıyayız. Yargı yoluyla baskı politikası yaygınlaştı. İnsan Hakları Eylem Planı açıklanmıştı ve bu eylem planının bir iyi niyet belgesi olduğunu ve asgari taleplerin yerine getirilmesine dair taahhüt olduğu açıklanmıştı. Ama iktidarın güvenlikçi politikalarını uygulayan aklı, Cumhur İttifakı'nın o küçük ortağının aklı, iktidarı tamamen esir almış durumda. İHD'nin başkanını da gözaltına alarak topluma şu mesajı veriyor; "ben istediğimi yaparım, sizi korkuturum, sizi yıldırırım , sizin hiçbir güvenceniz yoktur, istediğime istediğim gibi muamele yaparım..." Peki bu mu? Toplum buna "hayır" demiştir. Toplum buna karşı çıkmıştır. Hem Türkiye'deki demokratik muhalefet, hem uluslararası insan hakları hareketi buna itiraz etmiştir. Korku politikasının artık bu toplumda karşılığı yoktur. Bu 20. yüzyılda kalmış güvenlikçi kafanın artık değişmesi gerekiyor. 

Son bir haftada yaşadıklarımız, dayanışma, dostluk ve destek mesajları, ziyaretleri, açıklamaları gösteriyor. İktidarın korku politikasının artık toplumda bir karşılığı yoktur, iktidar 20. yüzyılda kalmış güvenlikçi anlayışını mutlaka değiştirmeliir. 

Hepimizin yoksulluktan kurtulma hakkı var. Pandemi döneminde ne oldu? Türkiye daha fazla yoksullaştı, işsizlik arttı, enflasyon arttı, faiz arttı... Kamu emekçileri bir kaç gündür KESK öncülüğünde Ankara'ya yürüyorlar. Bugün yine taleplerini ifade edecekler. Sadece karşı karşıya kaldıkları OHAL hukuksuzluğunu değil, ücretlerin erimesini, enflasyonu, hayat pahalılığını şikayet edecekler ama yaygın medyada görmüyoruz. İktidar her tarafı manipüle etmiş. Halbuki hepimizin talebini haykırıyorlar. Bu dönem, yoksulluktan kurtulma noktasındaki toplumsal mücadelenin yükseleceğini ifade etmek istiyorum. 

İfade özgürlüğü konusunda zaten söyleyeceğim çok şey yok. Gazeteci arkadaşlarımızın maruz kaldığı hukuksuzluklar, gözaltı ve tutuklamalar tabloyu olduğu gibi gösteriyor. Hepimiz konuştuklarımızdan dolayı yargılanıyoruz. Böyle bir ülke olabilir mi? Avrupa Konseyi'nin, AİHM'in, Venedik Komisyonu'nun raporlarında bu konu defalarca eleştiriliyor ama malesef Türkiye'de pratikte çok fazla bir şey değişmiyor. 

İnanç özgürlüğü konusunda şunu ifade edebilirim; en son açıklanan eylem planında Alevilerin olmaması, vicdani ret hakkına değinilmemesi meselenin görülmek istenmemesinin tipik bir örneği.

Peki bütün bunlara katlanmak zorunda mıyız? Kesinlikle değiliz. Zulüm ve baskıya karşı direnme hakkımız var. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde de uygun bir dille tanımlanmış. Bizler bunları kabul etmek durumunda değiliz. O nedenle hepimiz haklarımızın güvence altına alınacağı, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirileceği noktasında direnme hakkımızın olduğunu çok rahatlıkla vurgulamak istiyorum. 

Kürt siyaseti direniyor. HDP'ye açılan kapatma davası inanılmaz. İnsanlar hakkında devam eden soruşturma ve davalara dayanarak siz bir siyasi partiyi nasıl kapatmaya kalkarsınız? Peki bu baskı politikasını uygulayan siyasi partilere ne olacak? Eğer bu anayasa demokratik ilkeleri gerçekten eşit şekilde uygulayacaksa, bir yanda baskı uygulayan siyasi partiler var bir de baskıya maruz kalan siyasi partiler var... Bu konuda söylenecek elbette çok şey var. 

Türkiye ve dünya insan hakları hareketi bu son dönemlerde gerçekten dayanışma içerisinde. Demokrasiden yana, sivil kesimler dayanışma içerisinde ama bir yanda devletler var onlar da kendi aralarında dayanışma içerisinde. Ekonomik ve siyasi çıkarları için dayanışıyorlar. Ama bizler onlara bu uluslararsı insan hakları belgelerindeki hakları hatırlatacağız. Dayanışmanın, işbirliği ve insan haklarından yana olduğunu göstereceğiz. AB'nin Türkiye'ye havuç-sopa politikasını değiştirmesi gerektiğini, insan haklarından yana tavır alması gerektiğini hatırlatacağız. Avrupa Konseyi'ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni hatırlatacağız. BM'ye Birleşmiş Milletler'in temel sözleşmelerini hatırlatacağız. Dünyadaki sivil aktörler olarak bu belgelerdeki değerlerin korunması noktasındaki mücadelemizi geliştireceğiz. 

Kadın erkek eşitliği konusunda söylenecek çok şey var. Sadece cinsel kimlik değil cinsel yönelim kimliğinin kabul edilmesi notkasında da yapılacak çok şey var. Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çıkması özellikle cinsel yönelim hakkının inkarı anlamına gelmektedir. Buna karşılık LGBTİ+ bireylerle birlikte tam eşitliğin sağlanacağı mücadele hattının örülmesi zorunludur. Bu konuda Türkiye'de kadınların yeteri kadar mücadele deneyimi vardır ve bu mücadele ile sonuç alınır. 

Geldiğimiz noktada Türkiye'nin sorunları çığ gibi büyümüştür. İktidar bu sorunları çözmek için yeni ve sivil anayasa kavramını ortaya atmıştır. Türkiye'deki sorunlar yeni, sivil ve demokratik bir anayasa ile çözülebilir. Ama bunun çözümü nereden geçiyor? Demokratik muhalefetin, siyasi muhalefetin, demokrasi ve insan hakları değerleri ortak paydasında bir araya gelmesi, Türkiye'de yeni bir siyasi oluşturması yani yeni bir siyasi iktidarla ancak mümkündür. Dolayısıyla Türkiye'deki siyasi ve toplumsal muhalefetin artık bunu görmesi gerekiyor. Mevcut Cumhur İttifakı'nın bu kadar yıpranmışlıktan ve güvenlikçi politikalarından sonra insan hakları ve demokrasiye dönmesini beklemek aşırı iyimserlik olur. Türkiye'deki siyasi, toplumsal ve demokratik muhalefetin bir an önce kendine gelmesi ve Türkiye'de yeni bir siyasi iktidarla, yeni bir sayfa açılabileceği gerçeğini kabul etmesi ve ancak o zaman Türkiye'nin devasa sorunlarının çözümünde yeni bir şansımız olduğu gerçeğini kavraması gerekir. Bu noktada bir kişi olarak, birey olarak, bir kurumun başkanı olarak insan hakları ve demokrasi mücadelesindeki yerimi alıyorum. 

Öne Çıkanlar