Belhanda kararının siyaset ile ilişkisi
Emre CAKA
ARTI GERÇEK- Geçtiğimiz hafta Galatasaray - Sivasspor karşılaşması sonrası yayıncı kuruluşa açıklamalarda bulunan Belhanda, yönetimi eleştirmiş, yöneticilerin televizyonlara çıkmalarından çok işleri ile ilgilenmeleri gerektiğini söylemişti. Belhanda, sahanın zemininden şikâyet etmesinin karşılığını kulüpten gönderilerek aldı. Şampiyonluk iddiasını sürdüren Galatasaray'da bu hamle sportif açıdan tartışmaya açık ancak biz burada, 'bu ülkede alanı ne olursa olsun her eleştirenin bir vesile ile cezalandırılmasını' irdeleyeceğiz.
Futbol, kimi zaman kitlelerin afyonu olarak nitelendirilen, kimi zaman kişilerin ruh ve beden sağlığını güvence altına alarak günlük yaşamın gerginliğini azaltan bir unsur olarak değerlendirilir. Ludwig John sporu, ‘yurtsever, hiyerarşik ve otoriter bir devlet eliyle ulusal birliği örgütleyen bir eğitim aracıdır’ şeklinde tanımlamıştır. Birçok ülke John'un tanımını doğrularcasına spor ile ilişkisini bu temelde geliştirmiş, uluslararası müsabakaları 'milli mesele' (Türkiye açısından en popüleri İsviçre olabilir) noktasına getirerek 'ulusal birlik' , 'kenetlenme zamanı' cümleleri ile ülke sorunlarını halının altına atmayı başarmışdır. Türkiye üzerinden örnek vermek gerekirse; 1980 darbesinde futbolun, sadece 1 hafta ara verildikten sonra oynatılması, 90'lı yılların başında Kürt sorununun üzerini kapatmak için Turgut Özal'ın futbolun içine dalması, ortalarında ve 90 sonlarında 'Avrupa fatihi' Galatasaray'ın başarıları ve 2000'li yıllarda ekonomik kriz ile çalkalanan Türkiye'nin meşhur Dünya Kupası 'başarısı'nı söyleyebiliriz. Günümüzde ise en çarpıcı örnek pandemindeki tedbirlerin ilk olarak futbolda esnetilmesine örnek verebiliriz.
DEMİRTAŞ, FUTBOL, AİHM VE YİNE İLK TÜRKİYE
5 yıldır cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş için geçtiğimiz aylarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, (AİHM) 'Derhal serbest bırakılmalı' kararı vermişti. Bu karar aynı zamanda emsal karar olarak binlerce siyasetçinin cezaevinden çıkması anlamına geliyordu. Ancak AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Bizi bağlamaz" çıkışının ardından tartışmalar başka bir boyut aldı. AİHM'in 18. maddeden 'Seçme ve seçilme hakkının ihlali' kararını Türkiye adına ilk kez veriyor olması ve Türkiye'nin kararı yerine getirmemesi 'Türkiye'nin Avrupa ile siyasi dengelerinin değişebileceği' olarak yorumlandı.
AİHM'in yine Türkiye adına ilk olarak imza attığı kararlardan bir tanesi de futbolda oldu. Karar, Trabzonspor'un eski oyuncularından Ali Rıza tarafından açılan davada verildi. AİHM, geçtiğimiz yıl verdiği kararda, "Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Tahkim Kurulu'nun 'bağımsız ve tarafsız bir organ' olmadığını ve yapısının değiştirilmesi gerektiğini" belirtti. Bu karar, sporda uyuşmazlıkların çözümü ve tahkim mekanizması hakkında hem Türkiye hem de Avrupa hukuku açısından örnek teşkil ediyordu. Ve bu kararda da AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanmayla ilgili maddesinin açıkça ihlal edildiğini söylüyordu. Demirtaş kararında iktidarın yaptığını, Ali Rıza kararında da TFF yapıyor, farklı gerekçeler sunarak dosyayı başka bir boyutu ile mahkemeye yeniden taşıdı.
İKTİDAR YANSIMASI
Belhanda yayıncı kuruluşa, "... Galatasaray yöneticilerinin bir çözüm bulması lazım. Bizlerin, futbol oynadığımızı biliyorlar. Pas vermeyi, pasları ikilemeyi seven insanlarız. Bir çözüm bulmalısın. Hiç durmadan Twitter’da Instagram’da kendini seyretmemek, basında olup bitenlere bakmamak lazım. Gel statla ilgilen. Sahada mücadele eden, oynayan biziz. Dolayısıyla hafta sonu oynayabilmemiz için her şeyleri yapmaları ve oynamak için iyi koşulları sağlamaları gerekiyor. Antrenman merkezimiz bile buradan daha iyi. Bu normal mi? Üstelik her gün Florya’da antrenman yapıyoruz. Florya’daki saha buradan iyi. Bu normal mi? Bu normal değil" ifadelerini kullanmıştı.
Yöneticileri eleştirmesi sonucu tek taraflı olarak Galatasaray yönetimi tarafından sözleşmesi fesh edilen 31 yaşındaki futbolcunun takımdan gönderilmesi, TFF'nin, Erdoğan tarzıyla AİHM'e karşı çıkması misali, tek başına 'yönetici kararı' olarak ele alınamaz. Daha geçtiğimiz hafta 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' kararı ile iktidarı eleştiren oyuncu Metin Akpınar'a soruşturma açılması, cezaevlerindeki işkence ve çıplak aramaları gün yüzüne çıkaran Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmek istenmesi, onlarca gazetecinin gözaltına alınması - tutuklanması, televizyonların karartılması, radyoların kapatılması, kayyım rektörü eleştiren öğrencilerin evlerine adeta tank ve tüfekle girilmesi, kendilerini eleştiren derneğe "Canı çıkacası dernek" denmesi, kendilerine muhalif partinin seçmenlerine, "Lanet olsun oylarına, onların oylarının Allah belasını versin" denmesi...
Nasıl ki kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını, doğa talanını, hayvanlara işkenceyi, tarihi dokulara tahribatı, savaş söylemlerini ve ırkçılığı iktidar politikalarının yansıması olarak görüyorsak, Galatasaray yönetiminin Belhanda hakkında verdiği kararını da böyle görmeliyiz. Eleştirenin ne iş yaptığından bağımsız bir vesile ile kendi iktidarı tarafından cezalandırılması 'Ön teker nereye giderse arka teker de oraya gider' sözünü hatırlatıyor.
"90'lı yılları yeniden yaşıyoruz" söyleminin ayyuka çıktığı bugünlerde, Galatasaray yönetiminin, ifade özgürlüğü kapsamındaki sözlere "Ya sev, ya terk et" zihniyeti ile yaklaşması tesadüf olamaz.
Belki çok söylendi ama tekrar ve tekrar hatırlatmakta fayda var; Hayat futbola fena halde benzer.