'Vasatın da altındayız, Bayağıistan'a doğru gidiyoruz'

'Vasatın da altındayız, Bayağıistan'a doğru gidiyoruz'
Yeme-içme yazarı Vedat Milor'a göre 'Toplumda kolektif bir gerginlik var. Vasatlık da kolektif gerginlikle ortaya çıkan bir nevi hastalık.'

Gastronomi dünyasının tanınmış ismi, yeme- içme yazarı Vedat Milor sosyal medyayı kullanmaya başladıktan sonra fenomene dönüştü. Yeme-içme yazarı olarak kaleme aldığı restoran eleştirileri de sosyoloji hocası olarak yaptığı Türkiye analizleri de büyük ilgi görüyor. Hürriyet'ten Hakan Gence'ye konuşan Milor kendisi hakkında bilinmeyenlerin yanı sıra "Sadece yiyip-içip geziyor üstüne birde para alıyor, hayat ona güzel" eleştirlerine de yanıt verdi. Söyleşinin dikkat çeken kısımları şöyle:

-Kısa süre içinde sosyal medya fenomeni oldunuz. Bir gurme olarak sosyal medyayla sınavınız nasıl gidiyor? 

Ben kendimi gurme olarak görmüyorum ki! Gurmelik bana başkalarının verdiği bir ad. 

-Ne olarak görüyorsunuz?

Sosyal entelektüel. Sosyal entelektüel birinin de her kesimden insanla etkileşimde olması gerekir.

 -Kimdir sosyal entelektüel?

Farklı bakış açılarını göstererek yaşamı zenginleştirip derinleştiren kişi.

-Peki size gurme denmesinden de rahatsız mısınız?

Evet. Gurmeden ne kastedildiğini anlamıyorum. Tanımı belli olmayan bir şeyden de rahatsız oluyorum. Benim seçici bir damağım var.

-Sosyal medyaya dönersek... Twitter’ı keşfetmek için biraz geç kalmadınız mı?

Normal. Ben her şeyi geç keşfeden biriyim çünkü popüler kültürden uzak yaşıyorum. Kendi dünyamdan çıkıp olayları anlamam için zaman gerekiyor. Twitter’la tanışmamın en önemli nedenlerinden biri kızım. O büyüdükçe bunları keşfedip bana gösteriyor. 

-Sık sık attığınız tweet’lerle gündem oluyorsunuz. Ve asla durmuyorsunuz... Amaç, popülerliğinizi devam ettirmek mi?

Zaten popüler olduğumu sanıyorum. Amaç, yaşadığımı anlamak. Artık televizyonda program yapmadığım için beni takip edenlerle etkileşimin gazete dışında, sosyal medyada da çok etkin olduğunu düşündüm.

-Twitter’da patlamayı "Menemen soğanlı mı soğansız mı olmalı" sorusuyla yaptınız. Ardından "Doblo nedir, bilmiyorum" dediniz. Bunları biraz da ses getirme dürtüsüyle mi paylaştınız?

Hayır, niyetim tartışma yaratmak değildi, merak ettim. Doblo’yu da yemin ederim, bilmiyordum. Türkiye’deyken zaten Adalar’da yaşıyorum, orada da polis arabası ve ambulans dışında araç yok.

Peki, şimdi bir anket yapsak... Neyi merak edip sormak istersiniz?

Bir kızla ilk çıktığınızda hesabı kim ödemeli? Gençler ne düşünüyor, merak ediyorum. 

-Sizce?

Bizim dönemimizde çıktığımız kızlar varlıklı ailelerden gelirdi ama hesap ödemezlerdi. Kızım 16 yaşında. Bir baba olarak onun, hesabın yarısını ödemesini isterim. Çünkü hepsini erkek verirse, kız üzerinde bir hak iddiası doğuyor.

"VASATİSTAN'DAN 'BAYAĞIİSTAN'A DOĞRU GİDİYORUZ"

-En son ‘Vasatistan’da kıymet bilmek üzerine bir tweet attınız. Ne demek ‘Vasatistan’?

Her şeyde taklitçilik, derine inememe, kalite arayışının olmaması, onun yerine göz boyamaya çalışmak, her konuya ciddi yaklaşmak yerine daha çok ‘mış’ gibi yaklaşmak demek. Bu hemen her alanda geçerli. İyi iş çıkaran az insan var. Vasat ülkemizde norm olmuş gibi. 

-Yani bizde çoğu şey vasat mı?

Aslında vasatın da altında. ‘Bayağıistan’a doğru gidiyoruz. Çünkü gösteriş, bol laf yapmak öne çıkıyor. Her alanda bir işi yapmak yerine yapmış, etmiş gibi konuşmak daha yaygın. Bunun sonucunda birçok iş eksik ve kötü yapılıyor. Bunun yanında kolektif bir gerginlik de var. Vasatlık da kolektif gerginlikle ortaya çıkan bir nevi hastalık gibi.

-Biraz daha açar mısınız?

Hepsi birbirine bağlı. Mesela restoran ıstakozu iyi servis edemiyor, sen buna bozuluyorsun. Ardından şoföre ters bir şey söylüyorsun, o sana kızıyor ve başkasına ters laf ediyor. Ortada zincirleme bir şekilde negatif enerji dolaşıyor. 

-Sizce ‘Vasatistan’ı sosyal medyayla değiştirebilir misiniz?

Evet, ‘Vasatistan’ı değiştirmeye çalışıyorum. Ve ‘Vasatistan’da mükemmel arayışım da sürüyor. Farklı yerleri gezerek ‘Vasatistan’da gastronomi alanında mükemmeli ortaya çıkarmaya çalışıyorum.

-Sosyal medyaya girdikten sonra hayatınızda ne değişti?

Sosyal medyadaki eleştirilerin bazıları çok yapıcı olabiliyor. Mesela ben yazdıktan sonra popüler olup kaliteyi düşüren lokantalarla ilgili çok fazla eleştiri gelince, "Ne yapabilirim?" diye düşündüm. Yemek için çok sık seyahat eden, tutku sahibi ve hayli dürüst takipçilerimden gönüllü tavsiye ekibi oluşturup bir ‘Lezzet Rehberi’ hazırladık. rehber.vedatmilor.com adresinden ulaşabilirsiniz.

"PARKİNSON DEĞİLİM ELLERİM İŞ YAPARKEN TİTRİYOR"

-Ellerinizin titremesinin sebebi parkinson hastalığı mı?

Hayır. Mesela parkinson rahatsızlığında elinle burnunu gösteremezsin (eliyle karşıyı gösteriyor). Ama ben gösterebiliyorum. Benim elim sadece iş yaparken titriyor. Bunun sebebi sinir sistemi. Sinir uçlarına yapışan bir antikor var. Tahmin ediyorum ki nedeni, cıva zehirlenmesi. Bağışıklık sistemini çökertti. Çöken bağışıklık sistemi, birtakım etkiler yarattı.

-Cıva zehirlenmesi neden olur?

Midye yemek, pil yemektir. Denizlerimiz çok kirli. Ağır metaller var. Cıva yiyen balıklar şişiyor ve daha kolay yakalanıyor. Yakında belki Türkiye’de deniz ürünleri yemeyi tamamen keseceğim. Sadece Ege’de bazı yerlerde iyisi bulunup yenebilir belki.

"MENFAAT İÇİN HERŞEY MUBAHTIR"

-Günümüzde her şeyin şov üzerine kurulmasını eleştiriyorsunuz. Şovlarıyla bilinen Nusret’i sorayım...

Nusret; kabiliyetli, iyi iş yapmaya meraklı, insan ilişkileri iyi biri. Çıraklıktan başladı, kendini geliştirdi. Fakat günümüz koşulları onu şova yönelmeye zorladı. Başarılı olup olmayacağını birlikte göreceğiz. Bu durumu Alman edebiyatından esinlenerek ‘Faust’ stili bir pazarlığa benzettim. Bu, ‘şeytana ruhunu satmak’ gibi çevrilebilir ama demek istediğim o kadar adice bir şey değil. Aslında hepimizin yaptığı bir şey. Modern dünya da Faustçu pazarlıklar üzerine kurulu.

-Yani hepimiz başarı için ruhumuzu mu satıyoruz?

Yüzde 99 böyle. Günümüz dünyasındaysa genel trend şu; menfaat için her şey mubahtır. Bu bütün dünyada böyle.

-Bir sosyoloji doktoru olarak toplumumuzu nasıl yorumluyorsunuz?

Tüm toplumda ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun’ duruşu var.

 -Nasıl yani?

Çok imtiyaz bekliyoruz. Bir diğer şey de; bazı şeyleri kendine hak görme durumu. İnsanlar, en küçük bir avantajı hakkı olmadığında bile dibine kadar kullanıyor. Bunu, dünya görüşü ne olursa olsun, -istisnalar hariç- toplumun genelinde görüyoruz. Buna paralel olarak bir de, insanlar kendini iyi hissetmek için başkasını ezebiliyor. "Senin iyiliğin için" lafının altında bile karşısındakini küçümseme, ezme ve laf sokma var.

Neden böyle olduk?

1979’a gitmek lazım. O zaman Kenan Evren’in bir deyişi vardı: "Sosyal uyanış, ekonomik gelişimi aştı." Ondan sonra tüm sivil toplum kuruluşları, üretici birlikleri dağıtıldı. Ve giderek toplum izole oldu. İnsanların hoşnutsuzluklarını kolektif bir şekilde belirtecekleri mecralar giderek ortadan kalktı. Sosyal medyayla birlikte bazı yaşam tarzlarına özenme ortaya çıktı. Reklam endüstrisi gelişti.

-Bunlar yemek zevkimizi etkiliyor mu?

Kesinlikle. Her şeyden önce daha çok yiyoruz. Kalite çok düştü. Gerektiğinden çok yiyoruz, abur cuburu ya da kötü şeyleri tercih ediyoruz, iyi tatları unuttuk.

-Hakkınızda "Yiyor, içiyor, bir de üstüne para kazanıyor" diyorlar. Gerçekten dünya size mi güzel?

Dünya herkes için zor. Birikim yapamıyorum hatta borçlanıyorum.

-Yani sanıldığı gibi büyük paralar kazanıyor musunuz bu işten?

En meşhur zamanımda kazancım yüzde 40 falan artmıştır. Sadece reklamlardan biraz kazandım. Onlar da oturduğum evin masraflarına gitti.

-Bu işten zengin olunmaz mı o halde?

Kesin olunur ama o insan ben değilim. Çünkü etik sorunlar ortaya çıkıyor. Benim kırmızı çizgilerim var. Lokantacılardan para almıyorum, kendi paramı ödüyorum.
Bunun yanında kolektif bir gerginlik de var. Vasatlık da kolektif gerginlikle ortaya çıkan bir nevi hastalık gibi.

- Ama bir tweet’inizde, "Bir gün hesap almamak için kalbine bıçak saplayacağını söyleyen restoran sahibinden sonra hayatın bazen bir hesap ödemek için çok kısa olduğunu anladım" dediniz.

Tamamen ironi yaptım. Her yerde paramı ödüyorum.

-Nasıl geçiniyorsunuz?
Geliri olan eşim. Mütevazı yaşıyoruz. 11 yıllık bir arabamız var. Evimiz pahalı bir ev değil. Burgazada’daki ev de annemden kaldı. Kazancımı tatillerde harcıyorum. Bunu yaparken hiçbir zaman beş yıldızlı bir otelde de kalmıyorum. Mesela Türkiye’de bankada 29 bin lira param var. 

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız (YAŞAM HABERLERİ SERVİSİ)

Öne Çıkanlar