Bir dergi bir gazete bir de otokrat

Otokratlardan geriye maalesef büyük enkazlar, çığ gibi sorunlar, yaralanmış ve yorgun düşmüş değerler, ilkeler, kurumlar kalıyor. Aynı bugün Türkiye’de olduğu gibi.

Geçtiğimiz hafta sonu katıldığım bir canlı yayın sonrası, gazeteci arkadaşım Erk Acarer’e elimdeki dergiyi gösterdim. Almanya’nın ünlü haftalık politik dergisi Der Spiegel, ‘Otokratlar Çağı’ temasıyla dünyanın dört otokratını, Trump, Putin, Erdoğan ve Xi Jinping’i kapağa taşımıştı.

Oldukça ilginç, kimi zaman korkutan, kimi zaman düşündüren tespitlerle birlikte ‘dünyanın geldiği şu hale bak’, ‘Erdoğan’ın ülkeyi getirdiği duruma bak’ serzenişleri yaparken Erk, bir resim gösteriverdi.

Resmi, herhangi bir uygulama ile Erk’in hemen oracıkta yaptığını düşündüm. Önce çok şaşırdım, ‘bu ne hız Erk’ diye geçti içimden. Yok yok ben yapmadım, twitterda buldum dedi. Tesadüfün bu kadarı! Demek sosyal medyada biri Der Spiegel’in kapağını takvimin birinci sayfasına yapıştırmış diye düşünürken, Erk’den cevap gecikmedi. Hayır hayır, gazete manşet yapmış dedi.

Saray gazetelerinden biri, Takvim gazetesi, akıllara durgunluk verecek bir biçimde –aklımızın çoktan dumura uğradığını bilerek- Der Spiegel’in kapağını alıp manşete taşımış ve başlık olarak da "Merkel değil, Erdoğan’ı kapağa taşıdı" diye yazmıştı. Okuduğuna, gördüğüne inanamıyor insan. Hani reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ya bunu da aşan doğrudan yalan bir haber. Takvim, Der Spiegel’in tamamen yermek, eleştirmek için kaleme aldığı konuyu alıp sanki bir övgü söz konusuymuşçasına, içeriği ters ters yüz ederek kendi okuyucusuna iyi bir şey gibi sunmuş. Erdoğan da bir mitinginde bu habere referansla ‘elhamdülillah’ diyerek durumdan memnuniyetini dile getirdi.

Neymiş? Erdoğan, dünya liderleri arasındaymış? Evet insanlık, dünyanın faşist, otoriter, baskıcı, demokrasi düşmanı liderlerini hiçbir zaman unutmadı ve unutmaz da. Bu manada Erdoğan dünya liderleri arasında sayılır. Tarih kitapları da hala bu ‘dünya liderlerinden’ kötülüğün abidesi olarak söz etmeye devam ediyor. Bunlara bakıp, ne yapmamamız, ne olmamamız gerektiğini gelecek nesillere hatırlatmak için bu ‘dünya liderlerinden’ hala söz ediliyor. Biz faniler de Erdoğan gibi otokratları bir ‘dünya lideri’ olarak böyle bilip böyle hatırlayacağız.

Tamamen merakımdan, Der Spiegel’in dosyayı hazırlayan yazarlarına sosyal medya üzerinden ulaşıp, Takvim gazetesinin bu maniplasyonunu gördünüz mü diye sordum. Derginin Çin sorumlusu Bernhard Zand, ta Pekin’den çok kısa cevap yazdı hem de Türkçe: "Gördük, güldük, Pekin’den sağ ol!’. Hani otoriyetyanizmin temel bir unsuru da hakikati ters yüz etmek, gerçekleri çarpıtmak, bunlara karşı savaş açmak dercesine, bunlara sadece gülünür cevabını verdi. Haksız da sayılmaz tabi. Cehaleti akılla ortadan kaldırabilirsiniz, fakat akılsızlığa karşı akılla bir mücadele yürütmek, akılsızlığı akılla bertaraf etmek neredeyse imkansız der gibi bir cevap yazdı. O yüzden bu cevabıyla Zand, sadece gülüp geçin, en büyük direniş ‘onları ciddiye almamak, onlarla alay etmek’ demek istedi belki de. Burada Demirtaş’ın ketılının gücünü hatırlamak yerinde olur.

Öyle ya, böyle olaylar Türkiye’de artık o kadar sıradan, o kadar yaygın olgular haline geldi ki anlatmaya sayfalar yetmez. Bu sıradanlık öyle bir akılsızlığa dönüştü ki düşünsenize Erdoğan da seçim meydanlarında gerçeklere ters takla attırmaya başladı. Eskiden yalanın desteklisi bir nebze karşılık görürdü şimdi Erdoğan destekli söylenen yalana bile gerek duymuyor. Aklına geleni istediği gibi çarpıtıp ters yüz ediyor. Kendini tek parti iktidarında doğmuş biri olarak da satabiliyor, kendinden önce açılan havaalanları, üniversiteleri kendisi yaptırmış gibi de anlatabiliyor, kendinden önce insanların Müslüman olmadığını da sanabiliyor. Özcesi Türkiye toplumunu tarihsizliğe itip bu şekilde tarihi de kendisiyle başlatıyor.

Erdoğan, Trump, Putin gibi yöneticiler sayesinde bugün artık siyaset bilimi literatüründe ‘demokrasinin yıkımı’, ‘demokrasinin ölümü’, ‘demokratik durgunluk’ ‘il-liberal demokrasi’, gibi başlık ve kavramları içeren yayınlar çoğalmaya, analizler yapılmaya, kaygılar dile gelmeye başladı diyor Der Spiegel. Ve oldukça dikkat çekici bir rakam da paylaşıyor. 3.3 milyar insan bugün otoriter yönetimler altında yaşıyor. Sadece dünya nüfusunun yüzde 4.5’i, yaklaşık 350 milyon insan, ideal bir demokratik yönetim altında yaşıyor.

Dergiye göre bu otokratların, bu yeni otoriteryanizmin belli bir takım ortak özellikleri var:

Hepsi, ırkçı ve milliyetçi bir siyasete oynuyor. Dış tehdit en önemli vurguları. Aydınlara, yazan çizen kesime karşı nefret söylemleri ve yaklaşımları var. Okumuş insanı makbul saymıyorlar. Cehaleti erdem olarak görüyorlar. Bu kesimleri halktan kopuk, ‘karanlık’, vatanı ve milletine yabancılaşmış ‘ajanlar’ olarak damgalıyorlar. Bizimki daha da ileri gidip toplumun yarısını, kendinden olmayanı, kendisi gibi olmayanı ‘terörist’ ilan ediyor, kendine oy vermeyeni ise ‘münafık’…

Hepsinin seçim vaatleri büyük borçlanmalarla finanse edilebilecek ‘mega projeler’ içeriyor. Bu büyük borçlar daha sonra, özellikle seçim sonrası dönemlerde ‘kemer sıkma’ politikaları, yüksek vergi oranları, enflasyon, uzun çalışma saatleriyle yoksul vatandaşın omuzlarına yüklenip ödeniyor.

Günümüzün tüm otokratları bir ‘altın çağ geçmişinden’ söz ediyor, geçmişin altın çağına dönüşü vaat ediyor. Erdoğan, yayılmacı İslamcı anlayışıyla birlikte "büyük Osmanlı" geçmişini canlandırma vaadinde bulunuyor; Putin, Rus ulusunun en parlak olduğu dönemleri Ruslara vaat ediyor; Trump "great America" diyerek ortalığı inletiyor.

Çağımızın otokratları geçmişin altın çağını vaat ediyor ve fakat geçmişin suçlarıyla, hatalarıyla hesaplaşmayı kesinlikle düşünmüyorlar. Modern demokrasilerde geçmişte yaşanan hata ve yanlışlarla yüzleşip bunlardan gerekli dersler çıkarmanın gerekli olduğuna dair bir genel geçer uzlaşı vardır. Günümüzün otokratları geçmişi, tarihi sadece başarılardan ve zaferlerden ibaret saymayı tercih ediyor ve geçmişle yüzleşmekten özenle uzak duruyor. Bunu yaptıkça da demokrasiden hızlı adımlarla uzaklaşıyorlar.

Bu otokratlar, demokrasinin yerleşik kurumlarına karşı cepheden saldırı yürütüyor, ya bu kurumları zayıflatıp işlevsiz hale getiriyor ya da tamamen ortadan kaldırıyor. Bilhassa düşünce ve ifade hürriyeti, basın özgürlüğü, haber alma ve yayma hürriyeti işte Erdoğan örneğinde olduğu gibi ya yasaklanıyor, kapatılıyor, kayyum atanıyor, gazeteciler tutuklanıyor ya da Takvim gazetesi örneğinde olduğu gibi sadece otokratın çıkarına hizmet edecek, gerçeği çarpıtıp ters yüz edecek yayınlarla basın-yayın faaliyeti yapma durumuna düşüyor.

Otokratlardan geriye maalesef büyük enkazlar, çığ gibi sorunlar, yaralanmış ve yorgun düşmüş değerler, ilkeler, kurumlar kalıyor. Aynı bugün Türkiye’de olduğu gibi, aynı Erdoğan’ın Türkiye toplumunu enkaza dönüştürmesinde olduğu gibi. Yaraları iyileştirmek uzun sürecek belli ki ve bazı yaralarımız da hiç kapanmayacak…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Çetin Gürer Arşivi