Yetvart Danzikyan
Gezi ya da kurgulanmış gerçeğe karşı hakikatin direnişi
İddianamesiz mahkemesiz bir yıldır tutuklu olan Osman Kavala'yı tam olarak neyle suçlayacaklarını belli ki tam bilemediklerinden "Gezi'yi organize etti" diye bir argüman kurdular. Öyle değil ya, hadi diyelim ki doğru. Bu sefer "Gezi'yi organize etmenin neresi suç?" diye bir soru çıkıyor ortaya. İşte ona da deniyor ki Hükümet'e karşı kalkışma. Öyle değil ya, hadi diyelim ki öyle, o zaman dönemin Başbakanı Erdoğan nasıl oldu da Gezi'yi "organize eden" kişilerle Ankara'da toplantı yaptı, talepleri dinledi? Yanıt yok. Mavi ekran.
Olup biten, son zamanlarda bilhassa ABD'de teorisi yapılan post-truth (Gerçeklik-ötesi/sonrası) izahatlerine benziyor ama dünyanın yeni keşfettiği şeyin içinde doğduk biz. Bu ülkede hem devlet geleneği hem de muhafazakâr sağ siyaset, kontrol edemediği vakaları komplo ile açıklamayı pek sever. Öyle olmadıklarını tabii ki bilirler, hem de cin gibi. Ama öyle açıklamak işlerine gelir. Tabanı buna inandırmaları gerekiyordur. Taban da kimi zaman inanır kimi zaman da inanır gibi yapar. Çoğunlukla inanır gibi yapar, işine geldiği sürece.. Türkiye, devletiyle, toplumuyla ya da toplumun büyük bir kesimiyle bir yalanın, iki yüzlülüğün içinde yaşamayı sever. Kendini buna mecbur hisseder. Osmanlı'dan beri böyledir bu.
Şimdi efendim Osman Kavala bu Gezi'yi organize ve finanse etmekle kalmamış bunu bir de 'hiyerarşik yapı içinde' olduğu birileri ile yapmış. Bunları da devlet 16 Kasım Cuma günü sabaha karşı yaptığı operasyonla kıskıvrak yakalamış. Evet bir kısmını aynı gün, bir kısmını da sonraki gün serbest bırakmış ama iktidar medyası için ne gam. Cumartesi günü "Gezi'nin beyin takımı alındı" diye manşetler attılar mı, attılar. Sonrasını kim soracak, kim bilecek, kim sorgulayacak?
Kimmiş bu hiyarerşik yapı? Yılların hukukçusu Turgut Tarhanlı, yılların bilim insanı Betül Tanbay, üniversite kurucusu Yiğit Ekmekçi, devlete göre "muhalif gazeteci eşi olma" kontenjanından, ama tabii aynı zamanda sivil toplum çalışanı Meltem Çelikkan, sivil toplum çalışanı Hakan Altınay, Anadolu Kültür'den Asena Günal, film yapımcısı ve yine sivil toplum çalışanı Çiğdem Mater, yanı sıra yine sivil toplum çalışanları Hande Özhabeş, Filiz Telek, Ayşegül Güzel, Yiğit Aksakoğlu, Yusuf Cıvır, Bora Sarı.
Kimse inanmadı tabii buna. Bunun üzerine Emniyet hiç alışık olmadığımız bir şekilde, bir hukuk devletinde hiç yeri olmayan bir bilgi notu yayınladı. İşte bu "hiyerarşik yapı", "muhalif gazeteci eşi" lafları oradan. Efendim şöyle oluyormuş:
"Mehmet Osman Kavala ile hiyerarşik bir düzen içerisinde şüphelilerin;
- Gezi Parkı olaylarını derinleştirmek ve yaygınlaştırmak için Anadolu Kültür AŞ'ye ait DEPO isimli yerde toplantılar düzenledikleri,
- Sivil İtaatsizlik ve Şiddetsiz Eylem başlıkları altında Gezi Parkı olaylarının devamlılığını sağlamak için yurt dışından aktivizm eğiticileri, kolaylaştırıcılar ve profesyonel eylemciler getirttikleri (Duran Adam, Piyano Çalan Adam, Kırmızılı Kadın vs.)"
Daha fazla devam edemiyoruz ve nefes alıyoruz. Nereden çıktığı belli olmayan "hiyerarşik düzen"i geçtim yılın her ayı sergi ve etkinlik düzenlenen, bir gün bile boş kalmayan Tütün Depo'su olmuş mu size 'toplantı düzenleme' mekânı? Türkiye'de yaşayan kendi halindeki insanlar olmuş mu size yurt dışından gelen profesyonel eylemci? Uzun süre düşündüm durdum, bunları gerçekten polis mi yazmıştı? Yoksa bir savcının elinden mi çıkmaydı? Bilemedim. Daha çok iktidar medyasında düzenli olarak program yapan ve sabah akşam komplo teorileri kuran "kanaat önderleri"nin elinden çıkma bir metne benziyordu doğrusu. Bu kanaat önderleri mesela tüm dünyada geçerli bir protesto yöntemi olan sivil itaatsizlik gibi kavramlardan hazzetmez ve böyle şeylerden ödleri kopardı. Bir kısmı ise ne olduğunu çok iyi bilirdi ama sadece kendileri kullanacakları zaman. Eğer iktidara yerleşmişlerse sivil itaatsizlik olsa olsa hükümete karşı bir kalkışma olabilirdi.
Neyse. Neyse ki gözaltındakilerin çoğu (yurt dışı yasağı konmakla birlikte) serbest kaldı ancak Yiğit Aksakoğlu'nun tutuklanması da başlıbaşına bir mesele. Neden tutuklandı henüz tam olarak bilemiyoruz. Serbest bırakılanlara neden yurt dışı yasağı kondu gibi sorularımız da var.
Neresine baksak bir tuhaflık çıkıyor tabii bu dosyadan. Gezi ile ilgili bazı yargılamalar vaktinde yapılmıştı ve çoğu beraatle sonuçlanmıştı, bunu da biliyoruz. 5 sene sonra nereden çıktı bu iş? Büyük ihtimalle -bir şekilde gıcık oldukları- Osman Kavala'ya bir suçlama bulmak için. Bu durum bizi ikinci bir soruya götürüyor. İktidar, Gezi'nin arkasında Kavala'nın olmadığını çok iyi biliyor. Emniyet raporuna göre milyonlarca kişinin katıldığı, Bayburt dışında tüm kentlerde eylem gerçekleşen bir vaka bu. Gezi'nin arkasında ne olduğunu biliyor halk. Bunu çok iyi biliyor iktidar aslında. Peki niye bu senaryo ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuyor?
Post truth demiştik. AKP ve ideologları ilk şoku atlattıkları günden beri Gezi'yi başka bir şekle sokmaya gayret ettiler. Hâlâ da ediyorlar. Muhtemelen 1930'ların totaliter rejimlerinden öğrendikleri bir taktiği uyguluyorlar. Gerçeği deforme etmek, kendi gerçekliğini kurmak ve bunu bir milyon kere (abartmıyorum) tekrarlamak. Gezi direnişinin şimdi karşı karşıya olduğu test budur. Dolayısıyla Gezi'nin de kendi hakikatini, daha doğrusu hakikati bıkmadan, yılmadan bir milyon kere tekrarlaması gerekiyor. Kurgulanmış gerçeğe karşı hakikatin haysiyeti için. Hakikatimize sadakat için.