Melis Alphan
Erkekleri değiştirmeden toplumu dönüştüremeyiz
Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli psikiyatri uzmanlarından Prof. Dr. Özcan Köknel’e göre, geleneksel, baskıcı, erkek egemen, ataerkil ailelerin çoğunluğunu oluşturduğu ülkemizde, baba evin tanrısı gibi; anne de ikinci plana atılmış, ev işlerini yapmakla yükümlü kılınmış, âdeta hizmetçi rolünde. Kadına yönelik şiddetin baş sorumlusu ise ‘etkisi artarak yayılan, sadece baba soyuna bağlı, baskıcı, katı, kaba yetiştirilen Türk erkek modeli’.
Köknel, gazeteci Mert İnan’ın kaleme aldığı ‘Bilgenin Aynası’ adlı kitapta, Türkiye toplumunda kadının simgesinin ‘ana’, erkeğin simgesinin ise ‘güç’ olarak yerleştiğini anlatıyor: "Kadını sadece anne gören bir çarpık zihniyet var. Çocuk yaşta zorla başlık parası karşılığında evlendirilen binlerce kız çocuğumuz var. Kadın cinayetleri ile hüküm giyenler sözüm ona ‘onurunu ve ailenin namusunu korumak’ amacıyla cinayet işlediklerini söylüyor. Aileler gelenek göreneklerden, mahalle baskısından etkileniyor. Akıl, hak, hukuk dışında yorumlanan inançlar, mezhep ve tarikatların da etkisi, kaba, baskıcı aile modellerinde çarpan etkisine yol açıyor. Ataerkil zihniyete sahip erkekler bu sarmalın içinde suç makinesi haline gelebiliyor."
Toplumun geniş kesimi geçmişiyle övünerek dini referanslara atıf yaparken, cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları konusunda ikircikli bir tutum sergilediğimizi belirten Köknel, herkesin bildiği, ancak konuşulmayan toplumsal gerçeklerimiz ile yüzleşmediğimiz sürece mesafe kat etmemizin imkânsız olduğu kanısında. "Birbirimizi kandırabiliriz, ancak dışarıdan bakanlar durumun farkında" diyor.
Durum, bildiğiniz gibi:
- Türkiye’de yetişkin her 100 kadından 2’si halen okuma yazma bilmiyor.
- Her 100 kadından sadece 29’u çalışıyor, ancak bu kadınların ciddi kısmı sosyal güvenceden yoksun.
- Kadınlar az ücretle veya ücretsiz iş yapmak zorunda bırakılıyor.
- Çalışan kadınların ancak yüzde 11’i teknolojiden yararlanıyor.
- Her 100 işverenden sadece 6’sı kadın.
ŞİDDET GÖREN KADINA AİLESİ YARDIM ETMİYOR
Kadına yönelik şiddetin çocuğa uzandığını söyleyen Köknel, her 3-4 aileden birinde erkeklerin, kadın ve çocuğa yumruk, tekme, sopa ile fiziksel şiddet uyguladığını, ailelerin yüzde 20’sinde fiziksel şiddetin evliliğin ilk günlerinde başladığını vurguluyor: "Fiziksel şiddet gören kadına, çoğunlukla ailesi yardım etmiyor çünkü şiddete maruz kalan kadının babası da baskıcı, ataerkil düşünce kalıbı içinde yetişmiş."
Türkiye’de malum, boşanmak isteyen veya boşanan kadının işi zor. Toplumda zaten dışlanırken, bir yandan da esas görevi eşitliği sağlamak olan bu ülkenin yöneticileri, işi gücü bırakıp ‘Boşanmaları nasıl azaltırız’ derdine düştüğü için, boşanan kadın her anlamda yalnız bırakılıyor.
"Boşanma ayıp karşılanıp namus lekesi gibi görülüyor" diyor Köknel, "Aile veya toplumda şiddet gören kadın haklı olarak endişe, kaygı, korku duyuyor. Kadın, kendini koruyacak, sorunu çözecek bir yol bulamıyor. Ailesinden, çevresinden, devletten anlayış ve destek bekleyip aradığını bulamayınca ruhsal çöküntü yaşıyor. Tüm bunların nedeni kaba, ilkel ataerkil düşünce modeli. Erkekleri değiştirmeden toplumu dönüştürmeniz mümkün olamaz."
TARİKATLAR İÇİNDEKİ İSTİSMARIN NEDENİ EĞİTİMSİZLİK
Peki dönüşüm nasıl gerçekleşecek?
Elbette bunun yolu da en başta eğitimden geçiyor. Hem toplumal cinsiyet eşitliğinin hem de cinsel eğitimin müfredata girmesi gerek.
Kadın hareketi yıllardır bu gerekliliği vurgulasa da, iktidar bu yolda inatla adım atmıyor.
Köknel, 2000 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından ‘Ergenlik Döneminde Değişim’ adlı bir kitapçığın yayımlandığını hatırlatıyor. O yıl bu kitapçıkla bazı ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında deneme eğitimi uygulansa da, sürdürülmedi. Cinsellik hakkındaki bilgiler, biyoloji ve psikoloji derslerinin dar ve yetersiz sınırları içinde kaldı.
Günümüzde birçok ülkede zorunlu veya seçmeli olarak cinsel eğitim dersinin verildiğini söyleyen Köknel, cinsel eğitimin verilmediği ülkelerde gençlerin cinselliği sömüren gerçek dışı yayınlardan, sosyal medyadan ve arkadaş çevresinden anlamaya çalıştığını söylüyor: "Bu durum beraberinde, bireysel ve toplumsal sorunların doğmasına neden oluyor. Özellikle de birtakım tarikatların içerisinde yaşanan çarpık ilişkiler, eğitimsizliğin neden olduğu en çarpıcı örneklerdir. Ataerkil güruh biliyor ki, aydınlanma olursa yaşam alanları kalmayacak. Tüm itirazları da bu yüzden. Toplum bilinçlendikçe sapkın ve baskıcı yapılar hüküm süremeyecek."
TOPLUMDA ETİK VE AHLAK YOKSA ‘ANONİM’ YAŞANIR
Çocuk cinsel istismarında faillerin yüzde 90’ının aile yakınları olduğunu, bu yüzden de cinsel istismar olaylarının çoğunlukla gizlenip inkâr edildiğini, ailenin ilgisizliği ve bilgisizliği karşısında bu çocukların ikinci travma yaşadıklarını söyleyen Köknel’e göre, ailelerin her şartta çocuklarına sahip çıkması, onlara değer vermesi, onları dikkatle dinlemesi ve suçlamaması gerekiyor.
Oysa karşılaştığımız sayısız vakadan biliyoruz ki, aileler istismara uğradığını söyleyen çocuklarına sıklıkla inanmıyor, toplum da dönüp çocuğu suçluyor.
Köknel, son yıllarda giderek artan kadına şiddet, cinsel istismar ve çocuk kaçırma olaylarında toplumun ilk aklına gelenin cezaları artırmak olduğunu ama cezanın sorunu tek başına çözemeyeceğini, mutlaka sorunun nedenlerini irdelememiz gerektiğini savunuyor: "Şiddet o kadar çok yerde ki… Kadına, çocuğa, hayvana… Maçta, sokakta, evde, iş yerinde… Türk erkeklerinin büyük kısmı, hiç kusura bakmasınlar, kadına, çocuğa nasıl yaklaşacağını, nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. Toplumda her rolün mutlaka bir görevi, sorumluluğu vardır. Bu sorumlulukları nasıl yerine getireceğimizi anlatan bir etik ve ahlak olmalıdır. Bir toplumda bunların hiçbiri yapılmıyorsa ve bunları yapacak genel bir uygulama yoksa, işte o zaman ‘anonim’ yaşanır. Yapılan yanlış normallik kazanıp doğal bir davranış olarak benimsenir hale gelir."