Çevre aktivisti Cemil Aksu: Kuraklık neden değil sonuç

Çevre aktivisti Cemil Aksu: Kuraklık neden değil sonuç
İstanbul ve Türkiye’de barajlardaki su varlığı giderek azalıyor. Çevre aktivisti Cemil Aksu’ya göre kuraklık neden değil sonuç. Aksu, sorunun çözümü için radikal değişiklikler yapılması gerektiğini ancak buna dair bir anlayışın olmadığını söylüyor.

Osman ÇAKLI


İSTANBUL - İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi verilerine göre İstanbul’un barajlarında ortalama doluluk oranı yüzde 31 seviyesinde. Barajlarda giderek azalan su seviyesi yalnızca İstanbul’a özgü değil. Son zamanlarda azalan yağışa bağlı olarak su seviyelerinin düşmesi olağan bir tablo olsa da bunun bir takım nedenleri mevcut.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye’de özellikle Marmara Bölgesi ‘olağanüstü kuraklık’ geçiriyor. Polen Ekoloji aktivisti Cemil Aksu’yla su kıtlığı ile kuraklığın nedenlerini ve sonuçlarını konuştuk.

‘SORUN TOPLUMSAL’

Son yıllarda mevsim normalleri dışında ölçülen hava sıcaklığı çeşitli sonuçlara neden oldu. Bunlardan biri susuzluk. İstanbul’daki su kıtlığı üzerinden Türkiye’de de yaşanan su probleminin kaynağı ne?

Hem İstanbul hem de aslında başka kentlerdeki su kıtlığının, konjonktür ve yapısal nedenleri var. Meteoroloji geçtiğimiz hafta Türkiye’nin Güneydoğu ve Marmara gibi yerlerde kuraklığın kritik seviyede olduğunu söylemişti. Bu durum son yıllarda tekrar eder hale geldi. Türkiye hem yaz hem kışları kurak günler geçiriyor. Bunun küresel nedenleri olduğu gibi lokal nedenleri de oluyor. Küresel nedenler içerisinde genellikle iklim krizine vurgu yapılıyor ama bilimsel çalışmalar, kuraklık ve iklim krizi arasında neden-sonuç ilişkisi açısından sanıldığı gibi bir bağ olduğuna işaret etmiyor.

Nasıl yani?

Direkt iklim krizinden kaynaklı olarak kuraklık olduğunu gösteren bilimsel çalışma pek yok. Bazı lokasyonlarda kentleşmenin, ormansızlaşmanın ve endüstriyel tarım faaliyetlerinin havzalardaki suyu hızlı tüketmesiyle ilgili sorunlar var. Su tüketiminin yoğun olduğu tarımsal faaliyetler de kuraklığa neden oluyor. Geçtiğimiz yıllarda İç Anadolu’da gördük bunu. Su tüketimi çok fazla olan ürünler yetiştiriliyor. Büyük obruklar bundan oluşuyor.

Kuraklığın beşeri müdahalelerin sonucu olduğunu işaret ediyorsunuz. Doğru mu anladım?

Evet. Toplumsal nedenlere işaret etmek gerekiyor burada. İklim ve küresel değişikliklere bağlandığı zaman bu doğalmış, kadermiş gibi algılanıyor. Aşırı sıcaklık dalgaları da kuraklığı besliyor. Fakat iklim krizi de esasen bir sonuç. İklim krizine neden olan faaliyetler arasında fosil yakıtlara bağlı enerji modelinin küresel olarak temel enerji kaynağı olması var. Dünya’nın her yerinde aşırı üretim faaliyetlerinin ya da onun ihtiyaç duyduğu hammadde temini için ormanların yok edilmesi var. Kirlilik sonucu okyanuslarda oluşan çöp kıtaları, orada bozulan karbon dengeleri nedeniyle iklim krizi ortaya çıkıyor. Nedenler ile sonuçların yer değiştirmesine izin vermemek lazım. Güneş ısı patlamalarının neden olduğu sıcak hava dalgalarından kaynaklanıyor olabileceği gibi toplumsal sorunlar nedeniyle ortaya çıkan bir sonuç olarak ele almak gerekiyor.

‘ULUSAL, ULUSLARARASI TEKELLERİN İHTİYAÇLARI TEMELİNDE PLANLANAN EKONOMİK KALKINMADAN VAZGEÇİLMELİ’

Peki biraz su kıtlığına dönelim. Kuraklık ve iklim krizi güncel sorunlar olsa da su kıtlığı, daha yakın zamanda hayata direkt etki edecek riskleri barındırıyor. Yetkili ağızlardan bir şey duymuyoruz, neden?

Türkiye zaten ülke olarak su kıtlığı yaşayan ya da yaşama aşamasında olan bir ülke. Bu aşamada son 20-30 yıldaki sanayileşme ve şehirleşme politikaları bu kıtlığını daha derin şekilde yaşamamıza neden oluyor. İstanbul’daki su kıtlığı neredeyse 50 yıldır var. İstanbul çok hızlı şekilde şehirleşme dalgası yaşıyor. Buna bağlı olarak su yetmeyince başka havzalardan su taşımak zorunda kalıyor. Ormanları yok ediliyor… Sulak alanlar hızlı şekilde şehirleşmeyle yok edildi. Kentteki ısı bulutları yağmurun yağmamasına neden olabiliyor. Ya da belli anlarda aşırı yağış bırakmasına neden oluyor. Hükümetler her şeyi bilip, görürler! Ancak kendi politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmek istemedikleri için her şeyi Allah’a havale ediyorlar. Tam bir keşmekeş olan İstanbul’un sorunlarını çözecek kimse yok. Böyle bir anlayış da yok. Olsa da radikal değişimler gerekiyor. Yani bu nüfusun yarı yarıya boşalması anlamını taşıyabilir. Sanayinin başka kentlere dağılması gerekiyor. En temelde de ulusal ve uluslararası tekellerin ihtiyaçları temelinde planlanan ekonomik kalkınma modellerinin terk edilmesi gerekiyor.

Bunun da sonuçları olmayacak mı?

Olacak. Ancak sessiz kalmayı yeğliyorlar. Su çok uzun zamandan beri ticareti yapılan bir meta haline getirildi. BM yasalarında bile yaşam için vazgeçilmez olan su metaya dönüştürüldü. Hatırlarsanız Türkiye, Katar ve İsrail ile su anlaşmaları yaptı. Denizden su arıtmaya dair planlar yapıldı. Su krizine neden olan toplumsal faktörleri yok etmek yerine tekno mühendislik projeleri düşünülüyor. Su varlıklarını yok edecek uygulamaları terk etmek yerine kentleşme projeleri hızla devam ettiriliyor. Her şeyin alternatifi var.

‘ÇÖZÜMÜ TEKİLLEŞTİRMEK DOĞRU DEĞİL’

Yakıcı sorunları ne zaman yaşayacağımıza dair bir süreyi kestiremesek bile bu üretim ilişkilerinin kurgulanış biçimi de bir yönüyle sorun yaşamayacak mı?

Kapitalizm denizden suyu arıtır satar. Kamu kuruluşu olan İBB bile suyu paketleyip insanlara satıyor. Bu kadar plastik kirliliğinden bahsedilen dönemde kamu kurumları da buna çanak tutuyor. Çevre Bakanlığı da soruna bireysel çözüm getirerek insanlara “5 dakika değil de 3 dakika duş alın” diyor.

Sorunun tekilleştirilmesi yeni bir pratik değil. Örneğin Bursa’da barajlardaki suyun büyük çoğunluğunu sanayi kullanıyor. Meselenin bu yönü neden konuşulmuyor?

Hikayenin bütün alameti farikası toplumsal nedenlerden kaynaklanan sorunlara bireysel çözüm önermektir. Bu yoksulluk için de böyledir. Bir taraftan Uludağ’ı yapılaştırmak için eller sıvazlanırken, vatandaşa “5 değil 3 dakika duş al” deme cüretini gösteriyorlar. Türkiye’de su hanelerde israf edilmiyor. Zaten bu kadar geçim sorunu yaşayan insanlar kılı kırk yararak geçiniyorlar. Battaniyeye sarılıp, belki haftada bir kez duş alarak yaşıyorlar. Yani olabildiğince tasarruflu yaşıyorlar. Burada sorumlu politikacılar ve sanayicilerdir.

Aslında sorumlular belli değil mi?

Belli. Aynı şey Trakya için de geçerli. Nehirler sanayi atıklarıyla kirleniyor. Sanayi kuruluşları kendi atıklarını ayrıştırmadan derelere bırakıyor. Bunlar sonra kamu kaynağıyla arıtılıyor. Bunlara tanık oluyoruz. Yerel yönetimler, sanayinin suyu tüketmesine, kirletmesine göz yumuyor. Sonra da o suyu arıtıyor. Politikaların değiştirilmesi gerekiyor. Çözüm değil çözümsüzlük üretiliyor. Temel nedenler, göz ardı edildiği için anaforun daha fazla derinleşmesine neden oluyor.

Öne Çıkanlar