Çevre örgütleri yeni dönemi değerlendirdi: Çözüm üretmek için alanlarda olmalıyız

Çevre örgütleri yeni dönemi değerlendirdi: Çözüm üretmek için alanlarda olmalıyız
Seçim sürecinin ardından ortaya çıkan tablo, çevre örgütleri açısından mücadele alanının genişlemesini zorunlu kılıyor. Artı Gerçek’e konuşan çevre eylemcileri ve ekolojistler, “Doğanın talan edilmesine karşı daha fazla alanlarda olacağız” mesajını verdi.

Esra ÇİFTÇİ


Artı Gerçek - Türkiye'de seçim sürecinin tamamlanması sonrasında ortaya çıkan sağ ağırlıklı iktidar, çevre aktivistlerinin iklim krizinin ve doğa tahribatının gölgesinde seslerini daha fazla duyurabilmesini zorunlu hale getirdi.

Polen Ekoloji Kolektifinden Cemil Aksu, EGEÇEP Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Arif Ali Cangı, İklim Adaleti Koalisyonu ve Yeşil Sol İklim Krizi Çalışma Grubu Aktivisti Çiğdem Özbaş ve Ekolojist-Yazar Güner Yanlıç, seçim sonuçlarının Türkiye'de çevre açısından ne anlama geldiğini, ve doğanın savunulması için neler yapılması gerektiğini Artı Gerçek’e anlattı.

'MİLLET İTTİFAKI'NIN PROGRAMI AKP PROGRAMINDAN FARKLI DEĞİLDİ'

Polen Ekoloji Kolektifinden Cemil Aksu, seçimlerin Türkiye’nin ekolojik karnesi bakımından hiçbir değişik vaadi olmadığı söylüyor. AKP’nin programının zaten belli olduğunu ama Millet İttifakı’nın da programının aynı olduğunu söyleyen Aksu, aradaki farkın söylem düzeyinde olduğunu ifade ediyor:

“Biz Polen Ekoloji Kolektifi olarak seçimlerden önce Millet İttifakı’nın Mutabakat Metnini incelemiş ve detaylı bir değerlendirme açıklamıştık. Ekoloji ile bağlantılı olarak partilerin ne düşündüğünü görmek için programlarının çevre/doğa vb. başlıklarına değil, ekonomik, kalkınma, yatırım başlıklarına bakmak gerekir. Çevre/doğa başlıklarında hepsi çevreyi koruyalım, iklim krizini engelleyelim gibi faso fisoları yazar, esas niyetleri ise ekonomi bölümündedir. Bu bakımdan Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da aynı programa sahipti. Küresel Batı emperyalizminin yeni uluslararası iş bölümü planlarına uygun olarak, iki ittifakın da planı Türkiye’yi “küçük Çin” yapmak. Cumhuriyet’in birinci yüzyılında muasır medeniyet hedefimiz “küçük Amerika” olmaktı, tutmadı, ikinci yüzyıldaki yeni muasır medeniyet hedefimiz “küçük Çin” hadi buyurun buradan.”

Cemil Aksu

'DERE TEPE HER YER MADEN SAHASI İLAN EDİLMİŞ DURUMDA'

ABD ve AB’nin NATO şemsiyesi altında Rusya ve Çin’e karşı geliştirdikleri stratejiye uygun olarak Türkiye’yi tedarik merkezlerinden biri haline getirmek istediklerini söyleyen Aksu, Tesla şirketinin bile Erdoğan’la görüşüp Türkiye’de şirket kurduğunu ifade ediyor:

“Almanya Merkez Bankası'nın CEO’su Türkiye’nin Çin’deki bazı yatırımları çekebileceği müjdesi veriyor. AKP birkaç yıldır, binlerce ruhsat dağıttı. Yandaş havuz medyasında şu ilde Türkiye’nin en büyük maden rezervi bulunduğu gibi haberler eksik olmuyor; ki zaten görüyoruz, dere tepe her yer maden sahası ilan edilmiş durumda. Yandaşlarına maden şirketi kurmalarını salık veriyor. Anadolu’da bir süredir köylüler meralarının, arazilerinin maden şirketlerinin istilasına uğramaması için mücadele ediyor. Bunlar son köylüler, yoksa köylü diye bir şey kalmadı Türkiye’de. Kürdistan’da da durum öyle. Ayrıca Kanal İstanbul, Akkuyu ve diğer nükleer projeler masada. Abarttığımı sanabilirsiniz ama eğer durum böyle giderse ben 5-10 yıl sonra Anadolu çorak, orası burası cehennem çukurları ile dolu, çölleşmiş bir yer olacak. O zaman Anadolular da Kürdistanlılar da daha Kuzey’e doğru göç etmek zorunda kalacaklar."

'KAÇACAK YER YOK'

“Elbette kapitalistlerin bizim için yazdığı bu kader planını durdurmak elimizde ama hâlâ bu gerçeğin farkında değiliz” diyen Aksu, ekolojinin partilerde dekoratif bir öğe olarak durduğunu söylüyor. Yerel çevre platformlarının da birçok sorunla cebelleştiğini söyleyen Aksu şöyle devam ediyor:

“Fakat kaçacak bir yer yok. Bu bir hayatta kalma mücadelesi, ya yurdunu terk edip organize sanayi bölgelerinde işçileşip ya iş kazasında ya da bir meslek hastalığından ölüp gideceksin ya da bu sermaye sistemine karşı mücadele edeceksin. Nasıl ki, 2005'lerden sonra AKP yükseliş trendindeyken başta Karadeniz de olmak üzere HES furyasına karşı "dereler özgür aksın" diye birçok direniş gelişti, şimdi de başka seçeneği olmayanlar seçimlerde kime oy vermiş olursa olsun yine direnişe geçecektir. Önümüzdeki dönem de yine kentlerde Kanal İstanbul gibi rant projelerine kırlarda da maden furyasına karşı direnişleri göreceğiz."

'KÖMÜRDEN ÇIKIŞ PROGRAMI BİR AN ÖNCE HAYATA GEÇMELİ'

EGEÇEP Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Arif Ali Cangı, yeni dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne seçilen milletvekillerinden beklentilerinin, her yasama faaliyetlerinde, içlerinde yapacakları her işlemde bunun ekolojiye, doğaya yaşama etkisini göz önünde tutmaları gerektiğini vurguluyor:

“Her sabah yataklarından kalktıkları zaman “dışarıda hava nasıl acaba!” diye düşündüklerinde, “bugün iklim krizi için, iklim krizini durdurmak için dünyadaki yaşamın sürmesi için ne yapabilirim” diye düşünmelerini öneririz. Akşam yatarken de “iklim krizi için ne yaptım? Doğa için, yaşam için ne yaptım” diye sorgulamalarını öneririz. Gerçekten ülkemizde ciddi bir eko ve ekolojik yıkım yaşanmakta. Bu kapsamda yurttaşların meclise sunacakları eko kırım yasa teklifinin yasalaşmasını bekliyoruz. Kömürden çıkış programının bir önce netleşip hayata geçirilmesini istiyoruz. Çevre ve ekolojiyi korumayan sadece ve sadece rant ve kazanç hedefleyen yasal düzenlemelerin hepsinin değiştirilmesini, bu değişiklikleri yaparken mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış yaşam savunucularından görüş alınmasını bekliyoruz."

Arif Ali Cangı

'TOPLUM, DEMOKRASİ İLE OTORİTERLİK ARASINDA TERCİHE ZORLANDI'

İklim Adaleti Koalisyonu ve Yeşil Sol İklim Krizi Çalışma Grubu aktivisti Çiğdem Özbaş, toplumun otoriterlik ile demokrasi arasında bir tercihe zorlandığı bu süreçte ekolojik sorunların siyasetin gündeminde olamadığını söylüyor. Varlığını inşaat, maden, enerji, doğal ve kültürel varlıkların yağması üzerine kuran iktidara karşı ekolojistlerin sürmekte olan seçim kampanyalarının aktif parçası olduklarını söyleyen Özbaş sözlerini şöyle sürdürüyor.

Çiğdem Özbaş

“İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği’nin seçim sonrası ana gündemi Akbelen direnişi. Şirketin orman içinde yaptığı arkeolojik kazılar artarak devam ediyor. Ağaç kesimi için ormana girileceği duyumları alınıyor. İkizköy Çevre Komitesi duyarlı kamuoyunu nöbet alanına desteğe davet ediyor. 700 güne yaklaşan mücadelede köylülerle dayanışmayı büyütmek, nöbet alanında kalabalık olmak, yaz döneminde alanda etkinlikler organize etmek gerekiyor.

'İMZA KAMPANYASINA DAVET EDİYORUZ'

Yaşam hakkını savunmak, doğa katlinin önüne geçmek ve durdurmak için ekokırımın suç olarak iç hukukumuzda yer aldığı bir yasaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. 'Yurttaş Ekokırım Yasasını Yapıyor' imza kampanyasına devam ediyoruz. Adil ve özgür bir dünya için, doğanın hakları ve yaşam alanlarımız için ekolojik yıkım alanlarına destek ziyaretleri ve deprem bölgesi ile dayanışma çalışmalarımız sürecek. Ekolojik yıkım politikalarına karşı, iklim adaleti için buradayız.”

'ORTAKLAŞMALARDA EKSİKLİKLER YAŞANDI'

Ekolojist-Yazar Güner Yanlıç, Çevre, Doğa, Ekoloji Hareketleri olarak sorun tanımı ve çözümlerin farklı olmasından kaynaklı ortaklaşmalarda ve bir araya gelmelerde eksikler yaşadıklarını söylüyor:

“Hepimiz doğamızı, toplumsal yaşamımızı ve yaşam alanlarımızı savunuyor, ekolojik bir yaşam kurmak için mücadele ediyoruz bilincini açığa çıkarmada yetersiz kaldık. Bir araya gelme birlik olma, sorun tespiti ve çözüm üretme konularda da eksik kaldık. Bazılarımız için şirketler, bazılarımız için iktidar, kimimiz için de kapitalist sistem ve onun modernitesi oldu. Bu ayrımlar bir araya gelmemizi zorlaştırdı.”

Güner Yanlıç

'MÜCADELE SÜREÇLERİNİ UZATTIK'

Yerelden yükselen mücadelelerin seslerine sahip çıkmada ve bu sesleri bir araya getirmede DE yetmezliklerinin olduğunun altını çizen Yanlıç, yerelden ya da uluslararası düzeyde oluşan tahribatlara duygusal davranarak çoğu yerde oluşacak örgütlü bir yapının oluşmasının önüne geçerek, hızlı, fevri tepkiler gösterdiklerini belirtiyor:

“Mücadele süreçlerini uzattık. Sorunun diğer bir boyutu da çoğu yerde sistem içi kalarak romantize edilmiş tepkilerde yüzeysel günü birlik tutumlarda çözümsüz kaldık. Oysa sömürünün, talanın ve tahribatın bütüncül bir saldırı politikasının uzantısı olduğunu bilmemize rağmen uzun vadeli planlamalar ve ortaklaşmalar yapamadık. Oysa ki aynı oksijeni, aynı gökyüzünü, aynı toprağı paylaşıyoruz. Son 22 yılda iktidar destekli sermaye şirketlerinin doğamıza, toplumsal yapımıza ve yaşam alanlarımıza saldırılarda pik yapacağı bilinciyle ortaklaşma bir araya gelme birlikte çözüm üretme adına alanlarda olmalıyız. Birlikte, barışık ve dayanışmacı bir direniş hattı örmeliyiz.”

Öne Çıkanlar