Suat Kınıklıoğlu: Ankara NATO'yu Batı’ya karşı kalkan olarak kullanıyor

Siyasetçi, yazar Suat Kınıklıoğlu, Amerikalılar ve Avrupalıların, Ankara’nın NATO üyeliğini Batı’ya karşı bir koruyucu kalkan olarak kullandığını anlamaya başladığını söylüyor.

Suat Kınıklıoğlu: Ankara NATO'yu Batı’ya karşı kalkan olarak kullanıyor

Ayşegül KARAKÜLHANCI

ARTI GERÇEK - ABD'de yönetim değişti. Joe Biden'ın başkan seçilmesiyle yavaş yavaş ABD'nin de politikaları değişmeye başladı. Trump'ın dış politikada kendi müttefiklerini önemsemeden aldığı kararlarla uluslar arası ilişkilerde bozduğu dengeyi Biden yönetimi yeniden oluşturacağının sinyallerini veriyor. ABD Trump döneminde, geri çekildiği Paris İklim Anlaşması'na, BM İnsan Hakları Konseyi'ne yeniden dönme kararı aldı. Biden'la beraber ABD geleneksel müttefikleriyle yakın iş birliğine geri dönüyor. Artık insan haklarına vurgu yapan, demokrasiyi, diplomasiyi ve müttefiklerini önemseyen bir ABD olacak. Biden otoriter devletlere baskının artırılacağının mesajını da verdi. Joe Biden, eski müttefikleriyle yeniden omuz omuza yakın bir işbirliği kuracağını söyledi ama Türkiye bu yakın ilişki kurulacak eski müttefik olmaktan Trump zamanında çok uzaklaştı. Türkiye artık Batı'nın değerlerini benimseyen, ittifakın güvenilir bir partneri değil. Batı ittifakının tehdit olarak gördüğü Rusya'dan S-400 savunma sistemi alacak noktaya geldi. Türkiye'nin ABD ve AB ilişkileri son yıllarda hiç olmadığı kadar zarar gördü.

Türkiye'nin ABD ile Biden döneminde nasıl bir ilişkisinin olabileceğini, Türkiye'nin Batı ittifakındaki pozisyonunu, 17 Şubat'ta Brüksel'de savunma bakanları ile yapılacak olan NATO toplantısını, Türkiye-NATO ilişkilerini, Türkiye'nin dış politikadaki açmazlarını, S-400'lerin akıbetinin ne olacağını 23. Dönem Milletvekili ve merkezi Berlin’de olan Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS)’nde kıdemli araştırmacı olan siyaset bilimci ve yazar Suat Kınıklıoğlu ile Artı Gerçek için konuştuk:

Türkiye’nin Rusya’dan neden S-400 savunma sistemi alması ile ilgili yurt içinde de yurt dışında da kimse anlam veremedi. Uzmanların da farklı yorumları var. NATO müttefiki Türkiye neden böyle bir adım attı?

Bir kere uzun süredir Türkiye’nin bir hava savunma sistemine ihtiyacı vardı. Zamanında Türkiye’ye patriotlar geldi. Türkiye patriotları almak istedi. Sonra Çin sistemini almaya karar verdi. Sonra Çinlilerle olan anlaşma iptal oldu. En sonunda iş S-400’e geldi. Bence S-400’lerin alınmasının bir kaç sebebi var. Bunlardan biri savunma sanayi alımlarında Türkiye mümkün olduğu kadar teknoloji transferi istiyor. ABD teknoloji transferine "hayır" dedi. Belki ABD kongresinin patriot satışını onaylamayacağı da düşünüldü. İkincisi ise Erdoğan ve Putin arasındaki ilişki. Erdoğan, Rusya’yla daha yakın ilişkiler geliştirmek istiyordu. S-400’leri bu konuda bir araç olarak kullandı. Erdoğan yaptığı açıklamalarda teknoloji transferinin olacağını söylese de bugüne kadar bunu teyit eden bir bilgi yok ortada. Bu teknik sebeplerin yanı sıra bir de dış politika boyutu var. Türkiye dış politikada özellikle 2015’ten itibaren kendi stratejik otonomisini yani kendi hareket alanını arttırmaya çalışıyor. Mümkün olduğu kadar bağımsız hareket etme alanını genişletmek istiyor. Bunu sadece ABD örneğinde görmüyoruz. Mesela Türkiye Rusya’dan doğalgaz alımını da ciddi ölçüde azalttı. Fakat S-400 almak doğru bir tercih olmadı. Çünkü S-400 bizim üyesi olduğumuz bir ittifakın karşıt olarak gördüğü bir ülkenin ürünü. CAATSA yaptırımları bu yüzden uygulanıyor. Bence başka önemli bir faktör de darbe girişimi esnasında darbeye kalkışanların hava kuvvetlerini kullanması, Ankara üzerinde uçuşlar yapması önemli bir tehdit algılamasına sebep oldu. Belki böylesi bir tehdide karşı da kullanılabileceği düşünüldü. Buna rağmen derinlemesine düşünülmüş bir karar gibi gelmedi. "Hem çocuk yaparım hem kariyer" misali iş hem ABD ile hem de Rusya ile oynaşırıma geldi. Attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değmedi. F-35 programından çıkarıldık. Bunun yanında Türkiye uzun süredir üyesi olduğu Batı ittifakında şüpheli bir ortak konumuna geldi. Türkiye’ye yönelik bir güvensizlik hâsıl oldu. NATO ittifakına resmen üyeliğimiz devam etse de NATO içerisinde kara koyun gibi olduk.

Suat Kınıklıoğlu: Ankara NATO'yu Batı’ya karşı kalkan olarak kullanıyor - Resim : 1S-400’ler için dünyanın en pahalı hurdası deniliyor. Bu yoruma katılıyor musunuz? Bu sistem gerçekten hiç kullanılamayacak mı?

Olabilir, biliyorsunuz bu hafta Hulusi Akar’da bir mülakat verdi. Anlaşılıyor ki hükümet S-400’ler konusunda pazarlığa oturmak istiyor. Ama en azından şu ana kadar Biden yönetiminin gösterdiği reaksiyonlara ve söylemlere bakılacak olursa ABD pek de pazarlığa açık değil. Yine de bu pazarlık olmayacak anlamına gelmez.

Evet, Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın S-400'ler için Yunanistan ve eski Varşova Paktı ülkelerini örnek vererek "Sürekli kullanacağız diye bir şey yok." dedi. Yunanistan'ın Girit'te tuttuğu ama kullanmadığı yine Rus yapımı S-300'lere atıfla, "Girit Modeli" önerisinde bulundu. Bu açıklamalar ABD ve NATO ile ilişkileri olumlu etkilemez mi?

Teorik olarak bu mümkün ama Biden yönetimi buna son ana kadar yanaşmayacaktır. Benim elde ettiğim izlenim Amerikalıların bu konuda pazarlık etmek istemediğine işaret ediyor. Net bir şekilde Türkiye’nin S-400’leri kullanmayacağını, aktif hale getirmeyeceğini söylemesini bekliyorlar. Bizimkiler ise pazarlık yapalım diyorlar. Ne olacağını göreceğiz fakat bence Girit modeli konuşmak için erken. Pazarlık yapmak için iki tarafında masaya oturması gerekiyor. ABD bu konuda pazarlık yapmak istemiyor.

ABD, Yunanistan ve Kıbrıs arasında artan bir stratejik işbirliği var. Biden bu bölgeyi çok iyi tanıyan bir isim. ABD Türkiye’den bağımsız bir strateji izlemenin yollarını arıyor deniliyor. Sizce bu mümkün mü?

Biden’ın kişisel olarak Yunanistan’a yönelik bir sempatisi var. Sizin de söylediğiniz gibi bölgeyi iyi tanıyor, biliyor. Tecrübeli bir siyasetçi ve şimdi dışişleri bakanı olan Antony Blinken yıllarca onun baş danışmanıydı. Konuları çok iyi biliyorlar, hâkimler. Bu yönetim son dönemde belki de en hazırlıklı olarak Beyaz Saray’a gelen bir yönetim. Uzmanları, danışmanları vs. hepsi en üst seviyede olan bir ekip. Tabi Türkiye’den bağımsız olarak bir çözüm yolu bulmak o kadar kolay değil. Türkiye’nin "arsa değeri" var. Hem coğrafik olarak hâkim olduğu toprak parçası olsun hem bunun stratejik önemi olsun bunun bir işlevi var. Ama Amerikalı ve Avrupalılar asıl çekindiği konu, Türkiye’yi Rusya’nın ve Çin’in kucağına atmak. Evet, S-400 konusunda bir kararlılık var ama Türkiye’yi Rusya ve Çin’e hediye etmezler. Burada hassas bir mesele var: Bir yandan kendileri açısından müzakere edilemeyecek S-400’ler var fakat büyük fotoğrafa baktığınızda Türkiye, her ne kadar eskisine oranla daha sıkıntılı olsa da hala önemli bir müttefik. Türkiye’de Amerikan üsleri var. İncirlik ve Pirinçlik ittifak için önemli. Ülkemiz İran’a komşu, Karadeniz’de Rusya’ya karşı NATO’yla işbirliği yapıyor. Ortada öyle siyah-beyaz olarak açıklanabilecek bir fotoğraf yok. Daha karmaşık bir ittifak ilişkisi var. Yine de Trump yönetimine göre, Biden yönetiminin çok daha proaktif bir şekilde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi lehine diplomatik girişimlerde bulunacağını bekleyebiliriz.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Türkiye'yi "sözde müttefik" olarak tanımladı. Biden yönetimi açısından bu tanımlama ne demek? Gerçekten böyle mi düşünüyorlar yoksa uyarı niteliğinde bir cümle miydi?

Washington’da Gezi Parkı protestolarından beri Türkiye’ye yönelik artan bir tepki var. Bu Trump döneminde resmi olarak ifade bulmadı. Ara ara Kongre’de Ermeni Soykırımı ile ilgili olan karar gibi bazı kararlar dışında Trump yönetiminden özellikle Türkiye’ye yönelik resmi sert ifadeler duymadık. Bir tek papaz Brunson konusu oldu. O da Trump’ın Evanjelik tabanının adamı olduğu için Trump sertleşti ve biliyorsunuz sonuçta aldı. Ama onun dışında Washington’da Türkiye’ye yönelik genel algıyı temsil eden resmi bir tepki olmamıştı. Blinken’ın "sözde müttefik" ifadesi Türkiye’ye yönelik eleştirilerini ifade etmekten çekinmediklerini gösteriyor. Blinken’ın bu sözü on-onbeş sene önce olsaydı büyük kriz çıkardı. Göreve gelir gelmez ilk açıklamasında "sözde" ifadesini kullanması Türkiye açısından sıkıntılı ama sürpriz değil. Türk-Amerikan ilişkilerinin öyle kolay kolay tamir edilemeyeceğini gösteren de bir ifade. Amerikalılar Ankara’nın NATO üyeliğini Batı’ya karşı bir koruyucu kalkan olarak kullandığını anlamaya başladı.

Biden yönetiminin insan hakları ve demokrasi ilkelerini temel alan bir politika izleyeceğini daha bu ekip seçilmeden önce biliyorduk. ABD Trump döneminde çekildiği anlaşmalara da geri dönüyor. Biden’ın Türkiye politikasının bu nedenle de sert bir çizgide olacağını öngörenler var. 54 senatör Biden’dan Türkiye’deki insan hakkı ihlallerine karşı adım atmasını isteyen bir mektup verdiler. Sizce ABD ve Türkiye ilişkilerinde demokratikleşmenin önemli olduğu öne çıkarsa cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekten bu konuda adım atar mı?

Trump yönetimi ile bu yönetim arasında siyahla beyaz arasındaki fark kadar fark var. Dediğiniz gibi, insan hakları, ifade hürriyeti, toplanma hürriyeti gibi konular önemli olacak. Türkiye’den somut talepleri olacak. En son Osman Kavala ile ilgili dışişleri bakanlığı bir açıklama yaptı. Serbest bırakılmasını istiyorlar. Tabi yeni yönetim bütün Türkiye politikasını insan hakları, ifade hürriyeti üzerine kurmayacak ama bunu gündemde tutacağa benziyor. Özellikle Osman Kavala bir de ABD büyükelçiliğinde çalışan bir yetkilinin konusu var. Bunları sürekli dile getirecek. Burada tabii şöyle bir açmaz var. Ankara’da milliyetçi, dinci bir koalisyon var. Bu koalisyonun iç siyasette kımıldayacağı pek bir alan kalmadı. AKP birazcık adım atmayı istese bile MHP’nin baskısı altında hareket edemiyor. İç siyasetteki dengelere bakarsınız, S-400 konusu, Osman Kavala meselesi, tabii bir de söylemedim ama Kuzey Suriye’de YPG mevzusu var. Bu konulardan yola çıkarsak önümüzdeki süreçte Türk-Amerikan ilişkileri oldukça hareketli ve problemli olacağa benzer. Washington’da sizin de söylediğiniz gibi 54 senatörün imzaladığı mektuptan da anlaşılacağı üzere Türkiye, Amerika’nın kutuplaşmış siyaseti içerisinde iki partinin de üzerinde ortak hareket edebildiği ender konulardan birisi. Bu konuda Cumhuriyetçiler de Demokratlar da fikir biriliği içerisinde. 54 senatörün imzasını her hangi bir konuda bir araya getirmek kolay bir iş değil. Biden yönetiminin Türkiye’ye olan yaklaşımı Amerikan iç siyasetinde kabul görüyor. ABD, Türkiye’ye dönük politikasını Avrupa ile koordineli yürütecek. Ankara açısından işin ekonomik boyutu, göçmenler konusu, yabancı yatırım ve ticaret açısından Avrupa çok önemli. Blinken, Avrupa ile koordinasyonda başarılı olursa Ankara’nın sıkıntıları artar.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de Libya’ya da NATO’da müttefik olduğu Avrupalı ülkelerle de karşı karşıya geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a karşı diplomatik sınırları aşan cümleler kurdu. Hem de AB’ne üye olmaya aday olmasına rağmen AB’nin en önemli ikinci ülkesine karşı boykot çağrısı yaptı. Dağlık Karabağ’da Türkiye’nin finanse ettiği cihatçı militanları kullanması çok eleştirildi. Kısacası Ankara’nın Avrupa’yı düşman ilan ettiği ve buna göre hareket ettiği örnekler son yıllarda çok fazla. Tüm bu gelişmelere bakarak AKP yönetimindeki Türkiye’ye Avrupalı NATO ülkeleri hala güvenebilirler mi?

AB ülkelerinin bakış açısı ABD’de var olan şüpheleri barındırıyor. Burada belki Almanya’yı biraz ayrı tutmak lazım, çünkü Almanya’nın Türkiye ile özel bir ilişkisi var. Merkel, Ankara’yla konuşmak için özel bir gayret gösterdi. Almanya bazı Avrupalı müttefiklerinin tepkisini çekecek kadar Türkiye’yle diyalog kapılarını açık tutmaya çalışıyor. Fakat söylediğiniz gibi Doğu Akdeniz konusunda Fransa’yla karşı karşıya gelindi. Çok gerginlik oldu. 2017’deki Nazi benzetmelerini unutmuş değiller. Bir tek burada Almanya’yı istisna olarak görmek lazım. Bunun da birden fazla nedeni var. Almanya’da kalabalık bir Türkiye kökenli nüfus var. Bunun iç siyasette konu olması. İkincisi de savunma sanayi satışları. Almanya Türkiye’ye yüksek oranda savunma satışları yapıyor. Fakat Merkel gidiyor, Alman kamuoyunda tepki çok. Daha önce söylediğim gibi NATO ülkeleri Ankara’nın NATO’yu Batı’ya karşı koruyucu bir kalkan olarak kullandığını görüyorlar.

Almanya’nın tutumu da sizce Biden’la beraber değişir mi?

Değişebilir ama Armin Laschet, önümüzdeki dönemde gerçekten şansölye olursa Rusya ve Navalny konusunda söylediklerine bakarsanız burada çok da beklentiye girmemek lazım. Burada Biden yönetiminin Almanya’nın yeni yönetimiyle nasıl bir ilişki kuracağı belirleyici olur. Fransa ve diğer Avrupalı ülkeler nezdinde ABD ile daha büyük bir işbirliği olacağa benziyor. Almanya buna ne kadar uyacak? Belki de Almanya daha fazla ABD ile hareket etmeye zorlanacak. Armin Laschet veya bir başkası sonuçta yeni bir şansölye gelecek. Ama Biden yönetiminin Avrupalılara karşı ne kadar ısrarcı olacağını henüz bilmiyoruz. Bunu bekleyip görmek gerekiyor.

Geçen yıl Macron, ABD'nin Suriye'den çekilme kararına ve Türkiye'nin Suriye'ye ‘Barış Pınarı’ harekâtını başlatmasına, müttefiklere danışılmadan karar verildiği için tepki göstermiş ve NATO'nun sessiz kalmasını eleştirmiş "NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti" demişti. Macron, NATO’da reform isteyen en önemli isim. Heiko Maas da NATO’da reform yapılması için rapor hazırlattı. Türkiye ana akım medyası bu reform planlarının Türkiye’ye karşı atılan bir adım olarak yazdı. Sizce planlanan bu reform Türkiye’nin NATO’daki konumunu zayıflatır mı?

NATO’da reform meselesi oy birliği ile karar alma konusuna esneklik getirmeye yönelik. Mevcut durum tek bir ülkeye veto hakkı veriyor çünkü oybirliği gerekiyor. Tabi bu kuralın esnetilmesi ve Ankara’nın örneğin NATO-AB işbirliğini bloke etmesi Türkiye’nin istediği bir şey değil. Örneğin Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin veto tehdidiyle önleyebildiği konularda Türkiye’nin eli zayıflayacaktır. İç siyasetteki boş laflara bakmayın Türkiye için NATO üyeliği çok önemli bir konudur. NATO, Türkiye’nin Batı’da diğerleriyle eşit olarak bulunabildiği ender bir platformdur. Burayı kolay kolay bırakmaz. NATO’da reform hangi şartlarda olacak bakmak lazım. Reforma da oy birliğiyle karar verilecekse Macaristan ve Türkiye reformu engelleyecek veya taviz koparmak isteyecektir. NATO’da üye sayısı arttı, karar almak zorlaştı. Bu reform mevzusunu sadece Türkiye özelinde düşünmemek lazım. Üye ülkelerdeki farklı tehdit algılamaları karar almayı zorlaştırıyor. Büyük fotoğrafa bakarsanız reform lazım ama sadece Ankara’dan bakılırsa bu reformlar o kadar da iyi haber değil.

NATO Türkiye için çok önemli demişken bir de Türkiye’nin Avrasyacılık politikası var. Uzun yıllardır konuşuluyor. Sizce Rusya Türkiye’nin bu bölgeye girmesine burada strateji geliştirmesine izin verir mi?

Bu konu daha çok iç siyaset tüketimi için kullanılan bir konu. Türkiye hem Çin’le hem Rusya’yla hem de ABD ile aynı anda istediği şekilde ilişkiler geliştirmek istiyor. Ama bu tabi pratikte pek mümkün değil. S-400 konusu bunun en güzel örneği. Avrasyacılığın birden fazla boyutu var. Ama en önemli boyutu iç siyasette otoriterleşmeyi ve devletin her şeyin üzerinde olduğu inancını meşrulaştıran bir ideoloji olması. Avrasyacılık içerde Ak Parti’nin geleneksel tabanının ötesinde de destek buluyor. Ulusalcılar, Avrasyacılar, CHP’de bile Avrasyacılığa sıcak bakan çevreler var. Ancak son bir yıldır özellikle Doğu Türkistan / Uygur meselesi, Doğu Perinçek’in aleni biçimde Çin propagandası yapması Avrasyacıların bir bölümünü küstürdü. Bu işin öyle masum bir iş olmadığı anlaşıldı. Dış politika alanında tabii ki Türkiye daha büyük hareket alanı istiyor, daha bağımsız hareket etmek istiyor. Ama Avrasya’ya yöneleceğim dediğiniz zaman aynı zamanda otoriterleşmeye, vatandaşın devlet nezdinde eşit olmadığı bir yere doğru yönelmiş oluyorsunuz. Mesele göründüğünden daha karmaşık ve sanılanın aksine esas olarak bir dış politika konusu değil. Son aylarda Çin’in Uygurlara uyguladığı kültürel soykırım Türkiye’de bu konuda iştahlı olan bazı kesimleri biraz törpüledi.

Şimdi Türkiye’de Ay projesi konuşuluyor. Projeye Rusya Türkiye’yi davet etti. Sizce S-400’ler tartışılıyorken bir anda Rusya neden Türkiye’yi Ay projesine davet etti?

Ruslar Türkiye’yi çok iyi anlıyor ve çok iyi okuyorlar. Ankara’nın neye ihtiyacı olduğunu iyi görüyorlar. Ne de olsa kumaş benzer. Ankara’daki iktidar da gündemi belirlemekte, şekillendirmekte ve değiştirmekte çok başarılı. Bunu sıklıkla görüyoruz. Ayasofya’dan LGBTİQ’ya, Boğaziçi meselesinden şimdi de aya gitme konusu. Türkiye’nin ana sıkıntısı ekonomi: İşsizlik, yoksulluk, hukuk devletinin eksikliği, kayyımlar vs. birçok konu var. Bu konuların konuşulması istenmiyor. Sürekli dikkatler başka yöne çekiliyor. Gündem değiştirmek dışında Türkiye’nin ne kadar büyük bir devlet olduğu, çok önemli işler yaptığı algısının üretilmesi gerekiyor. Ay’a çıkma konusu da böyle. 2023’te seçimler olacak. Seçimlerden hemen önce canlı yayında Ay’a Türk bayrağının siyasi olarak iyi puan yazar. Bu tür konuların Türkiye’nin gerçek gündeminin konuşulmamasını sağlayan taraflarını da unutmamak gerekiyor. İktidar gündemi şekillendirmek konusunda çok yetenekli, sürekli yapay konular üretiyor. Elindeki muazzam medya gücü ile de bu konular sürekli tüketiliyor. Muhalefetin akılsızlığı ve iş bilmezliği de işini bir hayli kolaylaştırıyor. Moskova açısından böyle bir iktidar nimet, bırakmak istemiyor. O yüzden elinden gelen desteği esirgemiyor.

Mart’ta Türkiye konulu AB zirvesi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye yönelik birkaç olumlu açıklaması olunca AB Türkiye aleyhine çıkartacağı olası yaptırımları erteleme kararı aldı. Ama içerde protestolara karşı kullanılan polis şiddeti, AİHM kararına rağmen Osman Kavala’nın serbest bırakılmaması gibi sebeplerden dolayı sizce Mart’taki toplantıdan sürpriz bir sonuç çıkma ihtimali var mı?

Somut beklentiler ifade etmek zor. Ertelenmesinin sebebi hem Türkiye’ye reform vs gibi konularda biraz şans tanımak hem de ABD’nin yeni yönetimi ile koordinasyon sağlayabilecek zamanı kazanmaktı. Washington marta kadar, Brüksel, Paris, Berlin diğer başkentlerle Türkiye konusundaki hareket tarzını koordine edecek. O zamana kadar Türkiye nasıl hareket edecek ona da bakılacak. Osman Kavala ismi artık bir simge dava haline geldi. Çok önemli bir değişiklik olmazsa ben yaptırımların gelebileceğini düşünüyorum. Bence Ankara Kavala dosyasını hem Washington hem de Brüksel nezdinde pazarlık kozu olarak tutuyor. Bir pazarlığın parçası olarak serbest kalabilir ama son günlerde yaşadıklarımız ışığında pek iyimser olamıyorum.

Sizce bu yaptırımlar ne olacaktır?

Ekonomik alanda olacaktır. Genel olarak – bizim Fransız ürünlerini boykot edelim çağrısı dışında -şimdiye kadar iki tarafta birbirlerinin ticari çıkarlarına dokunmamaya çalıştı ama AB’den Türkiye’ye yönelik yatırımlar konusunda kısıtlamalar getirebilirler. Almanlar daha önce Türkiye’ye yatırım yapacak olan şirketlere kredileri kıstı. Silah satışları konusunda var olan kısıtlamalar sertleşebilir. Türkiye ekonomik anlamda sıkıntılı bir durumda. Avrupa’nın da elindeki en büyük koz da ekonomi. Burada anahtar Washington ile nasıl bir koordinasyon olacağıdır.

Türkiye müttefikleriyle bu derece kavgalı ve AB’ne üye adayı olma konumunda bir ülke olarak altına imza attığı AB anlaşmalarına da riayet etmiyor. Hala sert açıklamalar da yapmaya devam ediyor. Bir taraftan da çok sıkışmış görünüyor. Nasıl bir dış politika değişikliğine gidebilir? Bu resmin dışına çıkabilir mi?

Daha önce de söylediğim gibi eğer içerde MHP’nin vesayeti altında olmasaydı Ak Parti o hareket alanını açabilirdi. Osman Kavala’yı serbest bırakmak ve bir-iki kozmetik adım atmak o kadar da zor değil. Ama Türkiye pazarlık yapmak istiyor. Hulusi Akar’ın mülakatı bunu çok net gösteriyor. Türkiye müttefikleriyle tamamen alış-veriş ilişkisine döndü. Demokratik değerlere inanmıyor. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konularda NATO ülkeleri üç aşağı beş yukarı aynı düşünen ülkeler grubu gibiydi. Türkiye artık farklı bir ülke. Bunda Sayın Erdoğan’ın dünyaya bakışının da bir önemi var. Eğer Batı’yla normalleşeceksek de bunun bir bedeli olmalı diye düşünüyor. Ama kuzey Suriye’de YPG konusunda ama Doğu Akdeniz konusunda ama başka konularda pazarlık yapmak, alışveriş yapmak istiyor. 17 Şubat’ta savunma bakanları nezdinde NATO toplantısı var. Ankara Akar’ın açıklamalarıyla biz pazarlığa açığız dedi. Daha önce "biz S-400’leri aldık geri dönüş yok" deniliyordu. Şimdi müzakereye açığız deniliyor. Aslında bir adım atmış görünüyor. Ama Amerikan tarafı buna pek de açık değiliz intibasını veriyor. Dış politika konusunda haklısınız, Türkiye gerçekten sıkıştı. Biden yönetimi Avrupa ile iyi bir koordinasyon başlatabilirse Türkiye muhtemelen S-400 konusunda ve belki başka konularda da geri adım atmak zorunda kalacak. Geri adım atmak zorunda kalırsa uluslararası önemli bir prestij kaybı olur ve bunun iç politika da bedeli olur. Ayrıca 2,5 milyar doları da çöpe atmış oluruz. Bu tür gelişmeler Türkiye’de bir erken seçimi bile tetikleyebilir.

Türkiye akp ABD rusya nato Recep Tayyip Erdoğan Hulusi Akar S-400 Avrasya Joe Biden