Mavi Kalem'de sendikalı olmanın diyeti
Sultan Eylem KELEŞ
ARTI GERÇEK-Sivil toplum alanı, 1990’lardan bu yana –özellikle 1999 Depremi sonrasında- kendini Türkiye’de bir sektör olarak var etti. Sivil toplum kuruluşları mantar gibi çoğaldı, proje ve fon dünyasının albenisi arttı, fon musluklarının köşe başları tutuldu. Toplumsal sorunlar karşısında bilgi üretme/eyleme sermayeye açıldı ve profesyonelleştirdi, ücretlendirildi. Hem de kapitalistler ve emperyalistler tarafından. Hem bu yapısı hem özgül koşulları gereği, Sivil Toplum Kuruluşu çalışanları kendilerini başka bir dünyanın içerisinde buldu. ‘Patronun olmadığı’ illüzyonunuyla, güvencesiz çalışmanın, esnek çalışmanın, ücret eşitsizliği ve dahasının olduğu bir dünya.
Mavi Kalem Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nde yaşananlar o dünyanın kapısını aralamamıza yardımcı olacak. Çalışanlar DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası’nda örgütlendi, 3 ayda sendikanın yetki başvurusunda bulunacağı yeterliliği sağladı. İşveren, yetkiye itiraz etti. Ardından 20’den fazla sendikalı çalışanı ücretsiz izne gönderdi, işten çıkarttı. Sendikayla iletişimi koparttı. İşveren ‘’Sivil toplum alanı zaten küçük’’ dedi, ‘’Sessiz kalırlar’’, ’Zaten sözleşmeliler’’ dedi, öyle olmadı. Çalışanlar işten atıldıktan sonra örgütlülüğünü sürdürdü, Mavi Kalem İşçileri Dayanışması’nı kurdu. Sendikal tazminat ve işe iade davası açtı. Tüm bu süreci çalışanlardan dinleyeceğiz.
-Sondan başlamak istiyorum. Sizin örgütlenmeniz ve sosyal medyada paylaşımlarınız sonrası Mavi Kalem bir açıklama yayınladı. ‘’Zorunlu açıklama’’ başlıklı metinde, sizinle süreli hizmet sözleşmesi imzalandığı, süreniz bittiği için bu sözleşmenin feshedildiği yazıyor. Bu açıklamayla ilgili ne söylemek istersiniz? Sizin hikâyenizle, deneyimizle bu açıklama uyuşuyor mu?
G.H: Kısmen doğru, tamamen değil. Sivil toplum alanında proje bazlı çalışılıyor ve projeler genelde bir yıllık oluyor. İşten çıkarılan ya da ücretsiz izne gönderilenlerin tamamı sendikalı değildi, bu da doğru. Fakat çok yüksek bir oranı sendikalı ve biz sürecin öncesini biliyoruz. Böyle bir açıklama yapmaları normal çünkü hak temelli çalışan bir yer ‘’Biz hakkını aramalarına karşı çıktık’’ diyemez. Dediği anda kendini alanda kötü bir noktada konumlandırmış olur. Projelerden fon alması ya da bugüne kadar çizdiği imajı koruması da mümkün olmaz. O yüzden böyle bir açıklama yapmaları kendi içlerinde tutarlı ama bizim yaşadıklarımızla değerlendirince gerçekçi değil.
C.D: Mesela ben 2017’den itibaren 4 kere sözleşme imzaladım, dolayısıyla benim sözleşmem hukuki olarak süresiz aslında. Teknik olarak süreli sözleşme kapsamında değil zaten. O yüzden bu kısmı benim için doğru değil. Bizim çalıştığımız proje de şu an hala Mavi Kalem’de devam ediyor. ‘’Proje ve sözleşmeleri bittiği için yollarımızı ayırdık’’ iddiası doğru değil yani.
K.L: 8 kişi ücretsiz izne çıkarıldı, 7 tanesi sendikalıydı. Sonra o ücretsiz izne çıkarılanlar da işten atıldı zaten. Adana’da 4 kişi işten çıkartıldı, 4’ü sendikalıydı. Esenyurt’ta 6 kişi işten çıkartıldı, 4’ü sendikalıydı. Sonrasında da sendikalılara yönelik işten çıkartmalar devam etti. Mavi Kalem’in açıklamasında ücretsiz izne dair herhangi bir açıklama ya da cevap yoktu mesela. Evet, bizim projelerimiz Aralık’ta bitecekti ama proje devam ederken bizi Ağustos’ta ücretsiz izne ayırdılar.
G.H: Ki bizi ücretsiz izne çıkarttığı güne kadar bizim bundan haberimiz yoktu. Bizi ücretsiz izne çıkardıklarını söyledikleri gün dahi aynı iş yüküyle çalıştırılıyordum.
‘PROJELER YAZILIRKEN İŞÇİ HAKLARI YOK SAYILIYOR’
-G.H’nin söylediği yerden devam etmek istiyorum. Aslında bunun dışında bir metin, kendi varoluşunu inkâr etmek anlamına gelecekti. Haliyle, yapılabilecek ‘en makul’ açıklamayı yaptılar; her şeyi reddederek ve işten çıkartmaları usulüne uygun yaptığını söyleyerek. Mavi Kalem gibi bir yerde, bunları yaşamış/maruz kalmış olmanızla ilgili ne söylemek istersiniz?
G.H: Mavi Kalem benim ilk profesyonel çalışma deneyimim; ilk başladığım andan itibaren de çok büyük anlamlar yüklemiştim yaptığımız çalışmalara. Dezavantajlı kadınlar ve çocuklarla çalışmak hakikaten benim için çok kıymetli bir çalışmaydı. Çalışmaya ilk başladığımda da profesyonel bir ilişki kurmadan, daha gönüllü bir noktadan çalışmalara dâhil oldum. Sonrasında, özellikle pandemiyle birlikte, benim bu gönüllülük temelli kurduğum iyi niyet ilişkisinin işveren nezdinde bir karşılığının olmadığını fark ettim. Fazla mesaine karşı izin istediğinde, yorulduğunu anladığın ve nefes almak istediğin anda karşındaki taraf birden işverene dönüşüyor ve seninle tamamen o noktadan ilişki kuruyor. Sen bunlara itiraz ettiğinde, ‘’Motivasyonunu kaybetmiş’’, ‘’Gönüllülük bağını kaybetmiş’’ gibi cümlelerle karşı karşıya geliyorsun. Bu bir tek bizim yaşadığımız bir şey de değil. Sivil toplum alanının tamamında bu durum var; çünkü kendi öz gücü yok, kendi öz sermayesi yok. Dolayısıyla fon veren kurumlarla çok bağımlı bir ilişkisi var ve o fonların kesilmemesi için de gerekli olan neyse bunu yapıyor, senden de bunu bekliyor. Mavi Kalem özelinde de üstten alta hiyerarşinin çok keskin olduğu bir yapılanma söz konusu. Bu hiyerarşinin dışına adım attığın anda sert ve engelleyici tavırlarla karşılaşman söz konusu olabiliyor. Biz, her birimiz hem kendi haklarımız hem yararlanıcıların haklarını asgari düzeyde bilen insanlarız. Bilmiyorsak bile derneğin amacı hem çalışanlarına hem yararlanıcılarına hem de topluma bunu vermek zaten ama sen o bakış açısını edinmeye başladığın anda senden aksi bir yönde bakmanı istiyor. Burada çok derinlikli bir çelişki var ve bizi aslında sendikalaşmaya iten gerekçelerden biri de bu aslında.
‘SİVİL TOPLUMCULUĞUN TEMELİNDE SAVUNUCULUK VARSA BİZ DE KENDİMİZİ SAVUNUYORUZ’
C.D: Biz bu konuları konuşurken uluslararası fon veren kuruluşları genelde pas geçiyoruz, aslında çok önemli bir konu o. Bu fon veren kuruluşlar da özellikle minimum paraya maksimum iş bekliyor; bu fonlar verilirken, bu projeler yazılırken işçi hakları göz ardı ediliyor ya da yok sayılıyor ve çark aslında oradan başlıyor. Mavi Kalem’de de fon veren kuruluşlarla böyle bir ilişki var. Biz de sendikalı olmaya karar verdiğimizde aslında bütün bu alandaki örgütsüzlüğü ve boşluğu görerek, bu sektörde çalışan işçilere ses olabilmek açısından bu işe giriştik. Çünkü bu sadece bizim hikâyemiz değil. Birçok kronik sorun var sivil toplum içerisinde, korkunç bir denetimsizlik var. Bu projelerin bütçesi içerisinde personel bütçesi ve yönetici takımının kendisine ayırdığı pay eşitliğin olması gerektiği yerde bir uçurum aslında. Mobbinge, şiddete, tacize maruz kaldığımızda gidebileceğimiz bir bildirim mekanizması yok. Var ama yok aslında; örneğin Mavi Kalem’de denetimden sorumlu kişi derneğin kurucusunun çocukluk arkadaşı. Siz sorunu ortaya koyduğunuzda, sorunun kendisi sorunu ortaya koymanız oluyor. Ses çıkarmanız, fikir üretmeniz tehdit arz ediyor. Bütün bu sömürü çarkının emek boyutu var, güvencesizlik boyutu var, iş tanımının belli olmaması var. Pandemiyle birlikte mesai saati kavramının fiilen ortadan kalkması var. Burada birçok hak gaspı gönüllülük kılıfıyla perdeleniyor. Mavi Kalem’de de mobbing had safhada ve yönetim kurulu başkanı dernek kurulduğundan beri yönetim kurulu başkanı. 20 yıldır derneği yönetiyor, tek kişi tarafından yönetiliyor ve o tek kişinin altına uyguladığı şiddet yukarıdan aşağıya doğru örgütleniyor ve kurum içerisinde bir şiddet döngüsü oluşuyor. Bu şiddet döngüsü de inanılmaz baskı unsurlarına dönüşüyor. Bizi çayımızı, suyumuzu kesmekle tehdit ediyorlar, sürekli kovulma tehdidiyle karşı karşıyayız. Bu çarkı aşabilmenin yolu da sendikalaşmaydı. Sivil toplum çalışmalarının temelinde savunuculuk faaliyeti yatıyorsa; biz de en temelde kendimizi savunuyoruz. Çünkü kendisini savunmayan insanın ötekinin hakkını savunması irrasyoneldir. Bizim kendimizi de savunmamız lazım.
‘PANDEMİDE POZİSYONUNA İHTİYAÇ KALMADI DEDİLER. MADEM KALMADI, NEDEN O KADAR UZUN SAATLER ÇALIŞTIK?’
-İşten çıkarılmanın gerekçesini işveren süreli hizmet sözleşmesinin bitmesi olarak açıklıyor ama aslında siz sözleşme devam ederken ücretsiz izne çıkarıldınız. Burada aslında sözleşmeniz devam ettiği için siz ücretli izne de çıkarabilirdiniz, projede size ayrılmış bütçe var sonuçta. Burada işverenin inisiyatifi söz konusu ve inisiyatifini ücretsiz izinden yana kullanıyor. Ücretsiz izni pandemide işverenler bol keseden kullandı ve işçiler nezdinde çok fazla mağduriyet yarattı. Bu noktada sizin deneyimleriniz neler oldu?
C.D: Evet, projede bütçeler belli. Biz kâr amacı güden kuruluş da değiliz, kâr düştü işten çıkartıyoruz diye bir durum da söz konusu olamaz. Tamamen keyfiyete dayalı bir süreçti. Sendika süreci duyurulduktan, sendikayla yapılan görüşmeden bir hafta sonra ücretsiz izne gönderilmeler başladı. Sonra sendikayla iletişim de koptu.
G.H: Ben işten çıkartılacağımı tahmin ediyordum, sözleşmem bitince muhtemelen benimle devam etmezler diyordum. Ücretsiz izne çıkartılmayı beklemiyordum, çok ani oldu. Hayatımı, planımı, harcamalarımı işime göre yaparken birden aniden ücretsiz izne çıkarıldım. Sivil toplum kuruluşu burası, ürün satmıyor ki satışında düşüş olsun. Aksine pandemide dezavantajlı grupların hak savunuculuğunu yapıyorum ki bu dönemde mültecilerin doğru bilgiye, haklarına erişmekte zorlandığı da çok fazla raporla kanıtlandı. Biz böyle bir dönemde bizi işten çıkartmak sadece bize değil; yararlanıcı gruba karşı da yapılmış bir şey. Fon belli, bütçe belli, bir yıllık plan oluşturmuşsun ve birden yıl ortasında diyorsun bütçede kısıtlamaya gittiğini söylüyorsun. Sivil toplum alanında gönüllülük deneyimi olan dahi herkes bilir ki bu çok büyük bir yalan ki zaten bizden sonra personel alımı da yaptılar. Pandemi nedeniyle pozisyonumuza ihtiyaç kalmadığını söylediler. Madem çalışma alanımız daraldı, pozisyonumuza ihtiyaç kalmadı; biz neden pandemide o kadar uzun saatler çalıştık? Çok çelişki var… Bize ‘’İşten çıkartma yasak olduğu için sizi ücretsiz izne gönderiyoruz’’ dendi. Hadi diyelim ki pandemiden kaynaklı benim pozisyonuma ihtiyaç kalmadı, belki 2021 bütçesi ya da projesinde benimle ilgili pozisyon devam edecekti. İşten çıkartmayı kafalarına koymuşlardı yani. Bütçe açılsın diye insanlar başka fonlara kaydırıldı, onlara bütçe açıldı. Benim departmanımda da hali hazırda devam eden çalışanlar var. Başka bir işe de başvuramadım çünkü bu sefer bütün haklarımdan feragat etmiş olacaktım. Bu da benim ayağımı bağlayan bir şey. Hem sistemin hem işverenin yarattığı kısır döngünün içine sokuyor seni ve sözleşmenin bitmesini bekliyorsun mecburen.
-Sözleşmeniz bittiğinde, işten çıkarıldığınızda tüm haklarınızı alabildiniz mi?
K.L: İhbar tazminatını alamadık. Bize yazılı bir ihbar yapılmadı ve ihbar süresine uyulmadı. ‘’Siz proje bazlı çalışansınız, onun için ihbar hakkınız yok’’ dendi. Onun haricinde telafi izni ve işten çıkartma tazminatını alabildik. ‘’İş Kanunu’nun 20. ve 21. Maddesine dair tüm haklarımı devrediyorum. Tüm haklarımı aldım ve dava açmayacağım’’ gibi bir şey imzalatmaya çalıştılar. Tabii imzalamadık, sendikal tazminat davası açacağımızı biliyorlardı, o davayı engellemek için imza attırmaya çalıştılar.
‘OFİS DUVARINDA GÜNDE ÜÇ KERE ÇAY DEMLENİR, 2 KERE KAHVE DEMLENİR YAZIYORDU’
-Sendikalaşma sürecine doğru geriye gidelim. Nasıl sendikalaşma kararı aldınız, o süreç nasıl gelişti? Benim bildiğim sivil toplum alanı en örgütsüz alanlardan bir tanesi, direnme kültürü de yok. İçinde olmadığım için yeterince hâkim değilim ama Uluslararası Af Örgütü çalışanlarının grevi ve Filmmor çalışanlarının ifşası geliyor sadece aklıma. Sizin için süreç nasıl işledi? Alışık olmadığım bir yerde alışık olmadığımız işler yapılıyor; sendikalaşma ve direnme.
K.L: STK camiasında Uluslararası Af Örgütü ve Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda da çalışanlar sendikalaşıp toplu iş sözleşmesiyle güzel haklar elde etmiştir. Bizim sendikalaşma sürecimize gelirsek; yöneticiler ve çalışanlar arasındaki maaş farkı, eşit işi yapan erkek çalışanlar ve kadınlar arasındaki ücret eşitsizliği gibi durumlar vardı. Erkekler daha fazla maaş alıyordu. Mobbing vardı. Bilgisayarı yanımızda taşımamız gerekiyordu, bunun yazılı bir kuralı yoktu ama taşımayınca sorun oluyordu. Geceleri WhatsApp’tan yazabiliyorlar, mail atabiliyorlar ve acil bir iş çıkabiliyordu. Bilgisayarını yanında taşımak istemeyen bir arkadaş hakkında dernek başkanının ‘’Taşımak istemiyorsa işten çıkartırım. Bize işçi mi yok? Dışarıda bir sürü çalışmak isteyen var’’ dediğini duymuştum. İdari ofiste yani yöneticilerin olduğu ofiste yemek çıkıyordu, bizim ofiste yemek çıkmıyordu. Yemek çıkmamasını geçtim yemek ücreti de yoktu. Ofis duvarlarında ‘’Günde 3 kere çay demlenir, 2 kere kahve demlenir. Daha fazla demlenemez’’ gibi şeyler yazıyordu, böyle küçük hesaplar yapılıyordu. Yönetici herkesi bir odaya toplayıp ‘’Böyle davranmaya devam ederseniz çayınızı, kahvenizi keserim’’ diye tehdit edebiliyordu. Bir projede 3.5 ay maaşımızı geç almışlığımız var, maaş yatmadığı gibi açıklama da yapılmamıştı. Toplantılarda masalara yumruklar vuruluyordu. Veyahut ofis taşınacağı zaman hafta sonu insanlar ofise taşınma işlemi için çağırılıyor; paketleme yapmak, koli taşımak, paketi taşımak için insanlar hafta sonu çalıştırıldı. Bunun gibi bir sürü örnek yaşadık. Bize kendimizi yetersiz hissettirip bizim aslında o işe hâkim olmadığımızı, işimizi tam ve layıkıyla yapamadığımızı adeta bizi lütuf olarak çalıştırdıklarını hissettiren davranışları vardı. Biz de sendikalı olduk, üç ayda toplu iş sözleşmesi yapabilecek sayıya ulaştık.
G.H: Proje bazlı yani güvencesiz çalışıyoruz, bir güvencemiz olsun diye sendikalaşmak istedik ve bu çok temel bir talep. K.L’nin söylediği önemli aslında; örgütlülüğün olmadığı bir alanda 3 ayda toplu iş sözleşmesi yapacak sayıya ulaştık. Bu örgütlülüğün içerisinde yer alacak bu kadar çok fazla insanın olması bile Mavi Kalem’in nasıl bir sivil toplum kuruluşu olduğunu gösteriyor aslında. Bunu diğer yerleri aklamak için söylemiyorum ama Mavi Kalem’de bu yaşanan hayatımızı o kadar kuşattı ki bir an önce toplu iş sözleşmesini gerçekleştirebilmek için can havliyle dâhil olduk sendikalaşma sürecine.
C.D: Evet, sistematik mobbing gerçekten bu sürecin hızlı örgütlenmesini, birkaç ay içerisinde yetki için gerekli sayıya ulaşmamızı sağladı. Burada esas mesele, kurumun savunduğunu iddia ettiği ilkelerin içinin boşaltılması diyebiliriz. Cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadele ettiğini söyleyen bir kurumda aynı işi yapan kadınlar ve erkekler arasında ücret farkı var. Bu bizim hissiyatımızı, motivasyonumuzu, inancımızı da etkiliyordu. Mobbinge karşı politika dökümanı olan bir kurumda, gece yarısı dahi aranıp ne yaptığımız sorulduğunda kendimizi bir distopyanın içerisinde hissediyorduk. Sadece kendimize yönelen durum değil mesele, bütün sivil toplum sektöründeki emek sömürüsü, mobbing döngüsü yöneticilerin keyfiyeti ve bu proje fonlarının belirli kişiler aracılığıyla büyük kısmının kontrollerinde olması, eşit ücret dağılımının sağlanmaması, bütün bu etik ilkeler ve değerlerin içinin boşaltılması bizim bütün bu süreçteki adım atmalarımızın temel motivasyon kaynaklarıydı.
-Sendikalaşmanıza karşılık işverenin tavrı nasıl oldu?
G.H: Sendikalıların itibarsızlaştırılması, fişlenmesi, görevlerinin ellerinden alınması gibi cadı avı başlatıldı. Birim yöneticim bana bizzat gelip isim vererek, ‘’X,Y sendikalaşma çalışması yapıyormuş, seninle de görüştüler mi?’’ diye sordu. Her projede belli sayıda haber çalışması yapmamız gerekiyor. Her haber çalışması için hem haber metnini hem haber yaptığımız kişiyi dernek yöneticisinin onaylaması gerek, onaylanmazsa yapamazsın gibi bir süreç var. C.D ile haber çalışması yapılacaktı, ‘’C.D sendikalıymış, sendikal çalışma yürütüyormuş, dernek yöneticisini arkasından bıçaklamış, C.D’nin görünürlüğünü sağlayamazsın. Bunu yapmakla neye hizmet ediyorsunuz?’’ dendi bana. İşten çıkarılmadan önce görev tanımımda olmayan şeyler bana yaptırılmaya başlandı ya da görevimde olan süreçlerden dışlandım.
C.D: Ben çok sorun yaşadım çünkü benim sorumlu olduğum kişi doğrudan derneğin kurucusu ve yönetim kurulu başkanıydı. Hemen beni aradı, bir Skype toplantısı yapıldı. Bize haberimizin olup olmadığı soruldu, ben haberimin olduğunu söyledim. Bizden isim istendi, isimleri söylemeyince beni tekrar telefonla aradı. ‘Aynı gemideyiz’ konuşmayı yaptı, asla toplu iş sözleşmesine yanaşmayacağını söyledi. Sendikalı arkadaşların da yaptığı işi kurum için tehdit olarak gösterdi, ‘’Eğer iyi niyetli bir hareket olsaydı bana söylerlerdi’’ dedi. İyi niyet göstergesi olarak örgütlendiğimiz kurumun yönetim kurulu başkanına haber vermemiz gerekiyormuş yani. Ben o gün zaten gidişatı anladım. O günden sonra cezalandırma başladı. Ben de çalışmalara ve sorumlu olduğum işlere dâhil edilmedim; kendi sorumluluk alanımdaki toplantılara dahi dâhil edilmedim. Bununla birlikte gece yarılarında hesap soran mailler atılıyordu, duygusal ve psikolojik açıdan bizi yıldırmak için. Bütün bu süreç bizi yıpratıp istifaya zorlayıp tazminatlarımızı almadan çıkmamıza yönelik bir stratejiydi. Sendikalı olmanın diyetiydi. İşin trajik tarafı şu, bize bunları yapan yönetim kurulu başkanımız DİSK’te iş güvenliği eğitimi veriyor ya da bu mobbingi uygulayanların birçoğu kendini aktivist olarak tanımlıyor ama kendi çalıştıkları kurumda insanlara mobbing uygulamakta bir çekince görmüyorlar. Neden? Çünkü bunun herhangi bir denetimi/yaptırımı yok. Proje bazlı çalışan herkes şunu çok iyi bilir: Size proje fonunda yer bulunmasını sağlayan şey sizin niteliğiniz, yeterliliğiniz ya da verimliliğiniz değildir; patronla olan ilişkinizdir.
-Bütün bunların sonunda, siz yeterli sayıyı sağladığınızda, TİS sürecinde Mavi Kalem sendikanın yetki başvurusuna itiraz etti.
K.L: Evet, pandemi nedeniyle yetki kararı geç çıktı, işverene yetki yazısı gitti ve itiraz ettiler. İtiraz etmesi için herhangi bir haklı, geçerli sebep de yok; çünkü yine bunun da bir yaptırımı ya da denetimi yok. Süreci uzatmak istediler. Bu itiraz sonrası sendika işverenle görüşme talep etti ve hem ilk hem de son görüşmeyi yapabildi. İşveren orada, ‘’Bizim sendikalı arkadaşlara yönelik herhangi bir olumsuz tutumumuz yok. Mobbing ya da işten çıkartma olmaz. Keşke arkadaşlar öncesinde bize haber verselerdi’’ gibi bir konuşma yaptılar. 1 ay dahi dolmadan bizi işten çıkarttılar. Sonrasında sendika yeniden işverenle görüşmek istedi, işveren cevaplamadı bunu. En sonunda pandemi nedeniyle görüşemeyeceğini söyledi ama ilk görüşme de online olmuştu. Bizi ücretsiz izne çıkarttıklarında ben direkt yöneticime ‘’Bizi sendikalı olduğumuz için çıkarttığınızı biliyorum’’ dedim, reddetti. Bütçe küçülmesi nedeniyle çıkardığını söyledi. Böyle bir olasılık yok. Olsa bile, bizi çıkarttıktan sonra 10-15 arası iş ilanı açtılar.
C.D: İtirazı da son gün yaptılar, yani itiraz haklarının olduğu son gün. İtirazlarının düşeceğini zaten kendileri de biliyor, buradan bir sonuç çıkmayacak. Buradaki temel amaç; süreç uzasın, sürüncemeye girsin, sendikayla iletişim kesilsin, cadı avı başlatılsın.
‘BUNUN SADECE BİZİM HİKÂYEMİZ OLMADIĞINI BİLİYORUZ’
-Son soruya gelelim. Aslında satır aralarında da söylediniz, burada aslında Mavi Kalem’de başlayan ve sonuçlanacak olan hikâye tüm sivil toplum kuruluşlarını da etkileyen bir hikâye olacak. Çünkü bu örgütlülüğün karşısındaki ‘hak temelli savunucular’ ve ‘aktivistler’ yani işverenler bu kuruluşların her yerinde varlar. Bu hikâyenin başarısı ya da başarısızlığı tüm sivil toplumu ilgilendiriyor. Bu anlamda Mavi Kalem Derneği’ni de aşan bir iş yapıyorsunuz aslında. Tüm sivil topluma emsal niteliği taşıyor. Buna dair ne söylemek istersiniz?
C.D: Bunun sadece bizim hikâyemiz olmadığını biliyoruz, bu sektörün sorunları bunlar. Bu sektördeki örgütsüzlük, bu sektördeki emek sömürüsü, bu sektördeki mobbing döngüsü, keyfiyet, iş tanımının belirsizliği, gönüllülük adı altında yapılan sömürü… Bunlar, hak temelli çalışma alanında hak gaspları bizzat yöneticiler tarafından özel çabayla görünmez kılınıyor. Biz istiyoruz ki bunlar gündeme gelsin; çünkü sorunun çözümü için öncelikle sorunun görünür kılınması önemli. Bu yüzden çabalıyoruz. Çünkü yıllarca tek tek sözleşmelere dayalı olarak alanlarımıza, hayatlarımıza müdahale edildi ve buna karşı çıkabileceğimiz bir mekanizma yok. Bu mekanizmanın inşası için, bir dayanışma ağı ve örgütlülüğün örülebilmesi için, bu alandaki sorunların görünür kılınması için çabalıyoruz. En temel amaçlarımızdan biri bu ve bunun için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bir yandan işimiz, bir yandan sendikal hakkımız için mücadele edeceğiz ki sektörde bizimle benzer sorunlar yaşayan ama sesini duyuramayan insanlar için de bir yol olsun. Bizim bu sömürü çarkını sarsmamız gerekiyor, sarsmak için de elimizden ne geliyorsa onu yapacağız.
G.H: Ülkede çalışma hayatının kendisi çok zor, bunu hepimiz zaten biliyoruz. Hatta hayatın kendisi de zor, hakkını savunmak bile güç bir pozisyona sokabiliyor yani. Bu atmosferde sivil toplumun başka bir yer olmasını bekliyorsun ama öyle değil. Sivil toplum Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın fon veren kurumlarının taşeronu haline gelmiş durumda. Çok temel bir hak savunuculuğu yaptığın noktada, eğer bu, projenin sayısal olarak hedeflediği şeylerle çelişiyorsa sen sorgulanıyorsun. Senin bunu sivil toplumda rahatlıkla yapabiliyor, savunabiliyor olman lazım ama öyle değil. Bu yüzden, sivil toplumda çalışan kişiler bir süre sonra yaptığı işe yabancılaşıyor. Ne işçi olabiliyorsun ne gönüllü, arada bir yerdesin. Toplumu daha ileri bir noktaya taşıma sorumluluğu taşıyan bir alan, aksine bir pratik sergiliyor. Bu açmazın kendisinin ülkede gerçek bir sivil toplum oluşabilmesi için bütün sorunlarıyla birlikte tartışılıyor, konuşuluyor ve gerçekçi çözümler üretiliyor olması lazım. Biz, en azından bu zemini yaratabilecek adımlar atmayı ve diğer sivil toplum çalışanlarına cesaret vermeyi, bizimle olmalarını güçlendirecek kanallar yaratmayı amaçlıyoruz. Buna hizmet edebilirsek ne güzel.