Özel sektör öğretmenleri sendikalaşma yolunda: İstifa dilekçemiz işe alınırken imzalatılıyor

Özel sektör öğretmenleri sendikalaşma yolunda: İstifa dilekçemiz işe alınırken imzalatılıyor
Atamaları yapılmadığı için özel sektöre mahkûm edilen ve özel okullardaki denetimsiz çalışma koşullarından şikayetçi olan öğretmenler, sendikalaşma yolunda.

Ayşegül BAŞAR


ARTI GERÇEK - Resmi verilere göre Türkiye’de 460 bin atanmayan öğretmen varken, sivil toplum kuruluşlarının hesaplamalarına göre bu sayı 700 bini buluyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ise öğretmenlerin atamalarını gerçekleştirmek bir tarafa, onları özel sektör şartlarına mahkûm ediyor. Kölelik koşullarının dayatıldığı ve devlet tarafından hiçbir denetimi olmayan bu kurumlarda güvencesizi, atanmayanı, ücretlisi, işsizi ile öğretmenler ağır bedeller ödüyor.

MEB'in hiç bir şekliyle denetlemediği, bir işçi çalıştırma kanunu bile olmayan bu kurumlarda patron işsizliğin sermayesini yiyor. Bu keyfi ve hiçbir denetimi olmayan işçi çalıştırma koşullarında, her yıl katlanarak büyüyen işsiz öğretmen ordusu onların ellerini daha da güçlendiriyor. Tüm bu koşullara rağmen kendi koşullarını değiştirmenin yolunu ve yöntemini arayan öğretmenler, işsizliğe ve emek sömürüsüne karşı önemli bir adım atarak sendikalaşma sürecini başlattılar.

Özel Sektör Öğretmenleri Dayanışması İstanbul, İzmir, Samsun, Ordu, Adana, Antep, Mersin, Hatay ve Antalya gibi birçok ilde toplantılar düzenleyerek sendikalaşmanın ilk adımlarını atmaya başladı ve bu amaçla çalışmalarını devam ettiriyor. Özel Sektör Öğretmenleri Dayanışması / Sendika Girişimi'nden öğretmen Hüseyin Aksoy, özel sektördeki çalıştırılma koşullarını Artı Gerçek'e değerlendirdi.

‘UZUN MESAİLER, İŞSİZLİK TEHDİDİ, MOBİNG, FİŞLEME…’

Özel sektör öğretmenlerinin yaşadığı en büyük sorunun tamamen kayıt dışı çalıştırılma olduğunu belirten Aksoy, "Çok sayıda özel sektör öğretmeni tamamen sigortasız ve kayıt dışı çalışıyor. Onun dışında kayıtlı çalışmış olanlarda belirli süreli sözleşme durumu yani 10 ayda bir işten çıkartılarak kıdem tazminatından mahrum bırakılma, yazları maaş alamama gibi sorunlarla karşı karşıya. Çalıştığı süre içerisinde düşük süreli çalışma ya da maaşı asgari ücretin üzerinde olsa da asgari ücretten yatması problemi çok yoğun olarak yaşanıyor. Uzun mesailer, haftada 50-60 saati aşan ders saatleri, kendi iş tanımında olmayan işleri yapmaya zorlanma, mobinge uğrama, öğretmenlerin çalıştığı özel sektördeki patronlar arasında öğretmenleri fişleme sistemleri, özellikle küçük şehirlerde işsiz bırakma tehditleri başlıca sorunlar. Ama en yakıcı sorun tabi ki uzun mesailer, angarya çalıştırma, sigortasız çalıştırma ve belirli süreli çalıştırarak sözleşme ile yazları sigortasız ve maaşsız bırakma…" şeklinde öğretmenlerin yaşadığı diğer sorunları sıralıyor.

‘PANDEMİNİN BÜTÜN CEZASINI ÖĞRETMENE KESİLDİ’

Pandemi dönemine özel sektörde yaşanan sorunlara da ayrıca değinen Aksoy, "Pandemide okul sahipleri, velileri memnun etmek adına pandeminin bütün cezasını öğretmene kesti. Tamamen mesaisiz bir çalışma sistemi, tamamen öğretmenin kendi olanaklarını yaratmasını talep eden, gece gündüzü gözetmeksizin öğretmenin her an hâlihazırda kurum için her şeyi yapmasını bekleyen bir sistem oluştu. Yani online altyapının olup olmadığı, öğretmenin yeterli ekipmana sahip olduğu olmadığı gözetilmeksizin mükemmellik istendi öğretmenden. Burada pandemi döneminde maaşlar yarı yarıya düşerken çoğu kurumda ya da kısa çalışma ödeneğine bağlanırken, öğretmenlerden beklenen emek neredeyse bir buçuk iki katına çıktı" diyor.

‘BU GERÇEKLİK ÇOK YAKICI’

Aksoy, bu süreçte bir öğretmen arkadaşının yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Bir veli online dersten memnun olmadığını kurum müdürüne söylüyor ve kurum müdürü gece saat 11 buçukta bütün öğretmenleri fırça atmak için toplantıya çağırıyor. Ve söylediği şey şu; ‘Ne yapıyorsunuz ki, evde oturduğunuz yerden ders anlatıyorsunuz’. Ama gerçeklik şu, o öğretmen o gün 13 saat bilgisayar başında ders anlatmış ve bu gerçeklik çok yakıcı. Özellikle kadınlar için bu süreçte ev içerisinde sürekli hâlihazırda olmak ve evin işlerini ev-iş tanımının aile tarafından da gözetilmediği bir ortamda tamamen bir yıpranma süreci oluştu. Yani kendi sosyal çevresinin de algılayamadığı bir süreç oluştuğu için parçalanmış bölünmüş bir çalışma ve ev emeği süreci yaşandı. Özel kurumlar süreçten olabildiğince az zararlı çıkmak için öğretmenin emeğini kat kat sömürerek süreci tamamlamaya çalıştı".

‘CORONAVİRUS’E YAKALANIRSA SUÇLU YİNE ÖĞRETMEN’

Coronavirus’e yakalanmış olmasından ve iş yerine gelemeyecek olmasından kaynaklı işverenin öğretmeni suçlu bulduğu durumlarla karşılaştıklarını belirten Aksoy, "Bazı kurumlar uzaktan eğitim süreci ile yüz yüze eğitim sürecini birlikte götürdüler. Bir dönem bazıları kaçak köçek yüz yüze eğitim yapmaya devam etti. Sonradan yüz yüze eğitime geçilmesiyle birlikte başka bir gerçeklik ortaya çıktı; hiçbir sağlık önlemi olmayan kurumlarda, aşının zaten özel sektörlerde adının bile anılmadığı kurumlarda öğretmenler kendi tedbirlerini alarak yüz yüze eğitime devam ediyorlar. Coronavirus’e yakalanırsa suçlu yine öğretmen. Hafta sonu yasaklarının olduğu durumlarda dolmuşun, tramvayın toplu taşımanın olmadığı anlarda öğretmen işe bir şekilde gitmekle mükellef. Özellikle büyükşehirlerde ulaşımın azaldığı aksadığı ulaşıma dair araçların sayısının azaldığı durumlarda öğretmen işe gelmek zorunda bir şekilde. Veya o işten evine dönmek zorunda. İstanbul’da biraz mesafeli bir alanda çalışan bir öğretmen pazar günü azaltılmış araç sayısıyla birlikte evine çok geç saatlerde dönmek zorunda." sözleriyle yaşanılan sorunların yakıcılığına vurgu yapıyor.

‘DEVLET ÇALIŞAN SAYISINI DAHİ BİLMİYOR’

Sorunlar karşısında devlet kurumlarında muhataplık bulma konusunda patronların öğretmenlerden daha şanslı olduğunu dile getiren Aksoy, "Bu sorunlara ilişkin Bakanlığın tavrı aslında pandemide tamamen ortaya çıktı. Zaten Ziya Selçuk’un ve özel okul sahiplerinin oluşumlarının söylediği gibi öğretmeni bir yük olarak görüyorlar. Burada pandemide canı yananın öğretmenler değil de özel okul sahiplerinin olduğu düşüncesinde Bakanlık. Devletin, özel okul çalışanı öğretmenlerinin koşullarını iyileştirmeye dönük herhangi bir çalışması mevcut değil. Devletin böyle bir çabası olsa zaten devlet önce özel sektördeki denetimlerini arttırır. Şu an özel sektörde çalışan öğretmen sayısının net bir şekilde devletin elinde bile olmadığını biz biliyoruz. Çünkü sigortasız çalışma var" sözleriyle tepkisini dile getiriyor.

‘İSTİFA DİLEKÇESİ, İŞE BAŞLARKEN İMZALATILIYOR’

Aksoy, özel sektördeki denetimsizlikleri aktararak, "Şöyle ki belli başlı okulların dışında -ki oraların da çalışma koşulları çok ağır- sigortalar ya çok geç yapılır, ya hiç yapılmaz, maaşlar elden alınır, sigortalar maaşlara göre yatmaz. Öğretmen işe başlarken istifa dilekçesi önden imzalayarak işe başlar. Bunlar devletin bilgisinde aslında, devlet bunları görmezden geliyor. Özel okullara dair bir yasası yok, buna dair bir tartışması bile yok. Öğretmen atamaları gittikçe düşüyor, öğretmenler özel sektöre mahkûm bırakılıyor. Burada devletin somut çalışması aslında eğitimde piyasalaşmayı yükselterek öğretmen emeğinin daha çok sömürülmesi için alan hazırlamak" eleştirisinde bulunuyor.

‘FEDA HEP ÖĞRETMENLERDEN BEKLENİYOR’

Özel okulların yüzde 25’lere kadar yaptıkları ancak zamların öğretmen cebine yansımadığının altını çizen Aksoy, "Son 5-6 yılda özel sektör öğretmenlerinin maaşı enflasyon karşısında giderek eriyor. Özel okulların ücretleri sürekli artarken öğretmen maaşları bununla orantılı olarak artmıyor. Bundan on yıl önce ortalama ücretle öğrenci alan bir okulda öğretmen maaşı bir öğrencinin belki de yıllık kayıt ücretinin yakınındaydı. Şu an baktığımızda 20 bin-25 bin yıllık ücretlerle kayıt alan okullarda öğretmenler 2 bin – 3 bin 500 bandında, çoğu zaman bunun da altında çalıştırılıyor. Bugün isim yapmış bir dershane 12. sınıf bir öğrencisini 12 bin liraya 13 bin liraya kaydederken, öğretmenini haftalık 60 saatlik bir dersi 3 bin liraya 3 bin 500 liraya ikna etmeye çalışıyor. Özel okullar kendilerini kollamak için ücretlerini sürekli yükseltirken, öğretmen maaşları yerinde sayıyor. Zaten dershaneler ve özel okullar birliğinin de ‘maaşlara zam yapamayız, feda yılı olmalıdır’ diye. Ama bu feda nedense hep öğretmenlerden bekleniyor." diyor.

‘ÇIKARDIKLARI YÖNETMELİĞİ BİLE TAKİP ETMİYORLAR’

Yaşadıkları sorunlar karşısında Aksoy, çözüm önerilerini ise şöyle sıralıyor: "Öncelikle denetimlerin alınması lazım. Özel okul, dershane, etüt merkezi açmanın, yönetmenin bir denetime tabi olması lazım. Burada öğretmen emeğini kollayacak yasaların maddelerin oluşturulması lazım. Özel sektör öğretimi çok farklı bir alan, burayı tanımlayan, buranın şartlarını güvence altına alan ve denetimleri sağlayan bir yasalar bütünü olması gerekiyor. Öğretmenin mevsimlik işçi gibi güvencesiz çalıştırılmasının önüne geçilmesi lazım. Bugün memleketteki kursların kimin adına açıldığı, kaç tane personel çalıştığı, bu personelin maaş ve sigortalarının tam olarak yatıp yapmadığının kontrol edilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’nin birçok yerinde derslere ait dershanecilik olması gerekirken, yani mesela bir dershanenin matematik dershanesi olması gerekirken o dershanede Fizik öğretmeni de, Kimya öğretmeni de, Türkçe öğretmeni de çalışıyor ve devlet de bunun farkında. Ama orada çıkardığı yönetmeliğin takipçisi olmaktan bile çok uzak."

TALEP: İNSANCA YAŞAM

"Özel sektör öğretmenlerinin taleplerinin en önemlisi tabi ki insanca yaşam koşulları. Yani bir öğretmenin haftada en fazla kaç saat derse girebileceğinin hem kanunda belirtilmesi hem de bunun kanunda denetlenebilir olması. Denetimi yapılmayan öğretmen emeğinin sömürüye açık hale getirildiği hiçbir şekilde güvenceye alınmadığı şartlarda öğretmenler bazen haftanın 7 günü en az çalışan 5 ya da 5 buçuk gün 45-60 saat derse giriyorlar. Mesai saatlerinin tam olarak netleştirilmesi ve o mesai saatlerinin dışında çalıştırılmaması. Belirli sürede sözleşmenin ortadan kesinlikle kalkması, kurumlardaki sigortalı sigortasız çalışma koşullarının çok iyi bir şekilde denetlenmesi. Gerçek bir özel sektör öğretmenleri tasarısının hazırlanması ve öğretmenlerin 10 numaralı işkolunun haricinde özel sektör öğretmenleri olarak tanımlanması."

‘TALEP EDEN DEĞİL, MÜCADELE EDEN SENDİKA’

Son olarak öğretmenlerin özel sektörde örgütlenmesine ilişkin sendika kurma girişiminde bulunduklarına değinen Aksoy, "Planımız özel sektördeki eğitim emekçilerinin birlikte mücadele edebildiği emekten yana fiili ve hukuki mücadele verebilen, eşitlik ilkesine dayanan, kendi ilkesini kendisi oluşturmuş, merkeziyetçileşmeden uzak bir öğretmen mücadele örgütünün oluşmasını sağlamak ve bu sürecin hızla ilerletilip bağımsız bir özel sektör öğretmenleri sendikasının kurulması, bu sendikanın klasik sendikacılık anlayışının dışında aidatını veren ve gerektiğinde sendikadan destek alan üye profilinin dışında şehir şehir birbiriyle dayanışma gösteren... Hakkını savunan, fiili ve hukuki bir şekilde mücadele etme bilincine sahip, tamamen eşitlik düzleminde oluşmuş bir sendikanın tartışması yürütülüyor. Bu mücadelenin böyle ilerleyeceğine inanıyoruz. Bir emek örgütü, bu alanın kendine ait bir dayanışma örgütünün oluşması lazım. Çok geç kalınmış belki. Çeşitli denemeler yapılmış dernekleşme süreci deneyimlenmiş ama artık tüm özel sektör öğretmenlerine çağrı yapacak, kapsayıcı, talep eden değil mücadele eden, patronlarla yan yana durma gibi ya da hakkını vermeyenlere şirin gözükme gibi dertleri olmayan, gerçekten emeğin yanında olan bir öğretmen yapılanması planlanıyor. Bunun adımları atılıyor. Tamamen özel sektör öğretmenlerin öz örgütünün kendi tüzüğünü yazdığı kendi problemlerini tartıştığı alandaki sömürüye karşı sözünü söylediği bir yapı oluşturma planlaması var" diyerek örgütlü mücadeleye vurgu yapıyor.

Öne Çıkanlar