15-16 Haziran 1970-50 yıl önce ne olmuştu? Ve sendikalar…
Mustafa PAÇAL
15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 50.yılında,işçi ve sendikal hareket hakkında geriye dönük bir değerlendirme yapmak ve buradan çıkarak bugün içinde bulunduğumuz gerçekler ve ileriye doğru temenni ve düşünceleri ifade etmek yararlı olur diye düşündüm.
Her şeyden önce 15-16 Haziran olayları ortaya çıkma nedeni ve sonrası neler oldu yanını bir hatırlamakta fayda var.
Her şey bir grup sendikanın ve sendikacının Türk-İş’ten ayrılarak yeni bir konfederasyon kurma girişimiyle başladı.
1967 yılı Şubat ayında Devrimci İşçi Sendikaları (DİSK) kuruldu.
DİSK daha en başından Türk-İş’ten farklı bir sendikal görüşe ve mücadele anlayışına sahip olduğunu belli etti.
Sendika yetkisi ve sözleşmesi olmadığı halde Kavel direnişinde fiilen grev yaparak sendikal ve sosyal hakları elde etmiş olması bu sendikal farkını ortaya koymuş oldu.
Türk-İş ağırlıkta kamuda örgütlü hükümet aparatı bir yapıya sahipti.
Amerikan sendikalarından destek alan bir sarı sendikacılık örneği idi…
DİSK’in bu mücadeleci sendikacılık anlayışı işçiler arasında hızla karşılık bularak işçilerin kitleler halinde DİSK üyesi sendikalara akın etmesine neden oldu.
Ancak işçilerin DİSK’e bağlı sendikalara üye olmaları dönemin iş dünyasını oldukça tedirgin ediyordu.
Çünkü toplu sözleşme ve grev hakkı çok değil 1961 anayasası ile tanınmış ve 1963 yılında yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı sendikal yasalarla uygulamaya başlanmıştı.
Yani daha yedi yıllık bir uygulama idi.
İş dünyası sendikal gelişmelere soğuk bakıyor ve kontrol altına alınmasını istiyordu.
Çok geçmeden bu tedirginliğe Demirel hükümeti de eşlik edince hemen sendikal hakları sınırlayan bir kanun teklifi hazırlamaya başladılar.
Bu kanunla özellikle DİSK’e bağlı sendikaların toplu iş sözleşmesi ve grev hakkını kullanması zorlaştırılmak istenmekteydi.
Bunun için bugün bile yürürlükte olan işkolu ve işyeri, işletme barajlarıyla ilgili engellemeleri kanun haline getirip DİSK’in önünü kesmek ve Türk-İş’i güçlendirmek istiyorlardı.
İşte bu durum üzerine DİSK üyesi işçiler İstanbul’un dört bir yanında şehir merkezine doğru polis barikatlarını dağıtarak akmaya başladılar.
Bir örnek verecek olursak, o yıllar İstanbul’un nüfusu 2 milyon civarıydı ve bu eylemlere 250 bin işçinin katıldığı tahmin ediliyordu.
15 Haziran akşamı hükümet İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan etti.
Sonuçta kanun meclisten geçti.
Ancak TİP, kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine baş vuruda bulundu ve mahkeme kanunu iptal etti.
İşçiler ve DİSK kazanmıştı.
Türkiye tarihinin ve tüm zamanların en büyük işçi direnişi olarak tarihe geçen bu eylemlerle ilgili daha fazla bilgi almak isteyenlere Zafer Aydın’ın kapsamlı araştırması sonucu yayınlanan "İşçilerin Haziranı-15-16-Haziran" kitabını tavsiye ederim.
Bugün işçi ve sendikal hareketin içinde bulunduğu duruma baktığımızda 1970 yıllarında ki sorunları azalmadı aksine çeşitlendi ve daha komplike sorun yumağı ile karşı karşıya kaldılar.
Daha yerinde bir değerlendirme yapacak olursak, 1990 yılında soğuk savaş sona erince dünya ekonomisi ve ticareti için iki kutuplu dünyanın sınırlamaları ve siyasi sınırlar ortada kalkmaya başladı ve bunun sonucu günümüze kadar ekonomi ve ticaret hızla küreselleşti.
Sendikalar ulusal ölçekte güçlü küresel ölçekte ise gerek yasaklar nedeniyle olsun bu küreselleşmeye karşı aynı hızda örgütlü aksiyon alamadılar.
Şirketler küreselleşmenin sağladığı avantajlarla üretim ve dağıtım ağlarını karlılık oranı daha yüksek olan ülkelere kaydırdılar.
Bu farklı ve bilinmedik durum karşısında sendikalar güç kaybetti.
Diğer yandan tüm dünyayı saran özelleştirme uygulamaları kamuda örgütlü olan sendikalar içinde başka bir güç kaybına neden oldu.
En bilineni İngiltere’de yaşandı.
Thatcher hükümeti kömür madenlerinin özelleştirilmesine karşı sendikalar harekete geçti;ancak bu mücadeleyi kaybettiler.
Sendikalar için bir başka güç kaybı nedeni siyasi bağımlılık sorunuydu.
Bu durum işçiler arasında ayrımcılık yarattığı gibi sendikaların gücünü de sınırlayan bir rol oynuyordu.
Sendika içi demokrasi bir yanıyla da bu siyasi bağımlılığa koşut olarak gelişmiyor ve sendikalar üyesi işçilere karşı yabancılaşıyordu.
Ancak sendikaları etkileyen ve etkisi giderek artmakta olan bir başka önemli gelişme üretim teknolojilerin gelişmesi alanında yaşanıyordu ki bunun yarattığı emek sirkülasyonu ve istihdam daraltıcı etkileri sendikal hareketi iki yönden zorluyordu.
Birincisi teknolojinin yarattığı yeni türden üretim ve endüstri ilişkileri,ikincisi rekabetçi küresel piyasaların dayattığı esnek çalışma modelleri ve verimliliği arttıracak yeni iş modelleri…
Sendikalar buna hazır değildi ve kimi ülkeler hariç her yerde güç kaybettiler.
Örneği Türkiye köklü bir sendikal geleneğe sahip bir ülke olmamasını sorunlarını günümüzde yaşıyor.
Sendikalar adeta siyasi partiler ve hükümetler tarafından kuşatılmış durumda…
Her partinin her hükümetin yandaşı sendikacılık demek bunun adı ve bu durum sendikaların karşı karşıya olduğu bu sorunları bırakın çözüm aramayı tartışmayı bile istemeyen günübirlik giden bir sendikacılığa tekabül ediyor.
Oysaki sendikaların tarih sahnesinde yer alma nedenleri bugün daha artmış durumda.
Gelir adaletsizliği, yoksullaşma, göç, işsizlik ve sosyal adalet alanında küresel göstergeler giderek kötüleşiyor,
Pandemi süreci bu sorunları görülmesinde daha yakıcı ve daha acımasız bir rol oynadı.
ILO pandeminin etkisiyle küresel işsizlerin sayısını 250 milyon insan olarak raporluyor.
Yoksulluk geliri ve açlık geliri sınırında yaşayan insan sayısı nerdeyse dünya nüfusunun yarısı kadar...
Göçmen işçiler ve çocuk işçiler pandemi döneminde en çok mağdur olan kesim oldu. Çünkü günübirlik işlerde çalıştığı için çoğu işini kaybetti.
Sendikalar geçmişte dünyada sanayi çağının parlak örgütlenmeleri olarak emek ve demokrasi mücadelesinde önemli kazanımlara imza attılar.
Şimdi kendilerini yeniden yeni koşul ve zorluklar içinde üreterek yeni başarılara imza atabilirler.
Ancak bu başarıyı bağımsız ve demokratik bir işleyişe sahip sendikal yapılarla ve yeni tür üretim ve endüstri ilişkilerini anlayarak mücadeleci sendikal bir anlayışla yapabilirler.