Adalet ya da kolektif nefret
Hasan HARMANCI
Sustuğunuz şey aslında ortadan kalkmaz, yok olmaz, azalmaz, tersine çoğalır. Siz yaşamın hesabını yaptığınızı sanırken, sustuğunuz o şeyler sizin için çoktan hesap yapmış, kendi kılıfını sizin kitabınıza uydurmuş, size de bu kitabı olduğu haliyle alıp okumak kalmıştır.
Farkındalık oluşturmak, bilinç kazandırmak toplumsal bakış açısıyla doğrudan ilişkilidir. Makyavelizm’i bilmeden önce ilk Sümer destanı "Gılgamış"ı bilmek daha değerlidir. Siyaset bilimciler Gılgamış’ı okumak istemezler. Hakikati küçümserler. İlk devlete giden hakikat, yalan siyasetin mizahıdır çünkü. Gılgamış kollektif egoizmle nasıl bir iktidara gidileceğinin destanıdır. Gılgamış ve Enkidu iki öz olmayan kardeştirler. Alevilikte olduğu gibi onlara musahip (kardeşten daha yakın) diyebiliriz. Birbirlerini tanıdıktan ve dost olduktan sonra dünyada değiştiremeyecekleri ve sırt sırta verip yenemeyecekleri hiçbir şey yoktur. Destanın bir yerinde ormanda yaşayan dev Humbaba ile savaş anlatılır. Gılgamış’ın Kral olduğu şehirde öyle büyük bir korku vardır ki, ormana gidenler dev Humbaba ile karşılaşma kaygısından adeta çatlarlar. Öyle ki ormana giden ölümüne susamıştır. Yarı Tanrı Gılgamış ve vahşi hayvanların dilinden anlayan Enkidu kardeş olmaya karar verdikten sonra baş başa verirler ve iyi bir stratejiyle devin karşısına çıkarlar. Zorlu bir boğuşmanın ardından devi öldürürler.
İnsan bilincinin ortak hareket edişini Gılgamış Destanı'ndan daha yüreklice ortaya koyan bir başka anlatı daha var mıdır acaba?
Gılgamış Destanı muhtemelen insanlığın ilk saflığının yansıması ya da insanlığın ilk kötülük ve ilk korkuya karşı birleşmesiydi. Gılgamış ile Enkidu’nun zorlukların altından kalkabilmelerine etki eden voltran aslında iki büyük egoistin bir araya gelmesinden başka birşey değildir. Hatta bir araya gelmelerinin sihri ile yapılamayacağı yapmaya, bulunamayacağı bulmaya çalışmalarının sonucu Enkidu, Tanrılar Mahkemesi'ne çıkar ve ölüme mahkûm edilir.
Gılgamış ise ölümsüzlük otu Ab-ı Hayatı bulur ancak yılana kaptırır. Mücadelelerinin ayrıntısına baktığımızda Gılgamış’ın çaresizlik içinde ölüme karşı direnmesinin ayrı bir ironi olduğunu söyleyebiliriz. Toplum tarafından kahraman ilan edilmek ayrı, her şeye gücünün yetmesi ile toplumun değerlerine aykırı şeyleri yapmak ayrı bir durumdur. Yani hizmet ile değeri kişiden kişiye değişen egonun (benlik) doyumsuzluk, aşırı böbürlenme ve başkalarını küçümsemesi durumunda roller anında değişir ve onu bir kahraman konumundan alır ve birdenbire toplumun yargısına tabii kalınmasına neden olur.
Egonun farkındalığı yoktur. O bir çeşit bilinçsizlik halidir. O sebeple yanıldığını, yanılabileceğini bilmez. Bundandır insanın hep ona tutunuşu ve toplumu şekillendirmede hep ondan güç alışı. Toplumun ego tarafından yönetildiğini varsayarsak bunun neticesi kolektif bir akıl tutulmasına sebep olduğundan, iktidarın toplum tarafından sahiplenmesi sonucunu ortaya çıkarır. Tecavüzcüsüne âşık olan kurban misali.
Neredeyse tüm ülke yönetimleri bu pandemi sürecinde bir akıl tutulmasına kapıldılar. İnsanların pandemi süresince neler olup bittiğini görememeleri onları daha da kaygılandırdı. Bu kaygı tıpkı ormandaki dev Humbaba’dan korkulması gibi halkın iradesini ele geçirmiş durumda; öyle ki, ancak ölüme susayan ormanın yakınından ya da içinden geçebilir. Toplumsal güven ve güç azaldıkça yaşamın sürmesi için gerekli olanlardan mahrum kalmada artış söz konusu olur, ormandan ağaç kesememek, ava çıkamamak, mantar toplayamamak esasen açlıkla, ölümle eşdeğer sayıldığından Uruk halkı ile Gılgamış halkı ölümü ve açlığı seçer.
Özgürlüklerin ve adaletin kişisel egoyla köreltildiği yeni yaşamda oluşturulmuş bu kokteyl yasalar, döneminde toplumu adaletin değerli, özgür iradenin doğru olduğuna tekrar ikna etmeden sağlıklı bir toplumsal irade mümkün değildir. O nedenle iktidarın uzunluğu, açık ve şeffaf adaletli politikalar üretmekle doğrudan ilişkilidir. Yeni bir dünya kuruluyor bunu her birimiz dramı ve nimetleri ile ayrı ayrı yaşıyoruz. İş gücünden, iş piyasasına kadar her şeyde bir değişimden daha fazlası var. Bunu belirleyen üretim ve tüketim ilişkisi bir sahtelik ve kandırmaca üzerinden gittikçe yaşamın her alanında patlayabileceği ortadadır. Patlamasa da insanlığın gerisinde kalmaya devam edileceği aşikârdır.
Toplum için korku kendisi için ise hırs ve açgözlülük üreten bir sistem, dinci muhafazakârlığın içinde sıkışsa da sonuçta gelecekte kazanacak olan bellidir; biraz daha gerçekçi politika ve iktidar arayışı içinde olanlar kazanacaktır. Sürekli üretim ve tüketim aygıtlarını pohpohlayan sistemin gelip dayandığı nokta açıktır; saklanamayacak kadar çürümüş egolar ve toplumun yaşadığı dramı, yoksulluğu, çaresizliği, adalet çığlığını umursamayan içi boşaltılmış bir güruh.
Bu umursamazlığı koruyan bir kolektif toplumsal sermaye ortada olsa da işin artık kolay olmayacağı açıktır. En büyük düşman, topluma şırınga edilen düşünmeden, sorgulamadan sahiplenilen erk hırsının kolektif yansımasıdır. Bunu tetikleyen bir iktidarın sermayesi çoğunlukla toplumun özündeki eğitim eksikliği ve deliliktir.
Toplumlar başlangıçta bir sel gibi bu kolektif kâbusu destekler, gücün yanında yer alarak kendisini bir nevi onure edilmiş ve kazanmış sayar. Toplumu ortak bir normale taşımak, "öteki" konumundaki insanı sahiplenerek, onlara yaşam alanı yaratmayı gerektirir. Hele ki adaletin tarumar olduğu bir düzende, Gılgamış’ta olduğu gibi topluma taraflılık yerine yeniden bir uyanış ve birleştirici halit (ebedi) bir ruh elzem bir gerekliliktir. Halık (Allah’ın 99 adından biri) ile halk arasındaki dengenin adalet ve vicdan olduğunu bir an olsun bir yana bırakmak toplumu birbirinden uzaklaştırır.
Bırakın adalet için yürüyenin sesi farklı çıksın.
Şiddete ve nefrete uzak olmak toplumsal bir maya tutturabilmenin en ideal yoludur. Erdemli iktidar olabilmenin şiarı buradan geçer. Toplumsal güven, böylesi zamanlarda oluşur. Aksi takdirde toplumdaki şiddet ve nefret söylemi bu güven yaratılmadığı zaman artar.
İnancı kullanarak kendilerini hep haklı, farklı hak talebi olanları da haksız ve öteki olarak görmek gerçeğin varlığına engel olmaz ki. Hakikat her zaman adalet ve vicdan yaratmak için ayağa kalkar.
Kolektif bilinç iktidarla ne kadar özdeşlik içinde olursa o oranda da kendi dışındakini kapsar ancak kolektif bilincin, gücü eline geçirmiş olan erksel kolektif nefretle birleşmemesi gerekir. İktidarın toplumun önünü görmesini sağlayan araçları gerçeğin üstünü örtmekte kullanması, toplumdaki körleşmeyi arttırır ve bu da Uruk şehrindeki korkuya denk gelir bir rahatsızlık yaratır toplumda. Egosantrik (benmerkezci) duygularla savaşmak, yaşanan dünyayı iktidarın nefretle yükselmiş kolektif bilincinin esiri olmaktan kurtarır.
Gılgamış ve Enkidu’nun ruhu hangi açıdan sahiplenilirse yaşam döngüsü de o biçimde değişir; Ya toplumsal bilinci barışçıl bir musahipliğe taşımak ya da kolektif yanılgıyı parlatıp, iktidar düşüncesi dışında kalanı tehdit eden egolara bağlı şiddet sarmalına ve nefret batağına devam edilir.
İnsanlığın gidişatı pek iç açıcı olmayan yeni bir Orta çağ despotizm sürecine girerken biz kolektif yargılarımızdan biraz olsun evrimleşmeyi başaramazsak uygarlık hazinesinin en temel değeri olan adalet ve barış içinde yaşamaya bir ütopya gibi bakmaya devam edeceğiz.
Gılgamış’ın surlarla sınırladığı toprakların sahibi Baba Tahire Uryan bakın ne diyor:
Ne mutlu başı elden ayırmayana
Şule gibi kuruyla yaşı ayırmayana
Havra ve Kâbe, puthane ve kilise
Yârsız saray olduğuna inanmayana
İnsan mültecidir, yollara geri dönmemek, düşmemek üzere çıkar. Dünya geçmiş Mülteciler Günü’nü (20 Haziran) yâd ediyorum. Her birimiz, iktidarların kolektif nefreti, kötücüllüğü, egoizmi nedeniyle göçü, sürgünü ya da ötekiliği yaşamış insanlar olarak…
Tekrar tekrar hep tekrar.