'Saldırganlık savaşı uluslararası barışa karşı suçtur'
Av. Yunus MURATAKAN *
Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 13 Ocak 2018 tarihinde Elazığ’da yapmış olduğu açıklamada "Bir araya toplayıp ordu kurduklarını sandıkları çapulcuları Allah’ın izniyle, bir haftayı bulmaz nasıl darmadağın edeceğimizi görecekler" diyerek uzun zamandır Türkiye Devleti’nin Efrin’e yönelik operasyonun yapılacağı sinyalini vermiş, bunun üzerine Hatay ve Kilis sınır hattına ağır askeri teçhizat ve asker sevkiyatı yapılmış, yanı sıra ÖSO üyesi olduğu iddia edilen güçlerin de sınıra sevk edildiği yazılı ve görsel basında yer almıştı.
Uçak sesleri, fırtına obüsleri, küçük ve büyük çapta silahların hedeflerinde yarattığı yıkım içinde uluslar arası hukuktan bahsetmek bir anlam ifade etmese de bizler TSK’nın 20 Ocak 2018 tarihinde internet sitesi üzerinden yapmış olduğu basın açıklamasını kendi referans noktalarını tartışarak irdelemeye çalışacağız.
TSK yapmış olduğu açıklamada "Zeytin Dalı Operasyonu" nun hukuksal meşruiyetini "Harekat, ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BMGK’nin terörle mücadeleye yönelik özellikle 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan Meşru Müdafaa Hakkı çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir." aldığını belirtmiştir. Fazla uzatmadan TSK’nın açıklamasında dayandığı hukuksal normları tek tek tartışalım.
1-Uluslararası Hukuk Bakımından
Uluslar arası hukukta devlet – devlet, devlet-devlet altı örgütler arasındaki uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözüm dayanağı başta BM Şartı olmak üzere uluslar arası sözleşmeler ve Ulusalüstü kurum kararlarından dayanağını almaktadır. Zira uluslar arası barış ve güvenliğin tesisin sağlanmasının ancak barışçıl yollarla çözülebileceği kabul edilmekte, devletlerin savaş hakkı ellerinden alınarak savaş durumunu saldırganlık ve haksız fiil olarak değerlendirmektedir.
Devletler arası veya sınır ötesinde olan devlet dışı örgütler ile yaşanılan uyuşmazlık ve sorunların çözümünü silahlı kuvvet kullanmadan çözme yoluna başvurulması gerektiği BM Şartı (1945) amir şekilde düzenlemiştir. BM Şartı’nın 2. Maddesinin 4. Fıkrası "Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar." Demektedir.
İki dünya savaşı görmüş ve savaşın toplumsal, ekolojik, ekonomik ve insani tahribatını yaşamış dünyada devletlerin kendi aralarındaki barış ve güvenlik sorunlarının barışçıl yollarla çözülmesi için savaş ve şiddetten kaçınılması gerekliliğinden devletler platformu olarak kurulan BM’nin ilgili şartı ile devletlere "kuvvet kullanma yasağı" getirilmiştir.
BM "Kuvvet Kullanma Yasağına" İlişkin ve onunla doğrudan bağlantılı olarak bir çok belge üretmiştir. Bunlardan özellikle "Saldırganlığın Tanımı" konulu olan belgeler mevcut durum için aydınlatıcı içeriktedirler. Bunlardan 03.11.1947 Tarihli BM Genel Kurulu 110(II) Sayılı "Yeni Savaş Propagandasına ve Kışkırtıcılarına Karşı Alınması Gereken Önlemler" başlıklı kararında "Hangi Ülke olursa olsun, barışa, barışın ihlaline yönelik herhangi bir tehditi yahut saldırganlık eylemini kışkırtmak yahut cesaretlendirmek üzere tasarımlanan yada buna hizmet eden her türlü propagandayı kınamaktadır" (bent 1) demekle savaş kışkırtıcılığını, propagandasını kınama kararı almış, 1952 tarihli 599 ve 688 sayılı kararları ile saldırganlığın tanımlanması çabalarının desteklenmesi, genel sekretere bu konuda genel kurula rapor hazırlanması tavsiyesinde bulunulmuş ve özel komite kurulmasına karar vermiştir. İleriki aşamalarda buna ilişkin olarak çalışmalar ve yeni kararlar alınmasına yönelik yeni kararlar alınmış ve nihayetinde 14.12.1974 tarihli 3314 sayılı kararıyla saldırganlığın tanımı yapılmıştır. 3314 Sayılı Karar’ın 3. Maddesi "Devletlerin başka devletlere karşı silahlı kuvvetlerini kullanarak hedef devletin işgali(geçici veya sürekli), saldırılması, ilhak edilmesi, başka bir devletin bombalanması, silah kullanılması, limanların abluka altına alınması, başka bir devletin silahlı kuvvetlerine yönelik saldırıları vs." sınırlı sayıda olmayacak şekilde "saldırganlık" tanımına dahil etmiş ve bu saldırganlığın hiçbir surette siyasi, askeri ve ekonomik mülahaza ile meşrulaştırılmayacağını (md 4), saldırı ile ele geçirilen toprağın hiçbir surette hukuka uygun kazanım olarak tanınmayacağını (md 5) karar altına almıştır.
3314 sayılı kararın belki de en önemli maddesi "Saldırganlık savaşı, uluslar arası barışa karşı bir suçtur. (md 2)" saptamasını yapmış ve ırkçı ve sömürgeci rejimlerin tahakkümü altında olan halkların kendi kaderlerini tayin noktasında yürütmüş oldukları mücadeleye halel getirmeyeceğini(md 7) düzenlemiştir.
Yine BM’nin 1965 tarihli 2131 sayılı kararı ile devletlerin diğer devlet ve halkların yönetimine saygı duyması, saldırganlık fiillerinde bulunmamasının bir yükümlük olduğunu belirtmiş…1969 tarihli 2542 sayılı kararı ile herhangi bir saldırganlık durumunda meydana gelen tahribatın saldırgan devletten tazmin edilmesini düzenlemiştir.
Bunların dışında BM’nin 2734 sayılı (1970) 3384 (1975) Sayılı Bildirisi ve 1978 tarihli 33/73 Sayılı bildirisinde devletlerin başka devletlere yönelik saldırganlığının suç olduğunu, uluslar arası hukuk tarafından yasaklandığını savaş propagandası yapılmamasını devletler için bir ödev olduğunu düzenlemiştir.
BM Şartı m.2/4 fıkrasındaki "Kuvvet Kullanma Yasağı" ile yukarıda saymış olduğumuz karar ve bildirilerde görüldüğü üzere "saldırganlık" durumlarını bir suç olarak öngürmüştür. Devletlerin kuvvet kullanma yasağının istisnası olarak devletlerin "meşru müdafaa" hakkı kapsamında yapmış oldukları müdahaledir. Gerçekten de BM Şartı 51. Madde "Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in iş bu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez." Diyerek devletlerin kendilerine yönelik bir saldırı olması durumunda buna yönelik orantılı bir şekilde karşı müdahalede bulunabileceğini kabul etmiştir.
Meşru müdafaa herhangi bir kişiye karşı yapılan haksız ve hukuka aykırı bir saldırı durumunda saldırıya maruz kalanın can ve mal güvenliğini sağlaması maksadıyla saldırının defedilmesi karşılığında kullanılır. Bir saldırının meşru müdafaa olarak kabul edilebilmesi için karşı saldırının "gerekli" ve "orantılı olması" gerekliliğidir. Yani herhangi bir devlet silahlı bir saldırı altında olup, silahlı karşı saldırı yapmadan barış ve güvenliğini sağlayamayacağı objektif olarak tespit edilebilecekse meşru müdafaa kapsamında karşı saldırıda bulunabilir. Orantılılık ilkesi gereği saldırıya maruz kalan devlet ancak kendisine yönelik saldırının niteliği, kapsamı ve tahribatı ölçüsünde kuvvet kullanabilir. Yani saldırıya maruz kalan devletin kendisine yönelik basit sıradan bir silahlı eylem yapıldığında ancak o derece de karşılık verilmesi meşru müdafaa kapsamına girebilecek, aksi durum meşru müdafaa sınırlarının aşımı sonucunu doğuracaktır.
BM Şartına göre ikinci istisna ise BMGK’nın BM Şartı’nın 33-37 maddeleri arasında "uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmemesi" durumunda 39. Maddeye göre barışın tehdit altında olduğunu, bozulduğunu ya da saldırı altında olduğunu saptar ve taraflara barışın tesisi için tavsiyelerde bulunur, eğer sonuç almaz ise bu durumda ekonomik ambargo yoluna başvurma veya diplomatik ilişkilerin kesilmesini (md.40) karar altına alabilir. Eğer her iki yaptırımın sonuçsuz kalacağını görürse bu durumda askeri güç kullanabilir.
2- BMGK Kararları Bakımından
TSK ilgili basın açıklamasında "Zeytin Dalı Operasyonu" nun BMGK’nin terörle mücadeleye yönelik özellikle 1624 (2005), 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararları" dayanarak yaptığını belirtmektedir.
Öncelikle BMGK’nın ilgili kararlarının tümü sınırlı sayıda "terör örgütleri" ve onların türevi olan diğer örgütlere ilişkin yapılacak mücadeleye ilişkindir. BMGK’nın 1624(2005) 2170 (2014) ve 2178 (2014) sayılı kararlarının metinlerine bakıldığında El Kaide, Taliban, El Nusra, İŞİD ve türevlerini "Terör Örgütü" olarak kabul etme ve buna bağlı devletlere yüklediği sorumluluk ve ödevleri düzenlemiştir.
1989 Sayılı Karara bakıldığında 19 maddesinin tümünde ilgili örgütlere mensup yabancı savaşçılara ilişkin sınır kontrollerinin yapılması (md 2), devletler arasında yabancı savaşçılara yönelik devletlerarası istihbarat ve bilgi yardımında bulunulması (md 3) yabancı savaşçıların işlemiş olduğu suçların cezalandırılması için adalet önüne çıkarılması vd gibi devletler arasında işbirliği ve dayanışmanın olması gerektiğini karar altına almıştır.
Yine 1270 Sayılı Karara bakıldığında İŞİD ve Nusra’nın Irak ve Suriye'de işlemiş olduğu suçlar sayılmış, ilgili örgütlerin bölge-dünya barış ve güvenliği için tehdit oluşturdukları saptanmış, BM Şartı VII Bölümündeki maddeler saklı tutularak ilgili örgütlerin ve onlara destek veren gerçek ve tüzel kişilerin mal varlıklarının dondurulması, yabancı savaşçılara seyahat yasağının getirilmesi, silah ambargosunun uygulanması, uluslar arası insan hakları mülteci ve insancıl hukukun yükümlülükleriyle uyumlu rehin almalara ilişkin karşı işbirliği vb kararlar alınmıştır. Yine El Kaide ve Türevleri örgütlere finansal destek sunan ve yaptırıma tabi tutulacak kimselerin malvarlıklarının dondurulacağı liste şeklinde yayımlanmıştır.
TSK’nın açıklamasında belirtmiş olduğu BMGK kararlarının sınırlı sayıda örgüte yönelik olduğu, ilgili örgütlerin "Terör Örgütü" olarak kabul edildiği ve bunlara ilişkin uluslar arası hukuka ve insan haklarına riayet edilecek bir mücadelenin edilmesi gerektiği açıktır. Bugüne kadar yapılan askeri müdahalenin BMGK kararlarında belirtilen örgütlere yönelik olmadığı görülmektedir. Yazının yazıldığı tarih itibariyle Suriye’ye yönelik icra edilen askeri harekatta harekatın coğrafi kapsamı Efrin ilçe merkezi ile SDG kontrolünde olan alanlar olduğu yazılı ve görsel basın tarafından işlenmektedir. Ayrıca Reyhanlı ve Kilis’e yönelik yapılan roketatarlı saldırıların kapsam, tahribat ve fail tespiti somutlaştırılıp belgelendirilse bile bunun uluslar arası hukuk bağlamında meşru müdafaa sınırları içinde kalıp kalmadığı çokça tartışılacaktır. Dolayısıyla ileriki aşamalarda Türkiye’ye yönelik BM Şartına bağlı olarak BMGK’ya başvurulması durumunda BMGK Türkiye’nin Efrin’e yönelik saldırısının "Kuvvet Kullanma Yasağı"nın ihlali, barışı ve güvenliği tehdit, bozma suçlaması ile karşı karşıya bırakabilir.
Son söz: Barış istemek suç değil bir haktır.
* Diyarbakır Barosu Üyesi