Anaakım medya hiç bu kadar alçalmamıştı
Mehmet CAN
Konu malum, Habertürk çalışanlarından, Didem Arslan Yılmaz ve Veyis Ateş’in HDP ile ilgili yaptığı açıklamalar son bir haftadır tartışılmakta, kamuoyunun gündemine oturmaktadır. Habertük çalışanları diyorum çünkü diğer tabiri, yani araştırmacı gazeteci veya başka bir sıfat kullanmak bunlar için bu iki şahsa, bol gelir boylarını aşar. Araştırmacı gazetecilik demek; bir konu hakkında emin olana kadar bir açıklama yapmamak, konuyu tüm detaylarıyla araştırmak, konunun muhataplarını dinlemek ve tüm bunların sonucunda bir fikriyata sahip olup sürecin sonunda sunum yapıp kamuoyunu aydınlatmaktır.
Ancak bu iki şahıs veya bunların şahsında Türkiye’deki çoğunluk (anaakım medya çalışanları için söylüyorum) iktidar tarafından, medya patronlarının istekleri doğrultusunda önüne gelen bilginin gerçeklik, hakikat payı ne, bu bilgi doğru mu, kaynağı güvenilir mi? Tüm bunları sorgulamaz.
Kısacası, Türkiye’de medyanın çoğunluğu iktidarın hizmetine giren patronların çıkarı doğrultusunda hareket etmektedir. Haberin kaynağını araştırmadan sorgulamadan, güvenilir olup olmadığını araştırmadan kendisine servis edilen materyalleri olduğu gibi sunmakta ve bunun adını da habercilik koymaktadır. Medya çalışanları patronlarının talimatları doğrultusunda hareket edip çalışmakta, bir nevi iktidarın propaganda aracı olarak işlev görmektedir.
Didem Arslan Yılmaz’ın: ‘’işte biz kamu yayıncısı değiliz, özel sektör televizyonuyuz, dolayısıyla HDP’lileri çağırmayabiliriz, bu bizim tercihimiz ve çağırma gibi bir sorumluluğumuz yok’’ Yine aynı tv kanalında çalışan Veyis Ateş’in farklı bir biçimdeki başka bir açıklaması.
Dolayısıyla ne Didem Arslan Yılmaz, ne Veyis Ateş ne de diğer yandaş medya çalışanları konunun gerçek anlamda muhataplarıdır, konunun esas muhatabı iktidar ve ona hizmet eden medya patronlarıdır. Bu çalışanların, kendi başlarına insiyatif alma, oyun kurma, özerk davranma gibi bir durumları söz konusu olamaz, bunların sahipleri vardır, sahipleri otur der oturur, kalk der kalkar, konuş der konuşur, sus der susar, bunlar kapıkuludur, emir eridir, yani, bunlar üzerinden Türkiye’de medyayı tartışmak işin esasını görmemizi engeller. Geçmişte kendi başına insiyatif alan gazetecilerin muhalif gazeteleri ve tv kuruluşlarını demeye gerek yok zaten, anaakım medya için söylüyorum, başına neler geldiğini bu medya çalışanlarının hepimiz gördük ve biliyoruz, örneğin, İsmail Beşikçi’yi canlı yayında NTV’de konuk eden Banu Güven’in işine son verildiğini, Nuray Mert’in anaakım medya’da tartışma programlarına bir daha çağrılmadığını, Hasan Cemal’in yine diskalifiye edilip oyun dışı bırakıldığını ve bunlar gibi yüzlerce onurlu ve mesleğini hakkıyla yapan bir çok gazetecinin nasıl tartışma süreçlerinin dışına itildiğini gördük ve yaşadık.
Siyasi partiler nezdinde ise, sadece HDP değil, muhalefetin tamamı bırakalım özel medya kuruluşlarını, eşit bir düzeyde ülkede neredeyse her alanda kendisini savunamadığı, yerel ve genel düzeyde iktidar partisi kadar medyayı kullanamadığı, iktidar partisine sağlanan avantaj ve ayrıcalıkların muhalif kesimlere sunulmadığı bir medya gerçekliği ile karşı karşıyayız. Tabi muhalefet içinde yer alan HDP siyaseti bu durumun, bu ayrımcılığın doğrudan muhatabı olurken diğer siyasetler dolaylı bir şekilde muhatabı olmaktadırlar.
Dolayısıyla bir bütün olarak muhalefetin tamamını uğranılan haksızlık bakımından aynı çuvala koyamayız. Örneğin, CHP veya diğer muhalif siyasetler haksızlığa uğruyor tamam, ancak HDP daha büyük bir haksızlığa uğruyor. HDP siyasetçileri ana akım medya tarafından daha bir yok sayılmakta, sanki bu topraklarda hiç yokmuş gibi bir muameleye maruz kalmaktadır. Dışarıdan gelişmeleri izleyen biri olarak bu gerçekliğin altını çizmek gerekir.
Muhalefetin hepsini eşitlersek, gerçeği saptırmış oluruz. Tabi burada iktidarı korkutan HDP’nin seçimlerde aldığı yüksek oy, seçimlerde kilit parti olma durumu, HDP’nin bir bileşeni olan Demokratik Bölgeler Partisinin (DBP) Kürtler için özerklik statü talebini canlı tutması, sosyalist solu HDP’nin bileşen olarak içinde barındırması, İslamcıların bazı kesimlerini yine kendi bünyesinde tutması, Selahattin Demirtaş liderliğinde yaratılan sempati bunun gibi birçok etken. Siyasette özellikle Demirtaş’ın liderliğinden sonra dengeler değişti, Kürt illerinde geçmiş siyasetlerin Demirtaş’tan önce, HDP’den önce barajı geçememesi; özellikle AKP, geçmişte ise RP gibi İslamcı tandaslı partilere büyük avantajlar sunmaktaydı. Bu partiler örneğin Diyarbakır’da tek milletvekili veya iki vekil çıkarması gerekirken, HADEP’in ve ondan sonrakilerin barajı geçememesi nedeniyle 10-12 vekil çıkarmaktaydılar. Bu durum Demirtaş’ın liderliği ve HDP’nin kuruluşu ile sona erdi ve Kürt illerinde sağ siyasetlerin çoğu gerilemeye başladı. Dolayısıyla HDP’nin krimalize edilmesini, sürecin dışına itilmesini, anaakım medyada uğradığı çifte standartı buradan da okumak gerekir diye düşünüyorum.
Toparlarsak; Türkiye’de medya düzeni her zaman güçlüye itaat ve biat etmiştir. Resmi ideoloji nasıl üretilir, tarih nasıl tahrif edilir, egemenlerin istediği toplumsal düzen nasıl kurulur bunlara hizmet etmiştir Türkiye’de medya düzeni. Ezilenlerin, ötekilerin, yeryüzünün lanetlilerinin sesi hiçbir zaman olmamıştır. Karşıt hegemonya kurmanın bir aracıdır medya, gerçek nasıl tahrif edilir, karanlık nasıl aydınlık gösterilir, Kürtler nasıl yok sayılır, ücretli kölelik düzeni nasıl görünmez kılınır tüm bunların üretildiği ve bu üretim ile birlikte iktidarların sürekliliğinin sağlandığı bir işlev ve misyonun temsilcisidir bu topraklarda anaakım medya. Yazıyı bitirirken başlığı tekrar hatırlatmakta fayda var: Medya hiç bu kadar alçalmamıştı.