Aya Todori İlkokulu: Bir dostu geçen zamana rağmen unutmamak
Belgin ÖNAL
Mitolojiye göre İmroz (Gökçeada) ve Semadirek ya da Samotrake arasında Akhileos'un annesi Thetis'in sarayı vardı. İmroz’la Tenedos arasında ise deniz tanrısı Poseidon'un kanatlı atlarının ahırları bulunuyordu.
Homeros, İLİADA'da bu miti şöyle anlatır;
"Denizin diplerinde, uçurumlarda,
Tenedos'la kayalık İmroz arasında
Bir mağara vardır;geniş,kocaman.
Dinlendirirdi orada atlarını POSEİDON;yeri sarsan."
İşte ben o İmroz’da doğdum. (Aya Todori) Zeytinli köyde. Mitolojinin akıl dışı hikâyelerinin içine değil. Gerçek, gözümle gördüğüm inceliklere (Bir kahve yanına nezaketle konan domates reçellerine), kendi bayramları olmasa dahi ziyaret edilen dini bayramlara (ellerinde kendi yaptıkları bademli kurabiyeleriyle Ramazan ve Kurban bayramlarımızda evimizi onurlandıran Rum komşularımıza), Marika Madamın dibek kahve kokuları arasında suyun içine kaşıkla konulmuş sakız reçellerini yerken aldığım tatlara tanık olarak büyüdüm. Sevgi, içtenlik ve dostlukla.
Ne zaman Ortodoks Rum azınlıktan bahsedilse, 1923 Yunanistan-Türkiye Nüfus Mübadelesi, 6-7 Eylül Olayları, 1964’te Yunanistan pasaportlu İstanbul Rumlarının sınır dışı edilmesiyle başlayan göç dalgası, demografi, eğitim gibi konular gündemde olsa, benim hep çocukluğum aklıma gelir.
Aya Todori İlk Mektebi’nde resmi adıyla, Rum İlkokulu’nda öğretmenlik yapan babama eşsiz bir çocukluk yaşayabilmemize olanak verdiği için hep minnet duymuşumdur, adada büyümek hele ki onca zaman sonra dahi sevgiyle anılan bir öğretmenin küçük kızı olmak onurunu bugün bile yaşıyorken. "İyi insanlar, hiç ölmezler" diyen Stela Madamın annem ve babam için söylediği unutulmaz o sözleri duymak ne büyük bir gururdur. Çok rüzgârlıdır bizim oralar ve hep unutulmayanları fısıldar.
Ben doğmadan birkaç hafta önce okulun kapanma kararı alınır. Sadece okul kapatmak, bazı siyasi, toplumsal engeller koymak neyi değiştirir ki onca yaşanmış, içten dostlukların yanında.
Şimdilerde o okulda yeniden çocuk sesleri duyulmaya, teneffüs zilleri çalmaya başladı. Ama benim çocukluğum hep orada olduğu gibi bekliyor beni. Murathan Mungan’ının dediği gibi, "Yalnız gelecek değil, çocukluk da uzun sürer." Bazen uzun sürmesini isteyecek kadar damağında kalır, bir akide şekerinin tadı çocukluk belleğinizde. Büyüdükçe belki de artık göremeyeceğiniz iyi insanları tanımış, cömert sofralarında oturmuş, hayatın sert rüzgârlarının bir insan sözüyle nasıl yumuşatıldığını görmüşsünüzdür. Sefil dünyamızda, kitaplara kelimelere sığmayan soylu insanlar tanıyarak büyümenin şansını yaşamışsınızdır.
Aynı okulda öğretmendi Sofoklis Kiryakopedi. Öğretmenlik yapmışlardı babamla beraber. Okul müdürü o vakitler Todori Okumuş.
85 ya da 86 yazında yanılmıyorsam, ҫok yıl sonra Köy’de yeniden karşılaştıkları anın bu fotoğrafı sadece bir fotoğraf değildi. O ana tanık olmak bir dostluğun, insanlığın, yaşanmışlığın, paylaşılan anıların vefasının Rum, Türk, Ortodoks, Müslüman her sıfatın üstünde olduğunu yeniden görmek demekti benim için. Ve tanıdığım en güzel insanlar vefa, nezaket, incelikle özeni kaybetmemek için onları kalplerinde taşıyanlar oldular her zaman. Hatta 74 te yeni bir göç ve talan dalgasında yangından mal kaçırır gibi ucuza; kelepir deyip el konulan Rum evlerini anımsıyorum. " "Yabancıya gitmesin siz alın bizim evi" diyerek babama teklif edilen evler için "Evlerinde kahve içtiğim insanların evlerine mülk diye bakamam " diyen babamın sözleri bugünkü gibi aklımda.
Eski sökülmüş hırka iplerinden yeniden dokumalar yapmak değil midir biraz da geçmişi anımsamak? Çünkü anımsamak aslında bir buluşma şeklidir. Ve geçmiş sahiden de şimdiki zamanın belalı sevgilisidir.
Kucaklaşmaların, özlemlerin, yitip giden gençliklerin değiştiremediği zamanların geri dönüşüydü. Hiç bitmeyenler vardı şu dünya da bir insanı sevmek, bir dostu geçen zamana rağmen unutmamak, güzel anların kıymetini bilmek gibi. Şimdiler de olmayan nadir bir parçayı bulan kuyumcu hevesiyle fotoğraf kelimelere bürünmeye başladı bir heyecanla. Belki de Berger’in dediği gibi " Gördüğümü kelimelere dökecek ses arıyorum." Bulanık hatıraların perdesini açar gibi baktım ve yazmaya başladım.
Yazmak, biraz da çocukluk yaralarının kabuklarını kanatmak değil midir?