Marjinal sesli aktivist Barbaros Şansal

Marjinal sesli aktivist Barbaros Şansal
Türkiye’nin tarihi bir dönemden geçtiği bu süreçte dikkat çeken isimlerden biri de aktivist, terzi yamağı ve hak savunucusu Barbaros Şansal.

Deniz MAHABAD


Kendi iktidarlarını korumak adına tüm yöntemlere başvurmayı mübah sayanlara karşı çıkabilecek,  düşüncelerinden ödün vermeden direnenler hep marjinal ve ötekileştirilenlerden çıkmıştır.  Bu noktada gelecek güzel günlere inancı olan, amaçladıkları uğruna verdikleri mücadeleleriyle tanınan bireylere her alanda ihtiyaç duyuluyor. Melvin Lerner’ın diliyle söyeleyecek olursak "İnsanlar ‘adil’ bir dünyada yaşadıklarına inanmaya ihtiyaç duyarlar." Bu inancı Türkiye gibi ülkelerde güçlü tutmanın birçok yolu vardır. 

Türkiye’de son yirmi yılda kültürel, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak birçok ciddi değişim yaşandı. Söz konusu değişimler demokratikleşme ve kimlik mücadelelerini doğrudan etkiledi. Türkiye’nin tarihi bir dönemden geçtiği bu süreçte dikkat çeken isimlerden biri de aktivist, terzi yamağı ve hak savunucusu Barbaros Şansal.

Şansal’ın yaşamı kendini tanımıyla kısaca şöyle: "Kentsoylu ve şeceresi güçlü ailelerden peydahlanmışım. Malum çağdaş dünya meseleleri yüzünden hiç kendime ait çocuk odasında yalnız kalamamışım. Kolejler, yatılı okullar, kamplar, davetler, ha bire adres değiştirip mobilya yenilemeler, güçlü ve ünlüler ile doldurmuşlar geçmişimi."

İlk izlenimin insan yaşamı için ne kadar önemli olduğu konusunda güçlü algılar olagelmiştir. Şansal’ın gündelik alışkanlıkların ötesinde bir çocukluk yaşadığını öğreniyoruz. Toplumların kültür, duygu ve fikir yapısının çocuklar üzerinde etkisini düşününce, Şansal’ın çocukluğunun Ortadoğu’nun geleneksel yapısından uzak olduğu görülebiliyor. Altmış yıllık ömrün özeti ise "Herkes gibi avaz avaz bağırarak doğmuşumdur herhalde. Göbeğim kesilir kesilmez önce doktor ya da ebe vurmuştur şaplağı. O kısmını hatırlamıyorum ama birçoğumuz gibi az yemedim nobran ve hoyrat devlet gücünün hukuksuz dayağını. Yaşadığım ortamda kolaydı güce tapmak ve yandaş olmak… Ak koyunu boşver, kara koyun olmak lazım hayatta. 60 yılı çoktan geride bırakmış ömrüm kala kala 20 belki 25 yıl kalmış ama hala gencecik gönlüm. Sonra gelmiş mahkemeler ve sürgünler…"

Aslında hepimizin yaşadığı bu gerçek pek konuşulmaz, oysa insanın yediği o ilk şaplaktan itibaren bilinçaltına sızar toplumun kırılmayan baskıları. Türkiye’deki insan hak ve özgürlükleri sorunsalı gündemden hiç eksilmiyor. Bu noktada devlet denen çok güçlü bir duvarla karşılaşıyor Şansal. Bireyin, devletin kurumsal yapısıyla sorunu olmaz, ancak Şansal’ın aktivist yönüyle ifade ettiği "hukuksuzluk" vurgusu dikkat çekici. 

Epistemolojik ve ontolojik arayışlar genellikle erklerin tekelinde şekillenmiştir. Hal böyle olunca bağımsız düşünebilme yolları hep tıkalı olmuştur geri kalmış ülkelerde. Barbaros Şansal gibi insanların arayışı ise iktidarları sürekli rahatsız etmiştir. Doğru kabul etmediği hiçbir şeye boyun eğmediğini şu açıklamalarından anlıyoruz: "Boyun eğmemeyi öğrenmişim, bu yüzden kimseye dik dur eğilme dedirtmemişim söylemlerimden. Bir tek bana kalmış yaşamak özgür irademle. Böylece kimliğim oluşmuş, düşündüğüm dilde sevişip düşmanımın dilinde savaşmak için. Bu yüzden dört dil okur yazarı etmişim kendimi. Bu yüzden sanat, felsefe  ve ötekiler hep önüne geçmiş ticaret zekamın. Berikilerle işim olmamış. Hayallerime halel gelmemiş asla, ama sonunda heval olmuş tüm gerçek dostlarım."

Hak savunucusu Barbaros’un verdiği mücadelenin tekil olmadığını yapmış olduğu birçok çalışmayla biliyoruz. Özellikle " LGBTİ, kadın, çocuk, hayvan hakları …" konusunda.

TERZİ YAMAĞI

Kendisini "Terzi Yamağı" olarak tanıtan Barbaros’un moda ve modanın tarihi hakkında söyledikleri ise klasik söylemlerin ötesinde: "Moda insanların cinsel, dinsel, fizksel, kültürel ve siyasi haberleşme biçimine verilen sosyal olgunun adı. Aslında içinde bulunulan durumun dışa yansıması. Sadece giyim kuşam değil moda, edebiyattan siyasete, seksten ticarete bir çeşit günümüzün iki ayak üstünde duran primatlarının birbirini kandırması. Yazılı tarihi de 1905’te başlayacak kadar yeni." 

'İSLAMIN MODASI OLMAZ'

İnsanın derdi neyse onun peşinden süreklendiği aşikâr. Böylece modanın birbirimizi kandırmanın bir yolu olduğu söylenebilir. Ancak moda tarihinin "Tiyatro ve opreadan" dünyaya yayıldığı dile getiren Terzi Yamağı, kendine özgü tanımını şu şekilde sürdürüyor: "Hep kahramanlar gibi olmak, yaşamak ister insan denen memeli sınıfındaki hayvan. Evet görüntü çok önemlidir insan ağzını açana kadar, ama 45 saniye sonra saçmalayabilir. Moda kavramından önce mimari ve iklim belirlerdi yaşam kalitesi ve sağlığını, artık merdiven altı fason hamalı bir miras kaldı, tüccar ve siyaset yiyor kaymağını. Dini boyutuna gelince, kostüm açısından bakarsak ruhban veya imtiyazlı sınıfı belirlemek için şekillendi asırlar boyunca. Ancak islamın modası olmaz, yoksa hemen geçer enkazı kalır yerde boylu boyunca. Sonra kredi kartına çok taksitli hayali cennet ararsın caddeler boyunca." 

Modanın tarihi kadar insanlarda oluşturduğu algının boyutları da önemlidir. Yaratıcısının elindeyken özgün bir yapıya sahip olan moda, toplum karşısına çıktığı anda yalnızca bir taklit unsura dönüşür diyenler olduğu gibi, moda, kimliğe vurgu yapmanın yanısıra halkların yaşam biçimleri hakkında olduğu kadar bireyselliği de yansıtabilen bir olgu niteliğindedir diyenler de oluyor. 

Fakat bu noktada moda, zamanı ve mekanı referans göstererek değişimler yaşayabilen süreçtir denilebilir. Hak savunucusu Barbaros ise modaya dair algılarla ilgili olarak "Tasalarınızı bir tasa koyup, tasarınızı şekillendirip tasarım dediğinizde gerçekleşeceğine ya da kabul göreceğine dair bir kural bulamazsınız. Sanat özgürdür. Ancak yaratanın elindeki ilk numune diğerlerine örnek teşkil etmek ve deneyimlemek için üretilmiştir. Gelişmiş demokrasi ve hukuk sistemlerinde fikri ve sinai haklar koruma altına alındığında taklit edilemez. Evrensel düşünen bir birey zaten buna geçit vermez. Ancak bazı coğrafyalar gibi yağma, ganimet ve işgal geçmişi sabıkalı toplumlar taklit ile tektipleşirler. Bu da aşırı monoton, farklılık ve çeşitliliğin erdem olduğunu unutan bağnaz kütleler yaratır." diye ifade ediyor. 

'DOĞRU VE BATI ARASINDA'

Türkiye’de geleceğin belirsizliği..."Doğu ve Batı arasında kalan ülke" ifadesi, Türkiye’de yıllardır kullanılmakta ve Batı’ya yönelme arzusu yüzyıllardır çaresiz bir hastalık gibi devletin zihnini kemirmektedir. Bu bütünleşmeyi bir türlü sağlayamayan ülkemizde bireyi ve toplumu gerçekçi düşünmekten alıkoyan birçok neden vardır. Bunlardan en önemlisi farklılaşma üzerinden inşa edilen biz ve öteki ayrımıdır. Bu ayrım, negatif içerikli hiyerarşik bir kategorilendirmeye işaret etmektedir. Farklılıkları tehlike olarak görenler, kimlik inşası sürecinde yapılan biyolojik, kültürel, toplumsal ve ideolojik çeşitliliğe olumsuz değerler atfederek "tehlike" algısı oluştururlar.

'ANAHTAR KELİME : BİREY'

Türkiye’de zaman geçtikçe daha da güçlenen ötekileştirme ve bunu birebir yaşayan Aktivist Şansal’ın açıklamaları şöyle: "Anahtar kelime : Birey. Bir toplumun temel yapı taşı bireydir. Bireyler aile oluşturabilir. Sülale de. Cemaat ya da tarikat, siyasi parti ya da sivil toplum kururluşu fark etmez. Feodalite kökeni  buna en büyük engeldir. Günümüzde ise Ozbi’nin deyimiyle rant hilafeti gerçeğin ta kendisidir. Bizim coğrafyamız dil fakiri. Kendi dili dışındaki dillerden, dinlerden, etnik kökenlerden, ulus ya da milletlerden korkar. Bu yüzden kendisine gösterilen ya da söylenilen kadardır aklı. Gerçi anlayabildiği kadar ve görebildiği kadardır da zekası. Hal böyle olunca herşeye temkinle yanaşır, ve kendisine sunulan her kopyayı özgün zanneder. En güzel örneği arnajman’denen hafif batı müziğidir. Başkasını bestesine söz uydur gitsin. Ölürüm Türkiyem gibi…. Devletin zihni olmaz, hafızası olmalıdır. Geçmiş ve asalet satınalmak ya da oluşturmak uğurna sivil toplum mühendisliği yapmak ise koca bir ahmaklıktır."

Doğadan, insandan, kadından, çocuktan nefret eden hatta kendi varlığından bile habersiz yaşayan toplumların körelmesindeki en büyük etkenlerin daha çok eğitim ve yöneticilerle bağlantılı olduğunu ifade edebiliriz. Hak savunucusu Barbaros’un bir röportajında kullandığı "Bilgi, görgü ve tecrübe hak eden toplumlarla paylaşılmalı." ifadesi bu değerlerin hak etmeyen toplumlar geri kalmış düzey nedenlerini tekrar tekrar düşündürüyor.

Ayrıca bu toplumların, belirtilen değerleri hak etmeleri için geçmeleri gereken evreleri de dile getiriyor Şansal: "Tabiki cinsel ve dinsel devrim eksikliği  ve evrimin inkarı. Diğer yanda ben ( insan ) merkezli bir dayatma. Tüm canlılar eşit yaşam hakkına sahiptir. Kainatın dengesi insan üzerine kurulamaz. Türümüz dışındaki herşeye şevhet duyabilen yaratıklarız. Hatırlayın Bursa’da asansörde Damacana olayı. Sadece haz için cinsel eylemler ile gerçeklerden kaçmayı yeğeleyen bir çok kimlik olduğu ise doğrudur. Kaza kurşunu olan evlatarın aşk meyvesi diye sunulması ise bunun çırılçıplak sonucudur. Düşünsenize adam söverken cinsel eylemi kullanıyor bu yüzden görsel işitsel bir serap içinde yaşamayı seçenler bir yana eğer koku, doku ve tad hislerini harekete geçirip doğru tanımlamayı yapanlar diğer yana." 

'BEN DEVLET KATİL DİYEMEM, ONU NAGEHAN ALÇI SÖYLEYEBİLİR...'

Ayrıca Barbaros’un katıldığı programlarda kullandığı metaforların anlaşılmama nedenine değinirken güç unsurlarından kaynağını alan medya, insan ilişkileri, gruplararası ilişkileri daha çok iktidarın belirlediğini söyleyebiliriz. Özellikle medyanın oluşturduğu algılar Türkiye’de nefret suçlarına yol açan ayrımcılığın mahzeni gibi bu noktada aktivistin açıklamaları şöyle: "Aynen Hırant’ın ayakkabısının altı delikti benimkiler İtalyan dediğimde tepki koydukları gibi. Oysa orada katillerin zengin fakir, yaşlı genç, güçlü zayıf farketmeden sokakta insanları infaz edebileceğini anlatmıştım. Tahir Elçi, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Hablemitoğlu ya da Behice Boran gibi. Cımbızlanarak başka sunuldu. Ben devlet katil diyemem, onu Nagehan Alçı söyleyebilir. Ben ne desem yargılanırım, cezalandırılırım, diğerleri herşeyi söyleyebiliyorlar. Bilgi, görgü ve tecrübe elbette hak edenler ile paylaşılmalıdır, yoksa heba olur gider. "Midasın Kulakları"nı hatırlayın. Günümüzün hadsiz ve terbiye fakiri toplumu sanki herşeyi onlara karşılıksız sunma zorunluluğu varmış gibi davranıyor. Bu yüzden yıllarca tüm Anadalu’da yaptığım fedakar etkinliklerime son verdim. Ederi kadar bedel mi, bedeli kadar eder mi ? Önce bunu öğrenmeleri gerek. Bunca yıllık bilgi birikimi ve tecrübemi çöpe atamam." 

'SİYASET, TİCARİ BİR HOLDİNGTİR'

Hak savunucusunun birçok ülkede bulunması, siyasetin bir toplum üzerinde bu denli baskın oluşuna başka bir ülkede tanık olmasına dair ise "Her ülkede siyaset ticari bir holdingtir." diye açıklama getiriyor. Bundan dolayı ise uluslararası vergi ve ticaret anlaşmaları bürokrasileri beslerken anayasaları geçersiz kıldığını da ekliyor. Bütün bunların yanı sıra yaşamı her anlamda sömüren siyasetin daha iyi olması hakkında gerekenleri ise şöyle açıklıyor: "Ancak Federal sistemlerde ve koalisyon yapılarında güçler dengesi daha sağlam ve sınırlı yetkilere başvurur. Toplumların, gelenek, görenek, kültür, sosyoloji, felsefe, sanat ve spor gibi mertebeleri ise bu yönetimlerin temelini oluşturur. Din, dil, ırk işin içinde girince ise baskı rejimleri iktidar koltuğuna çöreklenir oturur."

'SİSTEM FAİLLERİ KORUYOR'

Türkiye’de linç girişimlerini içine alan bir yasanın olmayışı ve bu konuda önleyici ve caydırıcı bir mekanizmanın geliştirilmemiş olması; linç girişimlerinin adeta meşrulaştırılmasına neden olmaktadır. Bu noktada "Türkiye’de Linç Rejimi" (2008) adlı kitabında Tanıl Bora’nın değerlendirmesi; "Linç eylemlerinin, tekrarlanabilir bir eylem olarak örgütlenebilir olması ve bunun meşru bir hak olarak kabul edilmesi, linç eylemlerinin rejim haline gelmesine neden olmaktadır. Rejim olarak linç eylemlerinin rutin hale gelmesi ise, ulus-devlet inşası sürecinin nasıl gerçekleştiği ile de birebir ilgilidir." Türkiye’de cinsel tercihlerle ilgili herhangi bir yasa olmamasına rağmen, cinsiyet ve cinsiyetin kimliğine dair ötekileştirmenin olduğu, sıradanlaşan trans cinayetleri veya LGBTİ’lere yapılan linç girişimleri de Barbaros’un yıllardır üzerinde durduruğu en önemli sorunlardan. 

Linç girişimi, Ortadoğuda bulunan ülkelerde bin yıllardır devam ediyor. Yakın zamanda  bu acımasız girişimden zarar görenlerden biri Şansal. Bir toplumdaki linç duygusunu yok etmenin mümkün olup olmadığına ve mümkünse yollarının neler olabilirliği üzerine açıklaması: Bana yapılan organize bir operasyondu. Tetikçiler devreye sokuldu ve devletin kurumları kullanıldı. Ve 3 yıl geçmesine rağmen cezasızlık hala devam ediyor. Sistem failleri koruyor. Recm denen müsibet şer yasasının genetiğe işlediği bir toplumda vahşetten başka ne beklenebilir ki. İnsanlar konuşarak anlaşamıyorlarsa hayvanları örnek alsınlar ki koklaşmayı öğrensinler. Gerçi ortalığın ne koktuğu malum. Baksanıza Beyoğlu belediyesi yılbaşında gül ve lavanta kokusu pompalayacakmış. 

Linç girişiminin meşru görüldüğü ülklerde hapishane koşullarının trajik boyutları çok daha vahim sonuçlar veriyor. Özellikle ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile hapsetme biçimleri arasında paralelliklerin mevcut oluşu bir süre hapishanede kalmış olan Barbaros’un yaşadıklarını birebir öğreniyoruz: "Silivri. 9. Kısım L tipi Hücre 72. Tecrit. Merak edenler destek yayınlarından çıkan Makam Odası / Linç adlı kitabımdan okuyabilirler. Gerçi yanadaş kitapevleri satmıyor ama internetten bulabilirler. Zaten kendi içyüzlerini nasıl satarlar ki? Gelelim T.C. deki ceza ve tevkif evlerine. Rehabilitasyonun unutulduğu , külliye benzeri yapılar topluluğuna dönüşmüş zindanlar. Aklımda kalanlar ise Sincan, Ulucanlar, Adana Pozantı, Diyarbakır, Sağmalcılar… Görmedim yaşamadım ama görünenler ortalığa dökülen o anlar…. Ve de Gece Yarısı Ekspresi adlı film." 

Türkiye’deki aydınların, canlılara uygulanan zulümlere karşı kayıtsız kalmasını çoğu zaman rahatsız edici olsa da, bu noktada mücadeleden geri durmayan aydınların umut verici. Ancak asıl sorunun yaşanan bunca probleme duyarsızlaşan bireylerin olması. Konuyla ilgili Barbaros geçmişi ve şimdiki yaşamından örnekler sunarak açıklamalarda bulunuyor: "Elbette ki bu ülkenin aydın insanları var. Ama onlar hep zulüm ve itham altında yaşadıklarından toplumun önünden hep kaçırılırlar. Öne çıkanların bir kısmı ise popüler kültüre muhtaçtırlar. Benim de tanınmam o sayede oldu. Ahmak magazin beni, eşcnsel, kendi tabirleriyle modacı (ki ben kadın terzisi olabilmek için 50 yıldan fazla emek sarfettim) moda tutsağı, aymaz, sosyetik falan diye malzeme yapamaya çalıştı. Onlar beni kullanırken kullanıldıklarının farkına varmadılar. Bedava bir akşam yemeği, hediye bir giysi bazen de birine ulaşmanın trafiği oldu çıkarları. Şimdi benimle karşılaşmaktan korktukları için görünce yol değiştiriyorlar. Çünkü hepsinin kirli ve namus fakiri geçmişini biliyorum. Daha nitelikli görünen bazı köşe kapmış gazeteci kılıklılara gelince, çoğunun fallusu Küba purolarından daha küçük diyorlar." 

Daha umutlu bir yarının inşa edilebilmesi için gençlerin temiz ve aydınlık zihinlerinin yeşertilmesi gerekiyor. Genç nesillere tavsiyelerini merak ettiğimiz Şansal, Türkiye’de çeşitli dönemlerde yaşanan sorunlardan yola çıkarak gelecek nesillere bazı tavsiyelerde bulunuyor: "İlk önce diğer dilleri, kültürleri ve dinleri öğrensinler. İklimleri tanısınlar, yeni lezzetler denesinler. Böylesi kaotik ve otokrat bir dönemde asla güvende değiller. Can ve mal güvenlikleri risk altında. ilk fırsatta başka bir coğrafyada eğitim ve meslek liyakatı için birkaç yıl fedakarlık yapsınlar ki hoşgörüleri ve ötekileri anlayabilmek için kişilik geliştirsinler. Sosyalleşebilsinler. Ülke düze çıktığında ise nasılsa dönecekler. Daha uluslararası tecrübe ve evrensel çağdaş değerleri ışık olarak getirebilirlerse bu karanlığı ancak aydınlatabilirler ve büyük barışı tesis edebilirler."
                                                                                                       

Öne Çıkanlar