Bir dakikalık alkış yeter mi?
Mazlum ÇETİNKAYA
Sessizce ölüyoruz hepimiz, sıra ile, tek tek, bu da yetmiyor toplu toplu ölüyoruz, toplu toplu öldürülüyoruz!
Doğanın en acımasız, en zalim varlıkları olmaya başladık.
Ölüm okları bu defa, yeryüzünün sahibi olduğunu iddia edenlere, söyleyen güç odaklarına, onların ailelerine, çocuklarına yönelince, bir anda nasıl oluyorsa "insan kıymete biniyor" ve hümanistleşiyor herkes.
Ama hâlâ sahte maskelerimizle dolaşıyoruz, çıkarmadık, hâlâ onlarla yaşıyoruz!
Yüzbinlerce tutuklu bu salgın ve –şimdilik, önlenemez olan- virüsle karşı karşıya bırakılırken, hâlâ adaletsizliğini kusuyor, yeryüzünün siyasal politik iktidarları, güç ve şer odakları devletler.
Sessizce ölüyoruz, ölümlerin önüne geçecek olan, bu ölüm yangınına su taşıyan, hiç bir yangını ötekisinden ayırt etmeyenler karıncalar da ölüyor.
Kos Adası’nda Hipokrat’ın yüzünü görür gibiyim, yüzündeki hüznü görür gibiyim, onca kıymetli talebesinin bu savaşın acımasızlığı karşısında yitip gitmesine nasıl baktığını ama yine de savaşa devam, az kaldı çocuklar dediğini duyar gibiyim.
Yeryüzünü insanın ihtiyaçlarına göre değil de, bir grubun, bir zümrenin, ailenin ve sınıfın çıkar ilişkilerine göre bu kadar hoyratça şekillenmesi ve ele geçirilmiş olması karşısında, tıp tanrısı "Asklepios"un yüzümüze nasıl da öfke dolu baktığını görür gibiyim. Bu dünyayı kötülere teslim eden bizlere nasıl öfke dolu baktığını görürü gibiyim iyilik tanrılarının ve Asklepios’un.
Biz ölüyoruz, ölüyoruz da bizi ölümden kurtaracak olan o kahramanları da kendimizle birlikte götürüyoruz.
Düşünüyorum da bu sağlık kahramanlarının sızlandığına hiç şahit olmadım. Siz nasıl ağlıyorsunuz inanın bilmiyorum, hiç şahit olmadım bir doktorun ağlayışına, sinirli oluşuna, bağrışmasına…
Ya da bir hemşirenin hıçkırıklarını duyduğum olmuştur da, asık suratlı olduğunu hiç görmedim. Sadece ellerinde serum şişeleriyle koşturduklarını gördüğüm olmuştur…
Nedendir bilmem ama eski filmlerde gördüğüm, at sırtında saatlerce yol giden, çantasında ilaç, iğne ve merhamet taşıyan sıhhıyelerin kareleri bile bende hep iyi bir anının, huzur dolu bir geçmişin izleri gibi durur…
Sanırım kendi tarihsel geçmişine leke düşürmemiş, geçmişine tek kötü söz ettirmemiş bir meslek şu hekimlik mesleği.
"Primum non nocere" yani "önce zarar verme" diyen ve bu temel ilkesinden de sapmamış tek meslek hekimlik mesleği olsa gerek.
Yüzyıllar öncesinden şu Kos Adası’nda içtiği yemine sadık kalmış ve Hipokrat’ın; insana, doğruya, ayrımsız sağlık hizmeti adaletine, insan sağlığı ve yaşamı için sınırsız el uzatmaya sadık olmuş tek meslek hekimlik mesleği.
Bütün bu adaletli oluşu, soğukkanlılığı ve canı pahasına bizlere ayrımsız hizmet edişleri karşısında, elleri öpülesidir hepsinin.
Bu kadar ölümle iç içe olduğu halde, tarih boyunca hiç bir meslek hekimlik kadar yaşamaya ve hayata sarılmamıştır. Ölümün karşısında bunca meydan okumamıştır, bunca savaşmamıştır, insana bunca merhamet taşımamıştır.
Ve bunca ahlâksızlığın kol gezdiği ve her şeyin para, bütçe, pazar politikaları üzerinden tarif edildiği şu günlerde kirlenmeyen tek meslek sanırım hekimlik mesleği olsa gerek.
Bu yüzden bu mesleğin her alanında yer alan emekçi ordusunun her dönem elleri öpülesidir.
Yeryüzünü bizim bu hale getireceğimizi bilseydi bilginin merhameti Hipokrat, "önce zarar vermeyin derken" herhalde şunu da eklerdi sözlerine "yeryüzünü kimsenin bahçesi yaptırmayın" "dünyayı bu kadar talan etmeyin, mülk edinmeyin, merhametinizi yitirmeyin ey insanlık" derdi sanırım.
Hani bu eli öpülesi insanlar da az şey çekmediler.
Hastane koridorlarında yumruk mu yemediler, bıçak darbesi mi almadılar, öldürülmediler mi…
Ellerin de serum şişeleriyle bize hayat getirirken, ilk yardım olup apartmanımızın kapısına kadar mı gelmediler, evlerimizden içeri mi koşturmadılar, ilk yardım olup kalbimize hayatın teneffüsü mü olmadılar…
Biz ne yaptık, sinirlenince onlara küfrettik, yumruklarımızı dişlerinde, yüzlerinde, ağızlarında denedik.
Biz ne yaptık, KHK’ler ile işlerinden ettik onları, ekmeksiz bıraktık, hapse attık, ihraç ettik, vatan dışına sürdük ve yetmedi beyaz ak önlüklerini kanla bile boyadık…
Yalan mı!!!
Onlar ne yapıyorlar peki bütün bu kötülüklerimiz karşısında. Onlar ne yapıyorlar, bakın dünyanın her yerinde ölüm pahasına ve bizleri kurtarmak adına, koşuyorlar, düşüyorlar, ölüyorlar; onlarcası, yüzlercesi, binlercesi hayatlarını insan için, yeminlerine bağlılıklarından da kopmadan kendilerini feda ediyorlar. Ne kutsal bir yeminmiş bu, ne kutsal bir meslekmiş. Eli öpülesi…
Bin vicdan, bin merhamet, bin adalet, bin söz bunları anlatmaya yeter mi ki, bir dakikalık alkış yetebilsin.
Karıncalar yangına su taşırken suya yangın olanlar unutmasın, Unutmasın yasa koyucular, unutmasın yasa çıkarıcılar, unutmasın hiç kimse…
Unutmayalım, bir dakikalık alkış yaptığımız şu kötülükleri temizlemeye yetmez!