Bir kitap: Etnik ve Dinsel Azınlıklar. Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye

Bir kitap: Etnik ve Dinsel Azınlıklar. Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye
'Konunun uzmanı olmayan ama azınlık sorunlarına ilgi duyan' biri olarak, el yordamıyla toparladığım konularda 'alaylı' sayılırdım. Kitaptan sonra  artık bir 'mektepli' olduğumu hissediyorum.

Mustafa TİĞREK


Kitabın çıkacağını duyunca, yakındaki kitapçıya sipariş vermiştim.

Geldi dediler, gidip aldım.

Kitap için kitapçıya gidilmeli, raflar önünde gezinmeli, kitabı elde şöyle bir tartmalı, yapraklarını karıştırmalı, arkasını okumalı, önüne bir daha bakmalı… Yani belli bir flört aşamasından sonra kitaba talip olunmalıydı.

Görücü usulu talip oldum. Karşıma kocaman bir şey çıktı.

Öyle bir yana uzanıp, bir elinde kitap, diğer elin göbeğinde okunacak boyutlarda değildi.

Çözümü, divana kaykılarak, bir ayağımı uzatıp, diğer ayağımı dizden kırarak buldum.

Hem dizime dayadığım kitabı tek elle idare edebiliyor, hem de diğer elimle bir şeyler atıştırabiliyordum.

* * *

Kitabın hacmini ve günlük trafiğimi göz önünde bulundurarak, iki üç hafta süre tanımıştım kendime. Dört beş günde bitti.

Kitaba, İkinci haftanın sonunda başlayabildiğim için, iki üç hafta tahminimi ayrıca tutturmuş oluyorum.

* * *

Yazar sunuş yazısında "Üniversitelerde konu üzerinde toplu bir esere ihtiyaç bulunduğu için bu kitabı esas itibariyle bir ders kitabı olarak yazdım" diyor.

Katıldığımı söyleyemem.

Okuduğum "Ders kitabı" gibi değildi. "Ders" gibi kitaptı. Sınıfta, dersteyim, gibiydi.

Ders kitaplarının sıkıcılığına alışkındım. Buna katlanabilirdim.. Karşılıklı sohbet gibi akıcılığı, ayrıca bayram ikramiyesi gibi oldu. 

Kanun maddelerini dahi atlamadan okuduğuma şaşırdım.

* * *

Okudukça, kitabın  benim için yazılmış olduğunu zannettim.

Zaten bu durum, yazar tarafından da teyit ediliyordu

Birinci bölümün sonunda, bizi ikinci bölüme gönderirken "Şimdi, Türkiye’de konunun uzmanı olmayan ama azınlık sorunlarına ilgi duyan bir kişinin bilmesi gereken kavramları, bilgileri, tartışmaları vermek istiyorum" diyordu.

Yani ben. Yani bana…

Benden bahsediyordu.

Bu durum, önce beni memnun etse de, bir ara "Değerli yazar, değerli vaktini ayırıp, benim için bu kadar zahmet etmiş, kitap yazmış" diye mahcubiyet duydum. Rahatsız oldum.

Sonra  "Amaaan, bir tek ben mi okuyacağım?" diye o duygulardan sıyrılıp, memnuniyetime geri döndüm.

* * *

"Konunun uzmanı olmayan ama azınlık sorunlarına ilgi duyan" biri olarak, şimdiye kadar el yordamıyla ulaşıp, toparladığım konularda "Alaylı" sayılırdım. Kitaptan sonra  artık bir "Mektepli" olduğumu hissediyorum.

Mesela 2015 itibariyle Güneydoğudaki çatışmalar gündemi yoğun olarak meşgul ettiği sıralarda, yanılmıyorsam bir Pomak ağzından yazılmış bir metin, sosyal medyada dolaşıyordu.

Mealen "Ben de kendi dilimi konuşamıyorum, benim de kendi dilimde okullar yok, ama ben sorun çıkartmıyorum" diyordu. Azınlık olarak uslu vatandaştı. Kürtleri anlamıyordu..

"Alaylı" olarak durumda bir tuhaflık seziyordum, çözümlemeye yaklaşıyordum, ama son tuğlayı koyamıyordum.

Azınlık olmanın, bir de öznel koşulu varmış: Azınlık bilinci.

Grubun, azınlık sayılabilmesi için farklılık, sayı, yurttaş olma, başat olmama gibi nesnel koşulların yanında, özel niteliklerini ve geleneklerini koruma isteği de gerekiyormuş.

Tanım, BM kaynaklı, İnsan Haklarına ilişkin bir incelemeden.

Kitaptan sonra, artık bir "Mektepli" olarak, Pomak kardeşimizde eksik olanın, öznel koşul olduğunu biliyorum.

Konuyla ilgili bir de otokton, alokton meselesi var…  

* * *

Hoca’nın, asimilasyonu çeşitli tahılları öğütüp un gibi yapan bir değirmene,  entegrasyonu bileşenlerini ve tadlarını koruyan çoban salatasına benzetmesi, kitap boyunca kullanılan diğer pek çok benzetme veya örnekle birlikte, okuma serüvenini sohbete dönüştürüyor.

Siz konuya dalmış, okumaya devam ederken, mesela "Türkiye’de Azınlık Mevzuatı, Uygulaması İçtihadı" bölümündesiniz…"Bunların  bugün olan bitenden ne farkı var?" diye düşünürken, Baskın Hoca araya girip "Komünist" yerine "Terörist", "sıkıyönetim" yerine "OHAL" koyarsanız, AKP’nin 15 Temmuzdan sonra kurduğu rejimden pek bir farkı yok" deyiveriyor.

Veya kitabın sonlarında sınız, içinizi bir hüzün kaplamış. Baskın Hoca’nın "Türkiye’de azınlıklara ilişkin zihniyet ve uygulamalar çok özetle söylemek gerekirse, hüzün vericidir" dediğini okuyorsunuz.

Düşüncelerinizin ve duygularınızın da karşılık bulabilmesi, daha önce sözünü etmiş olduğum "Sohbet" ortamının doğasından geliyor..

* * *

"Yazar" diye başlayan, sonra "Değerli Yazar", "Hoca", "Baskın Hoca" diye evrilen hitaplar benim inisiyatifimde olan bir durum değil. Hangi hitapla başlarsanız başlayın, okudukça benzer evrelerden siz de geçeceksiniz..

İsterseniz "Aydın müsveddesi, karanlık cahil…" diye başlayın…

Yok, hayır... Bu sonuncudan  bir yere varılmaz. Neyse. Bunu unutun. 

* * *

Kitabın içeriği hakkında fikir beyan etmiyorum. Bunu kitabın kendisi, isminden başlayarak yapıyor zaten. Konu ettiğim, kendi serüvenim...

Sinema, tiyatro, seyahat  veya benzeri  diğer deneyimlerimde de gözettiğim temel kriter; harcadığım zamandır.  Öncelikle harcadığım zamana değmiş midir diye bakarım.

Kitaba ayırdığım zamana ziyadesiyle değdiği kanaatteyim.

Kitap "Azınlıklar " gibi hassas bir içeriğe sahip  olduğu için ayrıca değerli.

Böylesi hassas bir ortam ve zamanda yayınlandığı için misliyle değerli.

Her açıdan karlıyım.

Elinize, kaleminize sağlık Hocam.

 

Öne Çıkanlar