Bogomiller
Seçkin GÖVERCİN
Ortaçağ’da görülen ve kendilerine sapkın denilen Heresiler’in hepsi zalim yöneticilere karşı öldürmeme ve şiddet kullanmama yöntemiyle karşı çıkmışlar ve acımasız katliamlara maruz kalmışlardır.
Onların şiddet kullanmadıklarının en büyük kanıtı, genellikle muhalifleri tarafından yazılmış olmasına rağmen, onlar hakkında bilgi veren kaynakların onların öldürdüğü insanlardan veya zorla işgal ettikleri topraklardan bahsetmemesidir…
Bogomillerin büyük önderleri Basilius'a gelince, hiç pişmanlık belirtisi göstermedi. Zamanın başpiskoposu Nikolas dahil, Kutsal Synod'un tüm üyeleri ve önder keşişler oybirliğiyle Basilius‟un yakılarak öldürülmesine karar verdiler. Sonuçta, her fırsatta onu sorgulayan ve onun sapkın inancından vazgeçmeyeceğini anlayan İmparator bu karar için oyunu kullandı. Bunun üzerine Hippodrom'da (Sultan Ahmed Meydanı) büyük bir ateş yakıldı; çok büyük bir hendek kazılarak içerisine kalın ağaç gövdeleri ve kütük yığınlarından bir ateşten dağ oluşturulmuştu. Herkes sabırsızlıkla neler olacağını bekliyordu. Ateşin diğer tarafına bir Haç dikilmiş ve bu inançsız vatandaşı (Basilius) caydırmak için bir fırsat verilmişti; ateşin korkunçluğu karşısında, ateş yığınına değil, Haç'ın yanına gitme fırsatını kullanıp kurtulabilirdi. Basilius bütün cezalandırmalar ve işkencelerle alay etti. Bu arada eklemeliyim ki, hapisteki bütün Bogomiller önderlerinin yakılışını gözlemeleri, seyretmeleri için zorla Hippodrom‟a getirtilmişti. Alevlerin biraz uzağındayken hala onlara gülüyor ve meleklerin kendisini ateşin ortasından alıp kurtaracakları inancıyla övünüyordu. Uzaktan ateşi hissedebiliyordu, ama yakından yıldırım gürültüsüyle kızgın kıvılcımlar saçan ve yükselen alevleri gördü. Kor yığınının korkunç kıvılcımları, Hippodrom'un ortasında duran Obeliks'in(Dikili Taş) tepesi üzerinden havaya sıçrayıp dağılıyordu. Basilius, bütün cesaretine karşın ateşin önünde durakladı. Şaşkın, çözüm bulamayan bir insan gibi, öteye beriye gözlerini çevirdi, ellerini birbirine çarptı ve ayaklarıyla yere vurdu. Etkilenmişti durumdan, ama hala çelik gibiydi; onun bu demirden iradesi ne ateşle yumuşatılabildi, ne de İmparator tarafından gönderilen mesajlar, onu kararından vazgeçirebildi. Orada bulunan herkes onun tamamıyla çıldırdığını düşünüyordu, zira yere mıhlanmış duruyor, ne yalımlara koşuyor ve ne de kurtuluşu için Haç'ın yanına dönüyordu. Herkes onun yapmış olduğu olağanüstü kehanetleri yinelerken, onu ölüme gönderen cellatları ise, Basilius'u koruyan cinlerin (demons), doğaüstü mucizeler gösterebileceklerinden korkuyorlardı. O, yalımların ortasında kendisinin zarar görmeyeceğini ve mucizelere tanık olacaklarını övünçle anlatırken, cellatları onu çırılçıplak soyup siyah pelerinini, giysileri ve ayakkabılarını çıkardılar. Basilius cinlerinden öylesine emindi ki, "bakınız, pelerinim gökyüzünde uçuyor!" diye bağırıyordu. Tam zamanı geldiğini düşünen adamlar çırılçıplak bıraktıkları Basilius'u dürtükleyerek tutup havaya kaldırdı, giysileri, ayakkabıları ve her şeyiyle birlikte ateşin içine fırlattılar. Yalımlar, ona karşı bir öfke içindeymiş gibi, alçak adamı öylesine büyük oburlukla yuttu ki, alevin ortasından çıkan ince bir dumandan çizgi dışında olağandışı hiçbir şey olmadı, kokusu bile çıkmadı… Anna Kommena-Alexiad
Bizans’ın başkentinde Bogomil avı başladığında Aleksius, aynı zamanda grammerci ve hatip olan Eutymos Zygabenos adlı bir keşişten bütün sapkın mezheplerin bir listesini çıkarmasını istedi. Ona, bu sapkınlıkların her biri hakkında ayrı ayrı bilgi verip, Kutsal Azizlerin İncil metinleri kapsamı çerçevesinde yorumlayarak reddiye yazmasını buyurmuştu. Bu kitap inançsız Basilius'un anlatmış olduğu Bogomil sapkınlığını da içeriyordu. Çoğaltılan kitabın adını Aleksius koymuştu. (Zırha bürünmüş ya da tam silahlı öğretiye dair) Çok ilginçtir bu kitabın yazılmasından 15-16 yıl kadar önce Abbasi başkentinde Halife Mustazhir (1075-1094), Abu Hamid Muhammed al-Gazali‟ye (1058-1111), Hasan Sabbah'ın Alamut İsmailliğinin inançsal ve felsefi temeli olan Talimiye öğretisine, yani sapkınlık kabul edilen Batıni İsmaililiği için reddiye yazdırmıştı. Batınilik Hasan Sabbah'ın kitaplarıyla Bağdat'ta yayılmaya, olasıdır ki Bogomilizm gibi büyük evlere, aydın çevreye girmeye başlamıştı.
Gazali olayı şöyle anlatmaktadır: "Talimiye sapkınlığı ortaya çıkmıştı; herkes, nesnelerin (eşyanın) anlamını ya da ifade ettiği bilgiyi, gerçekliğin (hakikat) sorumluluğuna sahip yanılmaz/günahsız bir (Ali soylu İ.K.) İmam'dan öğrenmenin mümkün olduğunu ileri süren bu öğreti hakkında konuşuyordu. Zaten benim de onların kitaplarının içinde neler bulunduğu ve görüşleri hakkında inceleme yapmak aklımdaydı. Müminlerin efendisi Halife'den, onların dinsel sisteminin gerçekte ne olduğunu gösteren bir kitap yazarak onları reddetme buyruğunu alınca işe giriştim… Böylece onların görüşlerinin yalan olduğunu al Mustazhiri kitabımda yazdım."
Görüldüğü gibi bu kitaba Halife kendi adını vermiştir. Bu benzerlikler rastlantı değildir; egemen yöneticiler, hangi dinden olurlarsa olsunlar kendi dinleri daha doğru olduğu için değil, 'sapkınlık' adını taktıkları inançların yandaşlarını, saltanatlarına zarar vermelerinden korktukları için ezmişlerdir.
BOGOMİLİZM VE BOGOMİL TARİHİ
İlk temel kaynaklardan olan Cosmas Risalesi’nde, gerçek imanlı Çar Peter’in krallığı döneminde Bogomil isimli bir papaz yaşamıştır. Papaz Bogomil tanrının sevgilisi demek olan Yunanca Theophilus’un Slavca karşılığıdır. Kelimenin Slavca şeklindeki "bog" İran etkisi altında kalmış bir köktür. Kelime, ‘tanrının merhametine layık olan’, ‘tanrıya yakaran, niyazda bulunan’, ‘tanrının merhametini dileyen’ şeklinde tercüme edilmiştir.
Bu arada günümüz Boşnakça’sında ‘bog’ kelimesi "Allah" demek olduğunu ve "ako bog" tabirinin "Allah dilerse" yani "inşallah" anlamına da gelmekte olduğu bilinmektedir.
Bogomil veya Bogumil inancı, Bulgar Çar'ı Peter zamanında (927-969), 10. yüz yılın ortalarında Bulgaristan’da ortaya çıktı. Bogomillerin ikili inançlarının, yakın Makedonya’daki Pavlikan öğretisinin bir devamı olarak görülür.
Bizans’ın Bulgaristan’ı işgali sonrası (1018) bogomillerin de yoğun olarak yaşadığı merkezlerden biri olan Üsküp’ün güneyi ve "flibe" civarının Bizans tarafından ele geçirilmesiyle, Bogomil hareketinin doğrudan doğruya Bizans topraklarının içerisinde etkin olmasına yol açmıştı. Bizans ve Bulgar halkları arasında devamlı suretle ekonomik, dinsel ve kültürel bakımdan büyük farklar mevcuttu. Bizans halkı gelişmiş bir şehir uygarlığına, Bulgar halkı ise, toprağa dayanan dar gelirli kırsal bir toplum yapısına sahipti. Bu sırada Bizans, Bulgaristan Kilisesi’ni merkezi İstanbul'da olan Doğu Kilisesine bağlamıştı. Bizans’tan gelen birçok din adamı Bizans Kilisesin’in ilkelerini yaymakta, geniş toprakları içeren zengince döşenmiş şatafatlı Kilise ve Manastırlar kurmaktaydılar. Diğer yandan büyük sefalet ve yoksulluk içinde olan halk, kilise tarafından sömürülmekte ve ibadete ayıracak vakit bile bulamamaktaydı.
Kilisenin bu zenginliğine tepki olarak dar gelirli, servette ve dünya malında gözü olmayan ikinci bir papaz sınıfının oluşmasına sebep olmuştur. İşte Bogomil Hareketi feodalizme karşı mücadelede alternatif bir dinsel reform ve kilise yaşamı olarak, köylüleri ve alt tabakaları temsil etmiş ve bunu yaparken de müntesiplerine zenginlik değil basit bir hayat önermiştir.
Kilisenin ve ruhban sınıfının öğretileri kralların ve çarların halkı sömürmesine ve zulüm etmesine yol açıyor. Ve Kilisen’in bu söylevleri, sosyoekonomik yapının temel taşları haline getiriliyordu. Onlar her şeyi Kilise’nin görüşleri doğrultusunda temellendirmişlerdi.
Buna göre, Tanrı gökyüzünde her birinin belli görevleri bulunan, itaatkar hizmetçileri olan melekler tarafından kuşatılmış bir saltanat sürüyordu. Kilise öğretisine göre, gökyüzü alemin idaresi ile dünyevi yönetim arasında hiyerarşik bir benzerlik bulunuyordu. Bu hiyerarşik monist yapı göksel Tanrı tarafından yeryüzü içinde ifade edilmiştir şeklinde yorumlanıyor ve dünyevi saltanatın kökü gökten gelmiş olduğu iddia ediliyor çar ve boyarların Tanrı tarafından seçilip atandığı kabul ediliyordu.
Papaz Cosmas, bu düşünceden yola çıkarak bir vaaz kitabı yazmıştır. Bundan dolayı 'kim idareciye karşı çıkarsa, tanrının iradesine karşı gelmiş olduğundan, aynı zaman da tanrıya karşı günah işlemiş olur' sonucunu çıkarmıştır. Bunun da sonucu olarak kötü bir yönetici tarafından verilmiş olsa da, emirleri yerine getirmek ve itaat etmek ilahi ve yüce bir fazilet olarak ilan edilmiştir.
Bogomillere göre ise, insan dahil bütün canlıların ruhlarının Tanrı tarafından yaratıldığını bedenin ise, şeytanın eseri olduğu ve buna bağlı olarak ta, şeytanın bu dünyanın mimarı ve adının da Mammon olduğunu, bu yüzden dünyevi olan bütün zevkleri reddetmek gerektiğini böyle davranmayanların da şeytanın kulu ve kölesi olduğuna inanılıyordu. Tanrı’nın iki oğlu olduğunu birinin kötülüğün ve yeryüzünün efendisi olan şeytanın yani Mammon’un, diğeri ise Nur’un ve Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcilerinden ve uyarıcılarından biri olan Hz. İsa’nın olduğunu söylüyorlardı.
Buna göre, kendisini bu dünyada Tanrının yeryüzündeki temsilcisi, gölgesi, savaşçısı olarak görenler Tanrı’nın iradesine karşı gelmiş hatta tanrıya değil Mammon’a hizmet etmiş oluyorlardı. Buna en çok o dönemin iktidarları, kralları, zengin kilise adamları, çarları karşı geliyor onlara nefretle bakıyorlardı. Onlara daha eski dönemlerde yaşamış olan Zerdüştizm, Manhezim, Pavlosçuluk gibi farklı dinlerin karışımı gibi, Ortodoks Hristiyanlık dışı bir heretik dine hizmet ettikleri, hatta dinden çıkmış gibi suçlamalarla karşılıyorlardı.
Bogomiller ise, din adamlığı sınıfını reddediyor. Onların rehberliği olmaksızın kişinin kendi kendini kurtaramayacağı yorumuna karşı, Tanrı ile insan arasında herhangi bir aracı olmadan doğrudan bağlantı kurulabileceğini ileri sürüyorlardı. Çünkü, hakiki din her insani vicdanın doğal bir meselesidir. Bogomiller aracıların ruhban sınıfını reddederek her insanın yeni ahite yoğunlaşarak anlaması gerektiğini vaaz ediyorlardı.
Buna bağlı olarak da Ortodoks inancın temelleri ve sembolleri olan, Haç’a tapmayı, Meryem’in kutsallığını reddediyor Kilise ayinlerini protesto ediyor, ikonalara saygı duymuyor, Trinity (İstavroz, yani Tanrı, İsa ve Kutsal Ruh’tan oluşan kutsal birlik) bir yanılsama olarak görülüyor ve reddediliyordu. Çarmıh, Mesih’i öldürmek için kullanılan araç olduğundan, şeytani bir nesne olarak kabul edildi. Birisi kralın (Tanrı’nın) oğlunu bir parça ahşapla öldürdüyse "Kralın bu aracı kutsal saydığına inanıyor musunuz?" diye soruyorlardı. Bu nedenle Haç işaretini kullanmak da reddedilmişti. Rab’bin duasını tercih ettiler; çünkü manevi bir liderin öldürülmesini desteklemiyor ve övmüyorlardı. Bunun yerine, seçkinler (dedeler) ve dinleyiciler olarak iki kısma ayrılan ve hiç bir tapınak imar etmeksizin, evlerde ve kadın erkek dahil, herkesin toplandığı yerlerde ibadet eder ve komünal bir hayat tarzı sürerlerdi.
BOGOMİLLERİN KADINA BAKIŞI
İncil'e göre; Kadının Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını ve asli günaha sahip olduğu gerekçesiyle, kadının ikinci sınıf olduğu düşünülmüştür. İnsanoğlunun annesine, Havva’ya olan bu acımasız yaklaşım Kilise kitaplarında genişçe yer almıştır.
Bogomiller ise, Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını redderken, her ikisinin de bir anda yaratıldığını, bedenin şeytan ruhların ise, Tanrı tarafından üflendiğini iddia etmektedirler. Onlara göre, günaha düşme hadisesi Tanrı tarafından yaratılan cennette değil, Satanel (Mammon) tarafından yaratılan cennette vuku bulmuştur.
Buna göre Bogomiller, dinsel kardeşlikte kadınla erkeği bir kabul etmiştir. Cosmas’ın verdiği bilgilere göre, Bogomil ve Kathar’ların birbirlerinin günahlarını af ettiklerine, sadece erkeklerin değil, kadınların da muhataplarını paylayarak yaptıklarına rastlamaktadır.
14 .yüzyıla ait Engizisyon Mahkemeleri kayıtlarında Kathar kadınlarının ‘’consolamentum’’(günah itirafı) nasıl uyguladıkları yazılıdır. Ortaçağ Kilise latince dışında hiçbir ayini kabul etmezken, heretik ilan edilen insanların, yerel dillerde kadınların vaazına bile izin vermiştir.
12. yüzyılda batı Avrupa’da bir çok tarihçinin 12. yüzyılın rönesansı diye adlandırdığı ekonomik ve sosyal bir karışıklık yaşanmıştır. Bu hareket Güney Fransa’da başlayıp İtalya ve sonrasında İngiltere’ye yayılan kadının özgürleşmesi hareketidir. Bu dinsel hareketin öncüleri olan Bogomilizm ve Katharizm hareketinin en önemli özelliklerinden birisi de, kadının sosyal açıdan tamamen özgürleşmesidir.
Burada önemli olan, Bogomillerin kadını Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmış saymamaları, onu erkekten daha aşağı bir yaratık olarak kabul etmemeleri, maddi bir obje, ya da cinsel sömürü aracı olarak görmemeleridir.
Kilisenin kutsal addettiği savaşlar sebebiyle, insanların imha edildiği gerçeğinden hareketle, öldürme ve kan dökücülüğe kesin olarak karşı çıkmışlardır. Hatta Bogomillere göre, sadece insan değil hayvanları öldürmekte günahtır.
Vaazlarında komşu sevgisini gerçek bir Hristiyan’ın görevi olarak düşünüyorlardı. Ancak kilise Tanrı sevgisini insan sevgisinin önüne geçirmişti, insan ile Tanrı arasındaki ilişki Bogomiller tarafından ikinci plana itilerek, insanla insan arasındaki ilişki öne çıkarılmıştır.
Bu açıkça bir hümanizm örneği olarak kabul edilmiştir.
Bogomillerin kilise ile ilgili bu düşünceleri o dönem için çok cesurca idi. Kiliseyi kötülük gücünün bir görünümü ve din adamları sınıfını da gereksiz diyerek reddetmeleri sadece din adamlarını değil; o dönemin bütün yönetici sınıfının nefretiyle karşılanarak, katliamlara ve zulümlere maruz kalmış, acımasızca kıyımlardan geçmiş birçokları yerlerinden sürgün edilerek Trakya bölgesine, oradan da Avrupa içlerine doğru kaçarak Almanya, Fransa’nın güneyi, İtalya bölgesine doğru giderek, eski inanç ve kültürlerini yaşamaya çalışmışlardır.
Son olarak, diğer yandan Osmanlı’nın Bizans’ı işgal etmesiyle birlikte, birçokları bu bölgede kalarak Müslüman olmayı tercih ederken diğerleri ise, Rusya içlerine Bosna Hersek’e kaçarak, özellikle Bosna’da kendi kiliselerini kurarak, burada varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardır.
Sürgün edildikleri her bölgede inançlarından dolayı, kendi zamanın yöneticileri ve din adamları tarafından hedef olan Bogomiller, inanç ve fikirleriyle din adamalarını bile etkiyerek Rusya’da Karp ve Nikita adlı iki Diyakon din adamının başlattığı ‘’Striglniki Hareketi’’ne de fikir öncüleri olmuşlardır. 1375’te ölüm cezasına çarptırılarak yüksek bir köprüden Balkhov nehrine atılarak öldürülen bu iki din adamının ardından, 15.yüzyılın başlarında Pskov da tekrar ortaya çıkan bu dinsel hareketin takipçileri büyük işkencelere maruz kalmalarına rağmen, inat ve sabırla görüşlerini savunmaya devam etmişlerdir.
Özellikle Avrupa’da, Anbigenler, Pavlikanlar, Katharlar (paterenler) olarak da farklı isimlerle anılmasına rağmen, Fransa’nın güneyi olmak üzere Almanya ve İtalya’da bir yandan, dini inançları ve düşüncelerinden dolayı büyük katliamlara maruz kalarak, öte yandan bu dini inançlarıyla da Ortaçağda bir çoklarını etkileyerek, Avrupa’da reform hareketlerinin gelişmesinde öncülük etmişlerdir.
Engels’in deyimiyle ’’…Feodalizme karşı devrimci muhalefet, tüm Ortaçağ boyunca devam etti. Bu muhalefet, kendini koşullara göre kimi zaman mistik, kimi zaman açık mezhep sapkınlığı, kimi zaman da silahlı ayaklanma biçiminde gösteriyordu. Bu Ortaçağın resmi mezhep sapkınlığıdır. Esas itibariyle rahiplere karşı yöneliyor, zenginlere siyasal konumlarına saldırıyordu. İlkel Hristiyanlığın eşitlik koşullarının topluluk üyeleri arasından yeniden kurulmasını ve uygar toplum için kural olarak tanımlamalarını da istiyordu. İnsanların Tanrı karşısındaki eşitliliğinden, uygar eşitliği ve hatta kısmen daha şimdiden servet eşitliğini çıkartıyordu. Soyluluk ile köylülerin ayrıcalıkların, ayrıcalıklı burjuvalar ile halktan kimselerin eşitliğini gerçekleştirmek, feodal angaryaları, efendi hakkını, vergileri, ayrıcalıkları ve eninde sonunda çok göze batan farklılıklarını ortadan kaldırmak…"
Özellikle Fransa’nın güneyinde Paterenler olarak isimlendirilen ve kendilerine Peter (babalar, dedeler) olarak ta bilinen Katharlar Hareketi 1209-1229 yılları arasında Papa III. Innocent ve Simon de Montfort önderliğindeki Haçlı Orduların hedefi olmuşlardır. Papanın elçisi Armord Amoury’ye sorulan "Gerçek Hıristiyanlarla diğerlerini nasıl ayırt edeceğiz?" sorusuna verdiği: "Hepsini öldürün, Tanrı kendisininkileri tanıyacaktır." Cevabı bu savaşı en iyi özetleyen cümledir. Savaş büyük katliamlarla doludur. Sadece Beziers’ta yapılan katliam Modern Avrupa Tarihi’nin ilk soykırımı olarak kayıtlara geçmiştir.
________________________________________
Kaynakçalar;
-Anna Kommena-Alexiad Malazgirt’in Sonrası
-Kadir Albayrak-Bogomiller ve Bosna Kilisesi
-Janet Hamilton, Bernard Hamilton, Barış Baysal-Bizanslı Heretiklerin Tarihi (Bizans dünyasında Hristiyan, düalist heretikler)
-Ali isra Güngör-Cizvitler
-Şinasi Gündüz-Din ve İnanç Sözlüğü
-M. Tayyib Okiç-Neşredılmemış bazı Türk kaynaklarına göre Bosna Hristiyanları (Bogomıller)
-Freiedrich Engels-Köylüler Savaşı
-İsmajil Hodziç-bogomilizm ve Bosna- Hersek Bogomilleri (yüksek lisans tezi)
-George Ostrogorsky-Bizans Devleti Tarihi
-Auguste Bailly Bizans Tarihi
-İsmail Kaygusuz-Anadolu’dan Batı Avrupa’ya, Aykırı İnanç
ve Düşünce Geleneği
-(Hristiyan Heterodoksizmi ya da Neo-Manikheizm: Paulikien, Bogomil, Kathar Hareketleri ve
Öğretileri)
-İsmail Kaygusuz-Müslümanlık ve Hristiyanlığın İnanç öğretilerinde öteki gerçekler Anadolu’dan Batı Avrupa’ya Hristiyanlık ve Bogomizm