Bu hanımlar ne hadlerini biliyorlar ne de kıymetimizi
Türkân YALÇIN*
Upuzun adı olan, başına canımız İstanbul’umuzun adını koydukları şu sözleşme (küçük s yeter de artar) sadece aile düzenini bozmakla kalmadı, toplumsal düzeni de bozdu. Günlerdir her yerde o konuşuluyor. İyi bir şey olsaydı bu kadar konuşulur muydu hiç?
Çoğumuz okumadık içinde ne yazdığını ama Devlet (büyük D gerekir mutlaka) büyüklerimiz, gazetecilerimiz, açık oturum erbabı okumuşlar. Twitter kalemşorları zaten yalayıp yutmuşlar. Hiç de iyi şeyler yokmuş içinde.
Diyeceksiniz ki "o halde büyüklerimiz en birinci olarak 2011’de niye imzalamışlar, taraf olmuşlar?" İnsanlık hali işte, yanılmışlar, yanıltılmışlar. Hatanın neresinden dönülürse kâr…
Tutturmuşlar eril midir, ataerkil midir her neyse, işte bu sistem en eski, en yaygın, erkek dünyası için en konforlu baskıcı sistem diye. Güya bu sistem kadını hayatın gölgesinde bırakıyormuş, itaat istiyormuş; kadını birey olarak değil devletin, ailesinin, kocasının ve toplumun "malı" olarak görüyormuş. Dünya kadınlar için başka, erkekler için başka dönüyormuş. Hukuk kadını görmezden geliyormuş ya da değersizleştirerek, hiçleştirerek görüyormuş. Kadınların mücadeleleri "var olma, kendileri olma" mücadelesiymiş. Sözleşme bu mücadelenin sonucuymuş.
Sanki kadınlar yoklar! Her yerde konuşuyorlar, yazıp çiziyorlar, meydanlara pankartlarla iniyorlar, polisimizi de yorup biber gazlarını tükettiriyorlar. Daha da ne istiyorlar, anlamak mümkün değil.
Soralım o zaman: Kötü bir şey olsaydı şimdiye kadar yok olmaz mıydı bu sistem? Binlerce yıldır bu kadar kabul görmüşse, en eğitimlisinden en cahiline, en zengininden en fakirine o kadar insan arkasında durmuşsa; her türlü düzende vücut bulmuşsa, hatta koca koca filozoflar bile sahip çıkmışsa niye kötü olsun?
Çocukluğumuzdan başlayarak; evde, sokakta, okulda, medyada, hayatın her alanında pekiştirilmişse; okul kitaplarına da giren deyimlerle, atalarımızın sözleriyle bu sistemin dili genlerimize işlenmişse bir bildikleri vardır elbette. Boşuna mı söylemişler: "Kızını dövmeyen dizini döver", "Gelinlikle çıkan, kefenle geri döner", "Oğlan büyür koç olur, kız büyür hiç olur", "Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün", "Dişi yalanmazsa erkek dolanmaz", "Erkeğin okumuşu kadı, karının okumuşu cadı olur" diye. Daha niceleri var da hem biraz ayıp hem de yer dar. Bu sözleşme, bu laflara da takmış kafayı.
Cinsel, ekonomik, fiziksel, psikolojik şiddet yalanı…
Yok okuyacaklarmış, yok çalışacaklarmış, yok ayaklarının üzerinde duracaklarmış, hiç kimseye muhtaç olmadan yaşayacaklarmış. Haklarını sonuna kadar savunup, biat etmeyeceklermiş. Şiddeti -sanki varmış gibi- ifşa edecek, susmayacaklarmış. Şu lafların büyüklüğüne bakın! İşte bu sözleşme gibileri bu lafları söyletiyor bu kadınlara. Ailelerimizde huzur kalmadı.
Bazı okullarda da bu sözleşmeyi falan anlatan hocalar varmış, hepsini susturmak o tuhaf isimli dersleri de kaldırmak lazım. Yoksa kaldırdılar mı acaba? O hocalar "hak, hukuk, eşitlik…" diyerek daha birçok şey anlatarak kızlarımızı, Allah muhafaza bazı erkeklerimizi "feminik" yapıyorlarmış. Erkekler neredeyse çamaşır asıp, bulaşık yıkayacaklarmış. Kızların içinde annelerine akıl verip yuva bozanlar bile varmış: "Neden babamın yıllardır seni üzmesine, dövmesine izin verdin? Boşan bir yolunu bulur geçiniriz" diyorlarmış. Buyurun işte sessiz sedasız evinde oturan kadınların da aklını çeliyorlar.
Oysa ne güzeldi bir zamanlar, kimseden ses çıkmıyordu. Biz çemberi çizmiştik ve o çemberin içinde hem eşitliği hem de özgürlüğü sağlamıştık. Evin istediğin yerinde otur; ister salonda, ister odada, hatta mutfaktan hiç çıkma istersen demiştik. Bundan âlâ özgürlük mü olur?
Çiçeksiniz, böceksiniz (hamam böceği değil, uğur böceği), kelebeksiniz, başımızın tacısınız, en kıymetli vazomuzsunuz bile diyorduk. Hâlâ da diyoruz, yaranamadık, yaranamıyoruz.
Hiç yormuyorduk ki, çok da demokrat davranıyorduk. Kaç çocuk olacağını biz düşünüyorduk, evden ne zaman nasıl çıkılacağına karar verme zahmeti bizim sırtımızdaydı, kızlarımızı o saçma kitapları okuyup yorulmasınlar diye okula göndermiyor, bize de biraz para kazandırıp çok mutlu olsunlar diye hemen evlendiriveriyorduk. Hanımlarımız yorulmasın, işbölümü olsun diye eve kuma getirmeyi bile göze alıyorduk. Doğru değil mi ama? Sayıları ne kadar artarsa, yorgunlukları da o kadar azalır. Emeğe saygılı olduğumuzu, iş bölümünden ne anladığımızı da anlatamadık.
Bazen hanımlarımıza, kızlarımıza haklı olarak biraz sövüyor, dövüyorduk. Arada bir elimizin ayarını kaçırıp öldürebiliyorduk, ama "tahrik etti, fena sinirlendirdi" diyip yırtıyorduk ya da "intihar etti" falan diyorduk, sağ olsunlar hukukçular da bizi anlıyorlardı.
Haaa!!! Şimdi de yapıyoruz şükür ama mesele başka… Şimdi çok ses geliyor ordan burdan. Rahat bırakmıyorlar insanı. Bilinçlenmek diyorlar isyankârlığa. Adalet diyorlar durmadan, eşitlik diyorlar, yoruyorlar bizi. Önceden bu parazitler yoktu işte. Gerçi önceden kadının adı da yoktu. En büyük feminik Duygu Asena’nın kitabı bile var bu isimle. Bunu söyleyince de kızıyorlar, ne yapacağımızı şaşırdık.
Bu hadsiz sözleşme, Devletimize yükümlülük getirmiş; olmayan şiddeti önlesin, kadını korusun, şiddet uygulayanı cezalandırsın diye. Emriniz olur… o çemberin içinde kalın, korunun işte.
Biz bu sözleşmeyi kötülemeyi bırakıp, yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini konuşmalıymışız. Niye konuşup kendimizi yoralım olmayan şeyler için. Yırtar atarız, yanılmışız deriz olur biter. Neler yırtılıp atılmadı, neler unutulmadı ki?
Ama bu kadınlarla uğraşmak biraz zor. Fena kararlılar, dirençliler… Çok zor kazandık vazgeçmeyiz diyorlar. Hak yememek lazım, bu kadar engeli aşmak, bize rağmen büyük mücadeleler vermek hiç de kolay değil. Ne yapalım, onlar da yormasalardı kendilerini… Otursalardı evlerinde, çocuk doğurup kocalarına hizmet etmenin zevkini yaşasalardı. Ne demişler, "İtaat et rahat et" demişler.
Biraz dayak yiyen, okula gönderilmeyen, çalıştırılmayan ya da çalışıyorsa parasını getirip vermesi rica edilen, azıcık küfür duyanlar, bi tarafları birazcık okşandığında kötü anlamlar çıkaranlar başlıyor şiddeeetttt!!! diye bağırmaya. Bu sözleşme gibileri bunlara yüz veriyor, konuşturuyor. Asıl biziz şiddete uğrayan yahu! Anlayın artık!
Gazetecilerin gazeteci gibi olmadıkları yalanı…
Hem de ne gazetelerimiz, gazetecilerimiz var, Allah eksikliklerini göstermesin. İyi ki zamanında şaşırıp da adını "Yeni Sözleşme" yapmamış olan güzel gazetemiz boşuna mı yırtınıyor? "Kadınları hiç gereği yok iken çalışma hayatına zorla sokmaya çalışmak çok büyük yıkımlara yol açmıştır. … Kendileri feminist olup kadınları dinimizin de yasakladığı bir şekilde kocalarına karşı isyana teşvik eden … Toplumu yozlaştırmak için cinsiyetsiz bir nesil meydana getirmek ve güzel ahlaktan uzaklaştırmak için… Bu utanç verici sözleşmenin İstanbul gibi yüzyıllarca İslam’a başkentlik yapmış bir şehirde imzalanması affedilmez bir hatadır." diye.
Gerçekten de gidin başka bi yerde imzalayın, yer mi kalmadı dünyada da geldiniz güzel şehrimizin adını kirlettiniz. Şöyle ağız dolusu küfür edebilmek için, İstanbul’u çıkarıp baş harfini de küçültüp "o sözleşme" diye başlayabilirsiniz söyleyeceklerinizi söylemeye. Güzel oluyor, rahatlıyor insan.
Bu sözleşmenin kendisi küfürmüş zaten, haberleri yok: "Kadına şiddeti önleme kapsamında aslında LGBT sapkınların cinsel kimliklerini ve cinsel yönelimlerini her tür şiddete karşı güvence altına aldığı konusunda kamuoyunda çok büyük eleştiriler" söz konusuymuş.
Şu laflara bakın: Ne demek "cinsel yönelim", "cinsel kimlik"? GBT’leri bozuk LGBTİ midir nedir onlara saygılı olacakmışız, ayrımcılık yapmayacakmışız, şiddet uygulamayacakmışız. Kanunlar bile onları yok saymış biz mi saymayacağız? Gerçi yok saysak da yok olmuyorlar ya…
Onlar da bize benzeselerdi, biz nasıl yaşıyorsak öyle yaşasalardı. O güzelim gökkuşağını da sahiplenmişler, rengârenk dolaşıyorlar çiçek bahçesi gibi. Ama biz o renkleri de bir zamanlar başka renkleri her yerden kazıttırdığımız gibi kazıtmayı biliriz. Siyah olun be, her yer simsiyah olsun! En asil renk demez misiniz siyaha özellikle siz kadınlar?
Geleneklerimize saldırı, toplumsal cinsiyet yalanı…
Toplumsal cinsiyet diye alengirli laflarla bizi kandıracaklar. Efendim "doğal olduğu düşünülen ve dayatılan farklılıklar, toplumsallaşmanın, kültürün bir ürünü olarak ortaya çıkmışmış…" Sanki biz anlamıyoruz, bilmiyoruz ne yapmak istediklerini. Siz şuna "tek cins" desenize dolandırmadan. Kadınlar biraz erkekleşecek, erkekler biraz kadınlaşacak, ortada buluşulacak.
Geleneklerimize göreneklerimize de bulaşıyor bu sözleşme. Neyse ki halis hâkimlerimiz var da şimdiye kadar çok zarar görmedik. Var mı bizim geleneklerimizde elin adamlarına cilveli cilveli saat sormak, kocadan habersiz terlik almak, beyaz tayt giyip kırmızı kaplı telefon kullanmak; kadın programlarını seyredip, radyolardan olur olmaz şarkılar istemek? Ya da ailesinin istemediği biriyle evlenmek; ailenin istediğiyle evlenip sonra boşanmak istemek? Oğlanlarla el ele tutuşup, iş bekâret kontrolüne gelince çığlık çığlığa bağırmak?
Tabii ki bu edepsiz hareketler çıldırtıyor erkekleri ve birazcık uyarıyorlar kadınları. İşte bu sözleşme böyle durumlarda erkeklerin haksız yere tahrik edildiklerini ve ceza indirimini kabul etmiyor, hâkimlerimizi de kandırmak istiyor.
Neymiş efendim, daha kanunlara "zorla evlendirme" "çocuk evlilikleri" ayrı bir suç olarak girmemiş, daha yapılacak çok iş, alınacak yol varmış. Bozguncu sözleşmede (aile bükücü de denebilir) bile bazı konular eksikmiş. Bunların konuşulması gerekirken biz neyle uğraşıyormuşuz.
Tabii ki vakti gelen evlat evlendirilecek. Hem çocuk gelin ne demek? Şu mantıksızlığa bakın bi kere. "Gelinse çocuk değildir" ki! Ama bunlar tersten okuyorlar işte. "Çocuksa gelin olamaz" diyorlar. Allah akıl fikir versin size de sözleşmenize de.
O sizin çocuk dedikleriniz; o 13 - 14 yaşındaki kızlar neler yapıyorlar haberiniz var mı? Bir ilçeye girip 20-25 erkeği kandırıp cinsel ilişki kuranlar bile var aralarında. Zavallı adamlar neye uğradıklarını şaşırmışlar. Önemli bir hâkim anlatmış bu kızı "eleman" diye isimlendirerek, gazetelerde okumuştuk. Sonra da başlıyorlar bağırmaya çocuk istismarı diye. İstismar edilen adamlar ne olacak, düşünen yok tabii.
Biraz küçük (çocuk demiyoruz) evlenmenin ne zararı var ki? Bir düşünün: 13 yaşında evlenip 14 yaşında anne olan bir kadının (artık burada kız mı desek kadın mı desek bilemedik) kızı da 13 yaşında evlenip 14 yaşında çocuk sahibi olursa, alın size 28 yaşında bir anneanne. Sanki anlamadık sizin erkenden nine olmak istemediğinizi.
Başka yalanlar varmış, öyle diyorlar…
Bu kadınların bazıları, "İnsan hakları, kadın hakları diye mangalda kül bırakmayan, pancar gibi kızararak bağıra bağıra hak savunuculuğu yapan bazı sahte demokratlar var. Derin yalanların, derin maskelerini takıyorlar. Onlar şiddetin her türünü özellikle de psikolojik şiddeti sinsice uyguluyorlar. Eskiden kalben faşist diye bir laf vardı, işte bu adamlar da kalben ataerkiller" diyorlar. Vallahi biz demiyoruz, onlar aynen böyle diyorlar.
Eğer dedikleri doğruysa, biz bayağı dürüstüz o zaman. Hakkımız teslim edilsin, düşündüğümüzü söylüyoruz en azından.
Eğer dedikleri doğruysa, biz bayağı dürüstüz o zaman. Hakkımız teslim edilsin, düşündüğümüzü söylüyoruz en azından.
Dün yine ellerinde pankartlarla dökülmüşlerdi kadınlar sokaklara. Yazılardan birini görünce biraz tırsmadık değil yani. Bütün gece de gözlerimizin önüne geldi, uyuyamadık.
"Bir kadın, bir kez ayağa kalkmaya görsün, durdurabilene aşk olsun!" yazıyordu.
Kadınlar uyanmışlar bir kere, ayağa kalkmışlar… Çok mu geç kaldık ki?
*Ankara Üni. Hukuk Fakültesi