Bu seçim o seçimlere benzemiyor
Suat TAŞKESEN / Dr. Siyaset Bilimi
Son 17 yılda AKP’nin sürpriz yaparak koalisyon beklentilerinin aksine tek başına iktidar olduğu 3 Kasım 2002 genel seçimlerini saymaz isek geriye kalan 5 genel seçim, 3 yerel seçim ve 3 referandumun ortak noktaları, hemen hepsinde AKP’nin zaferinin büyüyen Türkiye ekonomisinin "istikrarının" teminatı olarak empoze edilmesidir.
Ne var ki, 31 Mart akşamı hileli ya da gerçeğe yakın sonuçlarını hep birlikte göreceğimiz seçimin geride kalan diğer AKP’li seçimlerden en büyük farkı, bırakın istikrar beklentisini kimsenin istikrar umudu içinde bile olmamasıdır. Aklı hala başında ekonomistler, sosyal ve siyasal bilimciler ve hatta iş ve finans dünyasından temsilcilere göre istikrar bir yana, 31 Mart sonrası dönemde seçimden önceki günleri bile mumla arayacağız. Hem de seçim sonuçları ne olursa olsun.
Siyasaldan öğrencisi olduğum kıymetli hocam Baskın Oran’ın tabiriyle ‘tek ama tek ortak paydası Kürt düşmanlığı olan mahşerin 4 Atlısının’- İslamcı AKP/Erdoğan + Irkçı MHP + Ergenekon + Ulusalcı klik- kurduğu koalisyon, Tek Adam rejimi altında "yurtta baskı, cihanda çatışma" siyasetiyle en azından içerideki hâkimiyetini derinleştirmeye çalışmaktadır.
Her ne kadar kendisini devletin bekasının teminatı olarak pazarlasa da, birliktelikleri eşyanın tabiatını fazlasıyla zorlayan 4’lü koalisyonun sürdürülebilir olma olasılığı önümüzdeki günlerde çok ama çok düşüktür. Seçimlere iki üç günlük bir sürenin kaldığı şu günlerde, koalisyonun bütün kampanya sürecinde büyük bir baskı altında olduğunun sözcülerinin panikleyerek saçmalamalarından açıkça gözlendiğini rahatlıkla ileri sürülebiliriz. (yazılı örnekler için bkz.)
Koalisyonda hissedilen bu baskının en büyük nedeninin yine koalisyonun yapısından kaynaklandığı açıktır. Nitekim mahşerin 4 Atlısını oluşturan taraflardan İslamcı AKP harici güçler her daim bir ayakları Ay’ın karanlık yüzünde iş tutmuş, halkı daima namlunun ucunda görmüş, kendileri ise devletin derin yanının tetikliğini yapmışlardır. Siyaseti de kendi derin emellerinin bir aracı olarak gören ve çoğu zaman gerçeklikten kopuk bir dünya çizen bu 3 grubun esasen halk nezdinde karşılıkları da yok denecek kadar azdır.
Koalisyonun lokomotifi gibi görünen İslamcı AKP’nin durumu ise daha vahim. Kendileri dışlayan ve küçük gören statüko ve vesayetin Erdoğan’ın "karizmasıyla" darmadağın edildiğini düşünen ve bunun nimetlerinden fazlasıyla istifade eden bu kesimin kendilerini bir anda bu koalisyonun içinde bulmaları onlar için de oldukça şaşırtıcı olmuştur. Erdoğan’ın sözcülüğünü yaptığı Koalisyon bir yandan FETÖ kozunu kullanarak bu kesime alternatifsiz oldukları mesajını verirken, diğer yandan pompalanan Kürt düşmanlığıyla da onları koalisyonun diğer üyeleriyle yakın durmaya zorlamışlardır. Böylece İslamcılara aba altından sopa olarak gösterilen mesajlar ve eski hasımlarla zorunlu birlikteliğe dair ortaya konulan yapay nedenler AKP içindeki rahatsızlıkları büyüttüğü gibi, Tek Adam Erdoğan ile AKP arasında bir mesafenin de artık telaffuz edilebilmesinin önünü açmıştır.
Siyasal İslam cephesinden de artık net bir biçimde görülmektedir ki Koalisyonun sözcüsü olan bu Tek Adam, siyasal İslam’ın Türkiye’de ve "Osmanlı" topraklarındaki iddialı sözcüsü olan o "Uzun Adam" değildir artık. Üstelik hem Koalisyonun yapısı gereği hem de kaçınılmaz olarak daha da derinleşecek olan ekonomik kriz ve Tek Adam rejimi krizi nedenleriyle, bu kesimin hatırı sayılır semeresini topladığı ihale/inşaat/itaat sacayağının sürdürülmesi de artık pek mümkün görünmemektedir.
Gelinen noktada, 31 Mart tarihi, 1909 ayaklanmasından 110 yıl sonra bu topraklarda bir kez daha tarihe mal olacak bir gün olacaktır. Bir yerel seçim olmasından öte Erdoğan ve sözcülüğünü yaptığı Koalisyon için 31 Mart gerçek anlamda bir beka sorunudur, çünkü seçimin sonuçları her ne olursa olsun ekonomik krizin ve siyasal rejim krizinin daha da derinleşeceği artık sır değildir.
Bu seçimin asıl önemli yönü ve belki de en önemli yönü Erdoğan için AKP’liler ve siyasal İslamcılar arasında güvenoyu tazelemesi anlamına gelmesidir. Burada Koalisyondan, açıkça ırkçı bir duruş sergileyen ve liberal demokratik değerleri reddeden söylemlerden rahatsız olan siyasal İslamcıların ve AKP’den küstürülen/dışlanan eski partililerin gizli meclislerinde nasıl bir tavır içinde oldukları ve bunun sandığa nasıl bir stratejiyle yansıyacağı belirleyici olacaktır. Eski Cumhurbaşkanı, başbakanlar, bakanlar, belediye başkanları ve çeşitli ileri gelenlerin içinde bulunduğu kesimin Erdoğan’a meydan okuyucu bir mesaj vermeleri şaşırtıcı olmayacaktır.
Son olarak, gerek Koalisyon karşıtı duruşa gerekse de seçim sürecindeki görece tutarlı, dengeli ve barışçıl söylemlere (İdris Naim Şahin gibi hatalarına rağmen) sahip bir Saadet Partisi’nin, en azından sandık başında AKP’li mağdurların cazibe merkezine dönüşebileceğini bir kenara not edelim. Bu anlamda Erdoğan’ın kendi mahallesinde güvenoyu tazelemesinin hiç de kolay olmayacağını da belirtmek gerekir.
Sonuçlar ne olursa olsun, 31 Mart istikrarın değil krizlerin derinleşmesinin beklendiği bir tarihtir ve bu haliyle bu seçim o eski AKP’li seçimlere hiç benzememektedir. Bu ayrımın seçim sonuçlarında hissedilecek ya da açıkça görülecek olması yanında, seçimden sonraki dönemin de belirleyici faktörü olacağını söyleyebiliriz.
Oyumuzu kullanıp, oyunun olabildiğince erken bozulması umudunu ve mücadelesini büyütebileceğimiz bir tarihtir 31 Mart.
Üstelik istikrar safsatası sadece AKP yandaşlarının temel argümanı olmamış aynı zamanda bu söylemden nemalanan başta iş çevreleri, ana akım medya, düşünce kuruluşları, anket şirketleri, üniversite çevreleri vs.’nin de AKP Türkiye’sini sineye çekmelerinin, sindirmelerinin ve sıklıkla onun açık ya da zımni militanlarına dönüşmelerinin önünü açmıştır.