Koronavirüs : Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Demir SÖNMEZ
Dünyamız, Çin'de başlayan ve dünyaya yayılan koronavirüs ile aylardır karantinalı günler yaşıyor.
Hiçbir komplo teorisiyle Koronavirüsünü açıklamak durumunda değilim. Bildiğim tek şey ise bugünleri yasayacağımızı biliyordum. Daha kötüsü ise bu yaşam biçimine artık herkes kabul etmeli, gelecek günlerin daha da beter olacağını bilmek içinde kâhin olmaya da gerek yok.
Neden mi? Hepimiz bunun yanıtını biliyoruz, biliyorduk ama ses çıkarmadık veya ses çıkarmaya cesaret edemedik kişisel kaygılarımızdan dolayı, ekonomik, sosyal ve siyasal konumumuzu muhafaza etmek için üç maymunları oynadık. Çok küçük bir grubun haykırışlarına kulaklarımızı kapadık. Onlara yönelik tüm saldirlara ve hatta ortadan fiziki olarak yok edilmelerine seyirci olduk.
Dünyamızın DNA’ sı ile oynanırken bilim kurgu filmlerini izler gibi izledik. Aslında bize izletilen bilim kurgu filmleri bugünleri müjdeliyordu, maalesef anlamadık ama şimdi o sahneleri yaşıyoruz.
Silahlar üretildi çeşit çeşit, insanlar birbirlerini öldürsünler diye. Ülkeleri ve şehirleri haritadan sildiler, yüz milyonlarca insan mülteci yaşama mahkûm edildi.
Kimyasal bombalar üretildi insanları, canlıları ve doğayı birkaç saniyede yok eden. Günümüzde ise daha da geliştirilen biyolojik silahlar (virüsler). Koronavirüsü bir biyolojik silah mı değil mi kesin olarak bilemiyorum ama bulgular bunun bir biyolojik silah gibi kullanılabileceğini işaret ediyor.
Bitkilerin ve hayvanların genetik özelliklerini değiştirerek, doğal gıdaların yerini GDO'lara dayanan endüstriyel gıdalar aldı. Yeryüzünde doğal ürünler bulmak neredeyse imkansız hale geldi. Sebze, meyve, hayvan yemi, deniz ürünleri, baklagiller ve doğada bulunan tüm bitkilerin genetiği manipüle edilmiştir.
Nükleer santral, nükleer enerji, nükleer silahlar, nükleer patlamalar, nükleer artıklarla dünyamız nükleer bir çöplük oldu. Bu nükleer çöplükte sağlıklı yaşamak mümkün mü?
Yer kürenin akciğerleri olan ormanlar birkaç günde kül olurken milyonlarca hayvan ve bitki çeşidi alevlerle yok oldu.
Okyanuslar, denizler, akarsular ve göller her türlü artıkların depoları olurken buralarda yaşayan bütün canlı ve bitki türleri yok olma tehlikesiyle yüz yüze.
Dünya Ekonomik Forumuna göre, dünyanın en zengin 26 milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip olduğu bildirildi.
BM verilerine göre, yeryüzünde her 5 -10 saniyede bir çocuk açlıktan ölüyor.
UNICEF raporuna göre, 2016 yılında beş yaşın altındaki 15.000 çocuk her gün hayatını kaybetti. Bu ölümlerin çoğuna tedavi edilebilir hastalıklar neden olmuştur.
Şimdi biraz düşünelim, günde ortalama 15 bin çocuk yaşamını yitirirken biz ne yapıyorduk? Veya her 5 ila 10 saniyede bir çocuk açlıktan ölürken biz ne yapıyorduk veya ne gibi önlemler alıyorduk çocuk ölümlerini durdurmak için? Yani Koronavirüsü için herkes ama herkes harekete geçerken önlem paketleri açıklanırken, ekonomik, sosyal, araştırma laboratuvarları 24 saat virüsün panzehrini bulmak için uğraşırken, ülkeler karantinaya alırken...
Afrika’da çocukların açlıktan ve salgın hastalıklardan, savaş bölgelerinde bombalardan ve mayınlardan ölmemeleri için biz ne yapıyorduk biliyor musunuz? Biliyoruz tabi! Seyrettik, sustuk…
Koronavirüsü kapımızı çaldı, kâr daha fazla kâr sistemi yani zenginliklerine daha fazla zenginlik katmak için her türlü yöntemi mubah kabul eden anlayış, hedefinde insanlığın çıkarlarını değil kişisel zenginliğini ve hakimiyeti kurmak üzere hedeflenmiş bir anlayış ve sistem Koronavirüsü önünde diz çöktü, aslında kendi yarattığı canavarın önünde diz çöktü.
Birçok ülkede üretim, ticari ve hizmet aktiviteleri ikinci bir talimata kadar durduruldu. Sistem tam anlamıyla kilitlendi ve felç olma tehdidi altında.
Bu kaos ortamından yine en çok etkilenen, yoksullar, işsizler, isçiler, küçük üreticiler ve esnaf oldu.
Korona krizi zenginler için yine bir fırsat ortamı oldu. Devletler ve iktidarlar bütün ekonomik birikimlerini büyük firmaların kayıplarını karşılamak için kasalarını sonuna kadar açarken toplumun diğer kesimlerine öğütler, talimatlar ve minimum yardımlarda bulunacaklarını açıklamakla yetiniyorlar.
İsviçre’de ve Cenevre’de durum bundan farklı değil. Konsey federal üyelerinin kararları tüm ülkenin kaderini belirliyor. Büyük firmaların, bankaların, sigortaların ve işletmelerin desteklenmesi için acil ekonomik tedbirler alırken toplumun diğer kesimlerinin durumu belirsizliğini koruyor.
Krizin bütün yükü toplumun diğer kesimlerine yüklenirken sıkça toplumsal dayanışmadan bahsediliyor. Ama hiçbir firma, banka veya işletme müşterilerine borçlarını erteleme veya birkaç ay kiralarını talep etmeme, telekomünikasyon firmaları abonelerine birkaç ay ücretsiz servis vereceklerini açıklayarak bu krize karşı dayanışma içinde olduklarını göstermiyorlar.
Bu krizle mücadelede herkes elini taşım altına sokmalı ve sorumluluk almalı. Özellikle bu kriz süreci en kısa sürede atlatılmalı, aksi durumda hiçbir küçük işletme 6 ay sonra bu krize karşı dayanamaz ve onbinlerce küçük işletme kapılarına kilit vurmak zorunda kalır ki bu da yüzbinlerce kişinin işsiz kalması demektir. İşte o zaman gerçek anlamda daha büyük ekonomik krizlerle yüzleşmek zorunda kalır ülke. Korona’dan daha da büyük tehlike kapıyı çalıyor.
Toplumsal dayanışmanın merkezinde sağlık merkezleri ve çalışanları bedel ödüyorlar hem de bütün risklere karşı hiçbir kişisel kaygı ve çıkar gözetmeden, onları saygıyla selamlıyorum.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Genel olarak, kaybettiklerimizi kurtarmak mümkün değildir, ancak gezegenimizi bundan sonra korumak ve daha yaşanabilir kılmak bizim sorumluluğumuzdur.
Bunu başarmak çok zor değil. İnsanı ve doğayı koruyacak bir dünya; ona hizmet edecek bir dünya; ona bilimleri sunacak; kâr değil insani değerleri en üst düzeye çıkaran yaşam koşulları yaratmak; insanları, doğayı üretme, paylaşma ve kullanma hakkının hakim olduğu yerlerde; kısacası, kendilerini ifade eden ve özgürce yaşayacak, hizmetlerindeki liderler tarafından yönetilen ve onlara bakarak onları hor görmeyecek insanları içeren bir dünya; eşit iş için eşit ücret; ataerkilliğe sahip olmayan eşitlikçi bir toplum, dünyayı yeni felaketlerden koruyacak. Tersi bir yaşam tarzı, yani statükoyu korumak, yeni felaketleri müjdeleyecektir.