Cüneyt Özdemir sinsiliği
Kemal BOZKURT
Habertürk’ten Didem Arslan Yılmaz, Mehmet Akif Ersoy ve Veysi ateş ile devam eden ‘’HDP’yi yayına çıkartmama’’ açıklamaları nihayet Cüneyt Özdemir ile doruğa ulaştı. Burada ilk üç isim yayına çıkartmam derken ilkelerinden, tercihlerinden bahsederken, özel bir kuruluş olduklarından da dem vuruyorlardı. Özel kuruluşların ilkesi olmaz mı onlar da aynı halka haber vermez mi nerede ve nereye yayın yaparlar ayrı ama ilginç olan onların tam tersi gibi görünmeye çabalayan Cüneyt Özdemir’in de yayına çıkartmak isterim diyerek onlarla aynı dili kurması ve aslında aynı yerde olmasıydı açığa çıkan. Farklı sözler aynı şeye işaret edebilirdi öyle de oldu. Cüneyt Özdemir diğer isimlerden farklı olarak dozu mimik ve jestleriyle de artırarak daha da üstenci, kibirli bir dille beraber kahkahaları ile nefsini de açık etti. Kontrol edemediği nefsi söylediklerinin de belirledi elbette. Nihayet gecenin sonuna doğru Ahmet Şık ile HDP seçmenlerini birbirine düşürmeye çalışarak ‘ben de başaramadım!’ iç sesiyle geceyi tamamladı.
Bu sıralarda 90'ların dili, Parti kapatma politikaları yeniden söylenmeye başlayınca '' 90'larda başka türlü bir gazeteciler var mıydı?' diye akla gelmesi de doğal. Mehmet Ali Birand’ın cezaevinde Kürt vekillerle röportaj yaptığı ve 32. Gün de yayınlandığını hatırlıyorum. Şimdi Meclisteki vekillerle bile konuşamıyorlar…
90'ların iktidar dili o dönem Refah partisini de, mesela örtülü bir kadın temsilciyi televizyonda konuşturmadıysa bugün de aslında aynı davranışın bir tezahürü olarak HDP’ye yapılıyor. Ve yine o dönem yani 90larda bir Kürt temsilci yahut Refah partili bir temsilci çıkarıldığındaysa ‘söyle bakalım şeriatçı mısın?, söyle bakalım PKK’ye ne diyorsun?’ Diye daha ilk sorudan konuğa had bildirilmeye çalışılıp aslında meselenin özünün konuşmak istenmediğini de hatırlıyorum. Milyonlarca insanın oyunu alan, temsilcisi olan insalara yapılan bu iktidar savcısı gazeteciliği o kişilere değil de kendisine yapılmış hisseden milyonlarca insanın seçimlerde nasıl cevap verdiğini de biliyoruz. Milli Görüş’ün içinden doğan AKP hala ülkeyi yönetiyor HDP ise yüzde 13lere gelmiş durumda. Dün konuşturulmayan bir iktidarın bugün kendisine yapılanın benzerini HDP’ye yaptırması ise 90lar durumunu değiştirmiyor aksine pekiştiriyor. Son anketler HDP oylarının yükseldiği gibi ne Millet ne de Cumhur ittifakının bir başına iktidar olacak çoğunluğa sahip olamayacağını, HDP kimi isterse onun iktidar olacağını da söylüyor. Zaman nihayet ileriye akıyor ve o gün geldiğinde bakalım nasıl haber verecekler, nasıl eskisi gibi ‘lütfen bize konuk olun!’ diyecekler.
Saruhan Oluç’un, Cüneyt Özdemir’in tivitine ‘’bugün toplantı ve yoğunluklar var, yarın olmaz mı’’ dediğimi neden söylemiyorsunuz cevabı Cüneyt Özdemir tarafından görmezden gelindi, ki böylece esas derdi iyice açığa çıkmış oldu. Garo Paylan’ın da toplantıdaydım ve bir saat sonra aradığımda geçti artık denildiğini anlattığı tivit de aynı şekide görmezden gelindi. Gazetecinin işi görmek, duymak ve duyurmakken esas muradınızın ne olduğuna göre duymayıp görmeyebilirsiniz elbette. Cüneyt Özdemir gibiler kimi ne zaman görmesi, duyması gerektiğin iyi bilirler. Ki İlk üç isimin şimdi ilke vs derken, tam aksi yöndeki tivitleri, konuşmaları sosyal medyada dolanmaya başladı bile. Demek ilke dedikleri şey duruma göre değişiyordu onlar için. İyi ama ilkeler yere ve zamana göre değişmediği için ilke değil midir zaten? ‘Neden bu kişiye cevap verdiniz?’ diye HDP vekillerine içerleyen bir çok insan olsa da, vekillerin verdikleri bilgiler durumun açığa çıkarılmasında önemli oldu.
Bu satırlar yazılırken Garo Paylan’ın cevabı üzerine lafına ve tuzağına boğulan Cüneyt Özdemir, Nedim Şener’in kendisine salık verdiği gibi yayınını yapmak zorunda kaldı. İstediği olmuş iktidar onu görmüştü işte...
Sinsiliğinin başladığı yerde açığa çıkan bir başka durumsa; Ahmet Şık’a hakaretler eden Cüneyt Özdemir’in derdinin gazetecilik değil başka bir faaliyet olduğu. Ama yine de söz ne ise onun üzerinden konuşacak olursam: ‘HDP’ye ambargo uygulanıyor, bunu kırmak için HDP vekillerini aradım geri dönmediler, ambargo var diye ağlamayın artık’ diyen kişinin sözleri üzerine yazmalıyım. Bir gazeteci olmanıza gerek yok herhangi biri olsanız da HDPli vekillerin Darbeye karşı Demokrasi yürüyüştünde olduğunu pekala bilir ve aradığınızda telefon açılmazsa darp mı ediliyorlar, gözatına mı alınıyorla diye düşünebilirsiniz. Elbette değerleriniz varsa böyle düşünebilirsiniz aksi halde ‘Yaşasın telefonu açmadılar, hemen kamerayı kur konuşmaktan kaçıyorlar yayını yapayım ki iktidarın gazetecilerinin yapamadığını yapmış olarak iktidara da görünür olayım’ dersiniz. Nihayet kimi sosyal medya yayıncıları yayınlarını kimlerin izleyip izlemediğini görebilir ve ona göre de konuşabilir. Anlaşılan o ki iktidar onu pek izlemiyormuş ki bu hamleye ihtiyaç duymuş. Zaten Ahmet Şık da; Saray’a alınmak için bunları yapıldığını söyledi. Neyse, dönelim meseleye, ulaşamadığınız birisi size geri aradığında umarım bir sorun yoktur diye telefonu açar insan doğal olarak. Böyle zorlu bir gündem olmadığında dahi birini arayıp ulaşamadığınızda siz ne dersiniz? Bırakın eylemde olan bir vekil olmayı, olağan günlük hayatınızda size bir telefon geldiğinde hemen açamadığınız olmuyor mu? Siz hep gözünüz telefonda hazır olda mı beklersiniz? İnsani dertler, sıkıntılarınız olmaz mı hiç? Olağan hayatta olan şeyler, HDPli vekillere neden olamıyor? Hem de tüm parti yöneticileri yürüyüşteyken, her yerden engellenme ve zor kullanma haberleri gelirken? Ah olmaz tabii ya! Cüneyt Özdemir de HDPli vekillere korona bulaşmayacağını düşünen akla sahip çünkü. HDPliler ben aradığım anda telefonun açacak arkadaş! O anda açmazlarsa derhal çıkar işte böyle yaparım! İktidara bir selam daha çakarım! Hatta diğerleri beceremedi ben beceririm! de demiş olurum. HDPlilere de; kimse size yer vermiyorken yer vermişim, daha ne, bana dua edeceksiniz! propagandası da yaparım. Meselesi gerçekten konuşmak ise konuşmaz mı insan? Cüneyt Özdemir’in Kenan adlı kişisine geri dönüldüğünü de zaten onlardan değil HDP vekillerinden öğreniyoruz. Burada bilgi saklamak neye girer?
Son dönemde artan baskılarla sürekli bölünmeye ve aralarında gerilim çıkartılmaya çalışılan muhalefetin daha da büyüdüğü, iktidarınsa Deva bir yana Gelecek öbür yana üçe bölündüğünü bilmeyen var mı ki nafile gazetecileri bilmesin.
Kendi kişisel dertlerini bile gözleri dolarak anlatan Cüneyt Özdemir adlı birisi toplumsal dertleri olan vekillerin dertlerini niye kahkahayla ve kibirle anlatır; derdi başka bir şey değilse eğer?
Rollerinin, muhalif gözükerek muhalefeti kendine baktırarak güç lehine manipüle etmek olan kontrollü gazeteciler çok oldu. Artık eskisi kadar adları anılmasa da böyle kişiler hep oldu. İşçi hakları için direnen sendikaların etkisini kırmak için iktidarın lehine sendikacılık yapanlar olur da gazeteciler de olmaz mı? (Elbette iktidar lehine sendikacılık yapanların işçilerden, haklarından bahsetmek ve onları ikna etmek zorundadır değil mi?)
HDP’yi yayına çıkartmayanları da eleştiriyormuş gibi yaparak aslında onlara bir pas attı Cüneyt Özdemir. Ki pası da tivitini altına yazan Nedim Şener, ‘’Sevgili Cüneyt; PKK’yı sor, konuşma o dakka biter’’ diyerek 90lar aklını hatırlattı ona.
90'larla kapatalım yine yazıyı. O dönem iktidarların istemediğini yayına çıkarmak da çıkartmamak da aynı politikanın farklı gözüken sonucuysa muratları meselelerin konuşulmasını engellemekti. Konuşturulmayanlar ama mücadele edenler haliyle var olmak için konuşma ustası oldular zamanla. Muhalefet dili geliştirirken iktidar şişirilmiş özgüveniyle; ağzına geldiği gibi, düşünmeden konuşarak dilini de politikalarını da sığlaştırdı. 9olarda AKP’de hatip çokken şimdilerde neredeyse hiç olmaması, HDP’de ise hatiplerin sürekli çoğalması durumu tam olarak budur. 90'larda ‘’tevede had bildirecek en yetenekli iktidar gazetecisi kim?’ yarışması vardı. Kendine güvenenler yayına çıkartır güvenmeyenler yayına çıkartmazdı. Ama çoğunlukla mesele nedir, ‘Neden insanlar Milli Görüş’e yöneliyor, neden İnsanlar Kürtlerin öncülük ettiği demokratik, eşitlik, özgürlük siyasetine yüzüne dönüyor?’ sorusunun cevaplarını aramadıkları için asla bulamadılar. Bugün o dönemden birkaç iktidar partisi de artık konuşulmayanlar, tabelasının önünden geçip gidilenler arasında yerini aldı. 90'lardan bu yana 30 yıl geçti. Birkaç gün önce yeni bir anket yayınlandı, 30 yaş altı gençlerin yüzde 59.7’si yurt dışına gitmek, orada yaşmak istiyormuş. Yüzde 7 si de karasızmış. Sorunların konuşulamadığı insanların dertlerini ifade edemediği bir Türkiye’de sonuç bu. Sorunların konuşulmadığı bir Türkiye’yi biliyoruz, eşit ve demokratik olarak konuşacak Türkiye’yi ise bilmiyoruz. Bu yaşadığımızdan daha kötü olacağını da zannetmiyorum. Yüzde 60’nın gitmek istediği bir ülkede bu atmosferi kim yarattı? Meseleyi anlamak ve çözmek isteyenler, ilk soru olarak ‘hain misin söyle bakalım?’ diye mi yoksa yoksa ‘’nedir mesele?’ diye rahatça ifade etmesini mi sağlar. Konuşulamadığında gençlerin gitmek istediğini biliyorsa iktidar gazetecileri, konuşturmayarak ülkeye ne yapılmak isteniyor olur? Bu durumunuzu örtmek istediğiniz kadar ‘’Batı bizi kıskanıyor’’ haberleri yapın ne fayda. Ki Gitmek isteyenlerin büyük çoğunluğunun iktidar partilerine oy veren ailelerinin çocuklarının olduğu da bir ay önceki ankette açıklanmıştı. İnsan ilk önce konuşarak kendini var eder. Var olmadığınız, yok sayıldığınız bir yerde ya kalır mücadele edersiniz ya da var olabileceğiniz yerlere gitmek istersiniz. İşte konuşmayı isteyenler nasıl bir ülkede var olabiliriz sorusunun cevabını arayanlardır…