Değişim değerinden, değerlerin değişimine

Değişim değerinden, değerlerin değişimine
Değişim değeri tüketmeye ve satmaya odaklıyken, kullanım değerinin üretmeye ve değerli olanı korumaya odaklı oluşu, içine düştüğümüz insanlık bunalımının anahtarı gibi durmaktadır.

Hasan VURAL


Kapitalizme yöneltilen eleştirilerin tarihi onun doğduğu zamana kadar gider. Hem de her meşrepten, her açıdan kütüphaneleri dolduracak kadar çoktur bu eleştiriler. Günümüzde öne çıkanları ise sosyal adaletsizlik, iklimsel ve çevresel felaketlere yol açmak gibi başlıklar altında toplamak mümkün.

Yine de ne kadar çeşitlendirilebilir ve ne kadar ayrıntılandırılabilir ise de marksizm karşıtlarına inat aslında tüm bu eleştirilerin çıkış kaynağı ekonomiktir. Tabii bunu söylerken Marksizm açısından ekonominin asla yalnızca parasal, ticari ve üretimsel alanla sınırlı görülmediğinin, ekonominin özünde bir toplumsal ilişki biçimi olduğunun çeşitli vesilelerle dile getirildiğini hatırlamakta fayda var.

Öte yandan kapitalist sistemin en sağdan en sola kadar bütün muhalifleri bu eleştirileri yöneltirken orta sahayı liberallerin tuttuğu sistem savunucuları da hiçbir zaman boş durmamış, çeşitli argümanlarla bu saldırıları boşa düşürmek için ellerinden geleni yapmış ve yapmaktadırlar. En sıkıştıkları yerde ise klasik yöntem olan topu taca atmaktan; sorunun bencil ve tembel insan doğasından ve cehaletten kaynaklandığını bir kez daha vaazetmekten çekinmezler ve her nedense "Eğitim şart" mottosu çoğu zaman işe yarar.

Sorunun özünde ekonomik olduğu genellemesini açarsak; değişim değerinin kullanım değerine karşı başatlığının ulaştığı boyut çağımızın tüm rahatsızlıklarının kaynağıdır. Kullanım değeri bir ürünün (toplumsal üretim ilişkilerinin kristalize olmuş şekli) kullanılmasıyla açığa çıkan değerdir. Bir somun ekmeği yiyerek açlığınızı giderdiğinizde onun kullanım değerini açığa çıkarmış olursunuz. Oysa küflenip çöpe atılan bir trüf mantarının kilosuna değişim değerinin (piyasa fiyatının) karşılığı olarak binlerce dolar ödemiş de olsanız kullanım değeri açığa çıkamadan heba olur. Aynı şekilde bir çekiçle binlerce çivi çakmış da olsanız, evinizde hiçbir işe yaramadan paslanmış da olsa bu onun yalnızca kullanım değerini etkiler, değişim değeri ise ona kaç para verdiyseniz odur ve bir ürünün değeri, üretilmesi için gerekli ortalama emek zamanı tarafından belirlenir. Kullanım değeri; somut, eylemsel, farklı niteliklerin (bir ürünün farklı amaçlara hizmet edecek şekilde kullanılması her zaman mümkündür) ortaya çıkarılmasına gebe iken değişim değeri; soyut, niceliksel ve yalnız kar mekanizmasına hizmet etmekle sınırlıdır.

 Daha önce de belirttiğimiz gibi kritik önemdeki konu iki değer arasındaki başatlık ilişkisidir. Eğer bir toplumda başat olan değişim değeriyse çekinmeden söyleyebileceğimiz o toplumun kapitalist bir toplum olduğudur. Yok eğer başat olan kullanım değeriyse o zaman iki seçenek mevcuttur; ya kapitalizm öncesi bir toplumsal sistemden bahsediyoruzdur ya da kapitalist sitemin aşıldığı yeni bir toplumsal sistemden.

Ama sosyalist toplumun bir ütopya olduğu, kapitalist toplumun tarihin sonu olduğu itirazlarını duyar gibiyiz. Bu konuda "Değişmeyen tek şeyin değişimdir" demek yeterli olsa da Fransız devrimi hakkında fikri sorulan Çinli düşünürün "Bu konuda konuşmak için çok erken" şeklindeki hatırlatması da erken yorumlara karşı cuk oturan bir karşılıktır hani.

Değişim değerinin başatlığının giderek arttığı, piyasacılığın durdurulamaz yükselişine tanık olduğumuz son 30-40 yıllık zaman dilimine biraz dikkatli bir bakış bu dönemin önceki zamanlara göre bariz farklar barındırdığını algılamaya yeter. Kullanım değerinin gerilemesine bağlı olarak ortaya çıkan kullan-at kültürü, eldekini idareli kullanma alışkanlıklarının terk edilmesine yol açmış, tamir-tadil ve yedek parça üretimine ait sektörlerin minimize olmasına neden olmuştur. Ekran fiyatlarının astronomik oluşu nedeniyle sadece kırılan ekranı yüzünden cep telefonunu değiştirmek zorunda bırakılmamız bunun en bilindik örneklerindendir. Ve yine ekonomik ömürleri dolmamış olsa bile birçok ürünün kısa periyotlarla bir üst versiyonuyla değiştirilmesi eğilimi reklamlar, çevresel baskı gibi etkenlerle standart davranış haline gelmiştir. Kendinizi iki üç yılda bir arabanızı, televizyonunuzu, mobilyalarınızı, beyaz eşyalarınızı değiştirme dürtüsüyle savaşır halde bulmanız bireysel bir sorun olmaktan çok işte hep şu meşum değişim değerine bağlı  "değiştir-değiştir" sloganının toplumsal yansımalarındandır.

Piyasaya sürülen ürünlerin, karın maksimize edilmesi amacına bağlı olarak daha çok üretilip daha çok tüketilmesi, bu ürünlerin esas üretilme amacının; işlevselliklerinin geri plana düşmesine, sahipliklerinin (mülkiyetlerinin) öne çıkmasına yol açmaktadır. Bu ise hammadde, emek, enerji ve zaman israfına yol açmaktadır. Örneğin on binlerce lira verip aldığınız bir arabaya günde 24 saat sahip olsanız da onu kullanabileceğiniz ortalama süre günlük 4-5 saati geçmez.

Buna bir çözüm olarak, toplu ulaşımın bir eziyet olmaktan çıkarılıp geçerli bir alternatif haline getirilmesi, yani kullanım değerinin (işlevselliğin) öne çıkarılması ise büyük yatırımları gereksindiği ve araç satışlarını oldukça düşüreceği için piyasacı yaklaşım tarafından benimsenmez. Sonuç; trafik sıkışıklığı, park sorunu, hava kirliliği, gürültü, stres ve (tüm bunlara rağmen) yeni modelin sahibi olma ayrıcalığının sizde yarattığı geçici bir hoşluk hissidir.

Öncesinde de değindiğimiz gibi Marksizm açısından hiçbir olgu bağlantısız bir anlam taşımadığı için değişim değerinin başatlığı da yalnızca ekonomik bir olgu olarak değerlendirilemez. Tayfun Atay’ın bir yazısında* vurguladığı "hızlanma" etkisi daha vahim bir soruna işaret etmektedir. Adeta günümüzün sloganı haline gelen "Hız" olgusu bir yerden bir yere çabucak ulaşmak olan temel anlamını çoktan aşmış, erişim hızı, indirme hızı gibi kavramlarla yaşantımızın her anını işgal eder hale gelmiştir.

 "Hızın hızla artışı" ise değişim değerinin en büyük tahribatı en beklenmedik yerde gerçekleştirmesine neden olmaktadır; duygularımızda!

Yetişkin gençlerin birbirlerinin ellerini tutabilmelerinin bile aylar hatta yıllar aldığı romantik zamanlardan, ortaokul çağındaki çocuklarda bile günü birlik yaşanan aşklara ne zaman geçildiği biz eski kuşaklar için tam bir muammadır.

Değiştirmek, hızın hem nedeni hem sonucudur. Aşırı hızlı tüketim kültürünün duyguları da inanılmaz bir hızla tüketmekte olduğu günümüzde, sosyalizmi duygusuzluğun soğuk iklimi ve de ekonomik-hayvanların dünyası olarak göstermekten büyük bir keyif alan kapitalizmin bize tek sunabildiğinin "yalnızlık duygusu" olması ise ne yaman bir ironidir.

Evlilik terapileri, Amerikan filmlerinde, mutlu klasik aile yapısına yapılan güzellemelerle soruna çözüm üretme çabaları ise bu baş döndürücü hız çağında doğrusu pek bir yaya kalmaktadır.

Sevginin emek ve üretimle ilişkisi, insan ruhunu beseleyen ve yüceltenin, almaktan çok vermek olduğu gerçeği günümüzde tarihe mal olmuş değerler gibidir. Değişim değeri, tüketmeye,  satmaya, ölçüsüzce değiştirmeye odaklıyken, kullanım değerinin, üretmeye ve  değerli olanı korumaya odaklı oluşu içine düştüğümüz insanlık bunalımının anahtarı gibi durmaktadır.

 Sözün özü, Fatih Akın’ın "Duvara Karşı’ filminde satır arasında verdiği mesaj bize umudun tazeleneceği bir bakış sunmaktadır: "En değerli şeyler bedava (karşılıksız) olanlardır."


Tayfun Atay* "Hız Zehri"

 

Öne Çıkanlar