Demokrasi gelecek mi, gidecek mi?
Hasan HARMANCI*
Neoliberal bir aygıtın ahlakına ve insafına terk ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Bu öyle bir yapı ki her krizi fırsata dönüştürdüler, toplumsal düzenleri kendilerine bağladılar. Bizler ise meydana gelen tüm gelişmeleri yaşamın hızlanması, kolaylaşması ve küresel sınırsızlığın yaratacağı bir demokrasi olarak algıladık, okuduk ve düşündük. Bu teknolojik birikim arttıkça onların politikalarını uygulayan, onların sözcüsü durumunda olan yerel partilere ve politikalarına hizmet edenlere oy veren olduk. Üniversiteler onların teknolojik ve bilimsel alt yapılarını kullanan, arada şekillenen insanlar haline geldiler, buralarda ürün hatlarını destekleyen insanlar yetiştikçe biz onu yetiştiren gençlerimizle övünür olduk. Bu durum yerel ve evrensel dünyanın tümü için geçerli bir durumdur.
Aynı kapta yetişmiş, idealleri küresel ekonomi ve yönetim aygıtına hizmet etmek olan partiler üzerinden kendimizi geleceksiz bıraktık. Farkındaysanız tüm ülkeler onların yeni teknolojilerini, insan politikalarını ve insanı daha da robotlaştıracak ürün ağlarına teslim olmak için mücadele ediyor. Pandemik bir süreçte insanlar olarak ne hale geldiğimizi birlikte yaşadık. Sizce satın aldığımız bu teknolojileri sadece sosyal amaçlarımız için mi kullandık. Herkes bu teknolojik yaşamdan üretim ve tüketim araçları olarak istediği kadar mı yararlandı.
İnsanlığı ve özellikle genç insanlığı bir dijital, sanal kuşatmaya sürükledik. Kendimizi düşünürken çocuklarımızı onların oyun alanına, ağına köleler olarak sürdük. Asur ticari kolonilerinin esir ve köle sözleşmelerine, yasalarına çocuklarımız için imza attık.
Küresel bir demokratikleşme artık pek mümkün görünmüyor. Tarihin sonu diye öne çıkan düşünce şimdi de toplumsalın sonu olarak gündeme geldi. İnansız bir yaşam alanı.
Farkındaysanız gerçek işsizlik asıl şimdi görünür oldu ve gençler açısından daha yüksek. Bu işsizliğin temel nedeni gelişen yeni dünyanın uygulamalarıdır. Bu uygulamaların siyasetiyse bizleri dizayn ediyor. İnsanın gelişen pazarlardaki değeri değişti. Güçsüzlerin, parası olmayanın hiçbir kamusal ve sosyal değeri yok. Gençler bu güçsüzlerin en umutsuzu durumunda. Birçok üretim ve tüketim alanı hızla el değiştirdi. Toplumsal bir soyutlanmada buna eşlik ediyor. Demokrasiye yönelik kemer sıkma politikaları sadece bizim gibi ülkeler için geçerli olmuyor. Türkiye gibi ekonomisi bağımlı ülkeler yok Neoliberal politikaların keskin uygulandığı deneme alanı.
Asıl büyük savaş ise genç nesil üzerinden yürütülüyor. Pazarlar, tüketim aygıtları, toplumsallaşma boyutları ya da bireyselleşme kumpaslarında süreç onlar için işletiliyor.
Okullu eğitimin kalitesinin düşürülmesi ya da tümüyle ücrete tabi tutulması, sağlık sektörünün kamusal harcamadan çıkarılıp ekonomik bir alan olarak görülmesi insanın değerli görülmemesiyle ilişkilidir. Şimdilik yirmi kadar ülkeyi ayırın gerisinde ne sağlık ne de eğitim toplumun tümü için önemsenmiyor. Yaratılan seçkincilik ahlak, erdem ve insanın insanlığı üzerinden işlemiyor. Tümüyle araçlaşmış ve gittikçe ortadan kaldırılan bir kamusal yaşamla karşı karşıyayız.
Özelleştirme oyunuyla değerli madenlerin, suyun, doğanın, kamusal hizmetlerin tümüyle küresel şirketlere terk edilmesi Neoliberal demokrasinin aldatmasıyla oy verdiğimiz onlar gibi düşünen partiler eliyle gerçekleşti. Karşı çıkan ülkelerin sistemlerinin değiştirilmesi için küresel aygıtlar ya da uluslararası mahkemeler üzerinden toprakları terk edilmeye zorlandı. Kendi kendini yöneten demokratik bir ülke bu güçlere göre söz konusu edilemez. Dünyanın her yerinde vergiden muaf olmak ya da hibelerle ödüllendirilmeleri ya da ülkeleri sarsacak ihalelere zorlanmaları artık kural haline geldi. Geleceği belirleyecek kamusal yatırımlara izin verilmeyen ve tümüyle gelecekteki kar marjları belirlenerek yap-işlet modellerine ülkelerin tabi tutulması çok uluslu şirketlerin hakimiyetini göstermektedir.
Dönemin Neoliberal ruhu insani bakış açısıyla hareket edilmesine, erdemli, ahlaklı davranış sergilemesine izin vermiyor. Pazar belirlemenin elimizde olmadığı, toplumların iç dinamiklerinin özgür hareket edemediği bir süreçle karşı karşıyayız. Tüm ülkeler çok uluslu şirketlerin yönetim diline, kurallarına teslim edilmiş durumda. Ülkelerin izleyeceği askeri ve siyasi politikalar tümüyle bu şirketlerin ihtiyaçlarına göre düzenleniyor. Neoliberal politikaların en iyi siyasal araçlarıysa sağ muhafazakâr parti ve düşünceler. Ekonomik durgunluk ya da tıkanmaları kolayca kontrol eden küresel sermayenin toplumlara merhametli, ahlaklı davranılmasını beklemek ahmaklıktır.
Dünyanın her yerinde önce demokrasiye, kamusal yaşama ve vatandaş olma bilincine vurulan bu darbelerle yaratılan soğuk savaş ortamı geleceğimizi elimizden alma çabasıdır. Birçok coğrafyada toplumsal düzenlerin refah ve adaletli olmasını engellemek için yaratılan etnik, dinsel ya da bireyselleşmenin ayrımcı dilini örgütlemeye devam ediyorlar.
Devlet dediğimiz modellerin tümüyle altlarının oyulması, kamusal alanların ve yaşamın yok edilmesi, geleceğimiz dediğimiz tohumlarımız, çocuklarımız, gençlerimiz küresel oyuncuların ihtiyacı ölçüsünde yaşam sürmelerine göz mü yumacağız? İktidardaki partilerin, politikacıların siyaset anlayışı ile küresel ağlardaki rolleri yeterince açık değil mi? Her şeyin özelleştirilmesinin bu kadar desteklenmesinin altındaki neden ilk başta ekonomik bir değişim olarak okunuyordu. Görüldüğü gibi toplumların kamusal alandan uzaklaştırılıp küresel şirketlerin ihtiyaçlarına göre yaşamaları asıl amaçtır. İnsanlık yoksullaşırken, sonsuz büyüyen ve devletleri kolayca yutan, ülkeleri ekonomik darboğaza sürükleyen güç kim? Biz özelleştirmeyi özgürlük ve refah topluma geçiş sayarken, bireysel tüketimi güç sayarken nasıl oldu da hep kazanan görünmez sermaye ağları oldu. Küresel yeni bu çarpık ekonomik ve dayatılan insansız toplumda ulusal politikaların yönetilme biçimin gittikçe daha da önem kazanıyor.
Dünyanın tümünü üretici olmaktan çıkarıp, bir avuç küresel şirketin neredeyse tüm dünyanın üretimini ele geçirmesine sessiz kalmak, onların pazar ve para hırsına, gelecekte karşımıza çıkacak sürekli bir kriz haline sessiz mi kalacağız?
Demokratik değerleri, erdemli olmayı ve çıkarsız üretmeyi çocuklarımız bilmeyecek. Yani sevgiyi, dürüst olmayı, empati yapmayı, doğal olanı, doğada yaşamı ve paylaşımı tanımayacaklar. Demokrasiyi bir metalar yığını ve onlara erişim, onları tüketim olarak görecekler.
Teknolojik ve sanal bu dünyada tümüyle küresel ideolojik aygıtların kuşatması altındayız. Dünya onların hapishanesi, kar hırslarının, rekabetlerinin, sömürüsüne hizmet ediyor. Bu küresel aygıtların demokratik bir toplum yaratma ve ona hizmet etme süreci daha epey bir mücadele gerektirecek.
İnsanı, yaşamı koruyan kamusallık örgütlenme bilincinin, paylaşma ve değerli olmanın da kaynağıydı. Şimdi bu kurumlar kaybolurken, insanın insana güvensizliği de yükselecek. Açlık ve sefalet insanın üretim aygıtlarına en çok sahil olduğu bir çağda elinden alınmış olacak.
Adam Smith’in "bırakınız yapsınlar…" biçiminde formüle ettiği düşünce açgözlülük ve yozlaşmanın temel düsturuna dönüştü. Bilgiyi dahi ürün olarak gören bu çağ insanlığa yakışmadı. Denetimsiz ve sınırsız servet ne yazık ki insanın ve doğanın ekolojisine sorumsuzca tüketmeye ve mahvetmeye devam ediyor. Onlar için demokrasi alınıp satılabilir bir üründen, metadan başka bir şey değildir. Bu nedenle ülkeler onlar için iyi ya da kötü müşteridir. Demokrasisi ele geçirilememiş güçlü iktidara ve güçlü muhalefeti olan toplumlar listelerinin kötüleridir. Demokratik toplumlar gelecekleri için risktir.
Sınırsız kapitalin gücü küresel şirketlerin dünyayı hapishaneye çevirmesine neden olmaktan öte bir faydası yok. Her patlayan silah onların bizi esir almasıyla sonuçlanıyor. İnsanlık için ortada bir mücadele, demokrasinin gelişmesi için ortada bir yol yok. Bizim yeniden paylaşım kültürüne, kamusal yaşama ve kamusal yarara dönüşü gerçekleştirecek yol ayrımı için mücadeleye, ideallere dönmekten başka çıkışımız yok.
* Sosyal Antropolog