Denizler için...
Tacim ÇİÇEK
Çin’den kanat çırpan bir kelebek(korona) gezegenimizde bir kasırgaya dönüştüğü şu zorlu zamanda Denizler’i anmak başka bir duygu. Çünkü dünya devrimci hareketi için CHE ne ise, Türkiye devrim hareketi için Deniz de odur. Arkadaşları da öyle… O bir simge.
Türkiye devrimci gençliğinin dolayısıyla da Denizlerin içine doğduğu ortamı şöyle bir dillendireceğim onu ve onları anlatmadan önce. Bir kere ideoloji hayata egemen olmak isteyen düşünceler bütünüdür. Bu yüzden de birbirinden kopuk bütünlükler ya da özerk bütünlükler değildir asla. Kurulu düzenin ideolojisine uymak bir baş eğmedir. Egemen ideoloji geleceğe açılan bütün yolları kapamak zorundadır. Bunu yaparken en çok başvurduğu yöntem zordur. Yani şiddettir. Egemen ideolojiler varlıklarını şiddetle sürdürmeye eğilimlidir. Tek çıkar yol budur. Bu yüzden, Türkiye devrimci gençliğinin polisle çatışması 1958 ve 1959 yıllarında Cağaloğlu'nda başlıyor. 28 Nisan 1960 İstanbul Beyazıt Meydanı ve Cebeci çatışmalarıyla sürüyor. Beyazıt Meydanı'nda Malatyalı Turan Emeksiz öldürülüyor. (Deniz Gezmiş, 11-12 yaşında)
15 Temmuz 1968'de Vedat Demircioğlu, yurt penceresinden atılıyor. Yaralanıyor. Bir süre sonra ölüyor ve protesto ediliyor bu olay. Protesto eden öğrenciler polisle çatışıyor. (1947 yılın da Erzurum'da doğan Deniz Gezmiş 20-21 yaşında. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne giriyor. Siyasal eğiliminden dolayı Türkiye İşçi Partisine katılıyor. Ama parti içinde Milli Demokratik Devrim hareketi etkisinde Devrimci Öğrenciler Birliği'ni kuruyor. Örgütün başkanı seçiliyor.) 16 Şubat 1969'da Emperyalizme Karşı İşçi Yürüyüşü düzenleniyor. Taksim'de kalabalığa saldırılıyor. Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan öldürülüyor. (Deniz Gezmiş 22 yaşında. Gençlik hareketleri içinde yer alıyor.) 9-11 Haziran 1969'da Ankara ve İstanbul'da öğrencilerle polisler çatışıyor. (Bu olaydan sonra Deniz ve bir grup arkadaşı Filistin'e gerilla eğitimi için gidiyor.) 23 Eylül 1969'da Filistin'den dönüyorlar. Deniz yakalanıyor. Taylan Özgür öldürülüyor. (Deniz Gezmiş, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun ‘DevGenç' örgütüne dönüştürülmesi girişimine katılıyor.) 8 Aralık 1969'da Mehmet Büyük sevinç sağcıların saldırısına uğruyor ve öldürülüyor.
15-16 Haziran 1970'te 'Yeni sendikalar yasası' protesto ediliyor. İki işçi öldürülüyor. Sıkıyönetim ilan ediliyor. (Deniz Gezmiş 23 yaşındadır. Aktif bir eylemcidir...) 23 Aralık 1970'te İlker Mansuroğlu sağcı öğrencilerce öldürülür. (Bunun üzerine Deniz ve arkadaşları ABD elçiliği önünde nöbet tutan polisleri tararlar. İki polis yaralanır. Dört ABD'li askerin kaçırılması eylemine karışır.) 11 Ocak 1971 İş Bankası Emek Şubesini siyasi amaçları için soyarlar. (Deniz bu eylemde de vardır.) 5 Mart 1971'de ODTÜ'de çatışma çıkar. Erdal Şener adlı öğrenci, Mevlüt Meriç adlı jandarma eri ve Aziz Yolkaya adlı işçi öldürülür. 16 Mart 1971'de Deniz Gezmiş ve arkadaşı Yusuf Aslan Şarkışla'da yakalanıyor. 17 Mayıs 1971’de Elrom öldürülüyor. 31 Mayıs 1971'de Nurhak'ta Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan çatışma da öldürülüyor. 1 Haziran 1971'de Hüseyin Cevahir öldürülüyor. 19 Şubat 1972'de de Ulaş Bardakçı...
30 Mart 1972'de Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere'de katlediliyor. Ertuğrul Kürkçü sağ yakalanıyor. 6 Mayıs 1972'de Anayasa'yı ihlal ettiği gerekçesi ile yargılanan Deniz Gezmiş, arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile idam ediliyor. (Deniz 25 yaşındadır, Yusuf 24, Hüseyin 23.)
Onlar, öleceklerini ta başından beri biliyordu.
Silahların, tuzak ve panzerlerin mevzilendiği yollardan;
inançsız yaşamak ölümden acı/insanın öküzden kalmaz ki farkı
tersine çevirmek için bu çarkı/inancım uğruna ölmek isterim
(H. Karadeniz)
diyerek yürüdüler. Kesin olanın yaşamak olduğunu, ama gerektiğinde ölebilmeyi göze almanın da bir çeşit kavga ve yüreklilik olduğunu en güzel onlar gösterdi. Kim ne derse desin. Kim ne yazarsa yazsın. Kim nasıl görüntülerse görüntülesin. Katılmasınlar bizimle kavgaya/Arkalarından ağlayanların gözyaşlarını/Ağır zincirler gibi boyunlarında taşıyanlar/Ve çıkmasınlar bizimle yola/Yüreğinin incecik zarında yaşayanlar dizelerini şiar edinen bu insanlar, düşünceleri, inandıkları gelecek için ölümü göze aldılar. Yani çok ciddi insanlardı. Düşünceleri eksik, hatta yanlış bulunabilir. Ama inanılan bir düşünce için her şeyini ortaya koyabilmek, asla basite alınamaz. İnsan, yaşamı güzelleştirmek ve dünyayı dönüştürmek için hayatından daha fazla neyi ortaya koyabilir ki? Kırlangıç düşünceli, yürekli olanlar bunu anlayamazlar asla. Çünkü serçe düşünceli ve yürekli olmak bilinç, kararlılık işidir. Sorumluluktur. Teslim olmamak ve uzlaşmamaktır. Nasıl olursa olsun yaşamayı seçen, düşünen sözde devrim cambazlarına, kalemşorlarına, demagoglarına bunu anlatmaya çalışmak gerekmiyor.
Bir akvaryum balığı, okyanusu ve "boğulacaksan büyük suda boğul"un ne demek olduğunu anla(ya)maz. Onlar, Türkiye tarihinde idam edilen ilk devrimcilerdi. İsteselerdi, o günün pişmanlık yasalarından yararlanmak; itirafçı olup canlarını kurtarmak için zamanları vardı. Yani pişman olup uzlaşabilirlerdi. Yapmadılar. Ölümü seçtiler. İnançları için ölebilmek örneğini arkalarından geleceklere gösterdiler. Artık dönemin mahkeme başkanı, savcısı ve bir grup gerici dışında kimse idamlarını savunamıyor günümüzde. O güzel insanlar unutulamıyor. İdam edildikleri gün ölümsüzlüğe doğdular çünkü.
1968 dünya öğrenci hareketleriyle de bir başka güzelleşen Türkiye devrimci gençliğinin ete kemiğe bürünen Devrim Hareketi’nin özgün simgesi Deniz. Eylemleriyle egemenleri hayrete düşüren, geniş halk kitlelerinin ve gençliğin ilgisini çeken; bir anlamda efsaneleşen aykırı bir direnişçiydi o. Uzlaşmacılığa, teslimiyetçiliğe, bağımlılığa ve sömürüye karşı bir isyandır o. Muhalif, mücadeleci ve müdahildir. (bunlar, Migros’un M’leri değil) O ve arkadaşları yeni bir yaşamın, yeni bir geleceğin örneğidir. Geleceğin önünü açmak isteyen güzel insanlar, Denizlerden ve yaptıklarından etkilenmişlerdir. Çünkü onlarınki sıradan bir hareket değil, köktenci bir hareketti. THKO ve Türkiye Devriminin Yolu bunun kanıtıdır.
Onlar, bir yandan bilinçleniyor; kendilerini geliştirmek için okuyor, bir yandan da öğrenci hareketlerinin ön saflarında yer alıyorlardı. Anarşist değillerdi. Kendi devrim anlayışlarını sık sık dillendiriyorlardı. Varlığını halkın acısını katmerleştirmekte arayan zorbalığa, baskıya ve sömürüye karşı devrimci başkaldırı cesaretini bayraklaştırdı onlar. Zafere ulaşmanın şartı mutlak bir inanç ve irade dediler hep. Tam bağımsız demokratik Türkiye özlemiyle gencecik yaşlarında ölüme yürüdüler. Bu toprakların çıkarabileceği en güzel insanlardan biridir Deniz. Arkadaşları da öyle… Asıldıkları gün ölümsüzlüğe doğan, hep yaşayan ve oldukları gibi kalan bu canlar asıl şimdi yok edilmek, boşaltılmak, saptırılmak isteniyor. Asılmalarından yıllar sonra yazılan kitaplar, onları anlattığı iddia edilen belgeseller, sözde filmler(!) devrim kaçkınları, tövbekârlar, uzlaşmacılar, teslimiyetçiler, dönekler, görsel medya söylevcileri, kalemşorları ve reklamcıları olmuş eski devrimci döneklerin işi. Efendilerine yaranmak için çabaları...
Deniz'in içinden boşaltılma ve kirletilme çabası artık çoğu solcu dergilerde bile görülüyor. Oysa Denizler boşaltılamaz. Kirletilemez. Çünkü Denizler kiri, pisliği kabul etmez asla. Denizler kiri ve pisliği iter gözlerinin önüne bunu yapanların.
Onlar, yollarını kendileri çizdi. Direnmeyi ya da baş eğmeyi... Onurlu olmayı ya da onursuzluğu... Özgürlüğü ya da bağımlılığı...
Tarih böyle dönemeçlerde insanları sınıyor, yolunuzu seçin diyerek.
Çünkü hayat dediğimiz şey seçimlerimiz ve tercihlerimizden dolayı başımıza gelen şeyler toplamıdır aslında.
En uzun koşuysa Türkiye' de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin, /En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana/Anam avradım olsun,
Ama aşk olsun/Sana çocuk/AŞK olsun!
(Can Yücel)
Can Baba’nın 'Marenostrum'u, bizim de 'Marenostrum'umuz. Bu yüzden o, kendine ve arkadaşlarına reva görülen hiçbir olumsuzluğu hak etmiyor. Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz. Çünkü o güzel insanları, yalnızca bizim ülkemizin devrimcilerinin, emekçilerinin, aydınlarının ve gelecek güzel günlerin sevdalarının değil, bütün bir dünya emekçilerinin kızıl bayrağıdır artık. Onların yolu bellidir, karşıtlarının da.
Gelecek bizimdir, tarih emek karşıtlarını utandıracaktır. Bu yüzden o güzel insanları, son sözleriyle analım isterim. Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği. Yaşasın işçiler ve köylüler. Kahrolsun emperyalizm! dedi Deniz, sehpada son anda.
Yusuf, idamlarını dört gözle bekleyen zorbaları tepeden süzerek ve yargılayarak: Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm! Hüseyin İnan, kararlılıkla: Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmedim. Halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm! dediler. "Bu bayrak" gecekondu duvarlarında tutuklu değil asla. Taştan taşa seken su gibi yayılıyor dudaklardan dünyaya. İ. Kaypakkaya, Denizler ve Mahirler için yazdığım ‘Onların Kavgası’ şiirimle yâd etmek istiyorum onları; ışık içinde olsunlar.
onların kavgası (*)
yaşamı güzelleştirme sevdası yolunda
ser verip sır vermeyenlere adanmıştır
onurlu bir dünyanın kavgacısıydı onlar
umutla gülen ve güvercin sevda için
karanın bir parçası onlarla yok oldu
onlar gül denizindedir şimdi
anıları ışıklı yoldur sevdaya
ve güneşin neferidirler
dost dost dost
onların kavgasını sürdürmek
şuncağız yürek ister şuncağız yürek
çoğaltmak için direnci sevdayı ve de umudu
güneşe uzanmak için kara çemberi kırmaya
sonra güvercin kanadında daha da ileri varmaya
şuncağız yürek ister şuncağız yürek
onların kavgasını sürdürmek
şuncağız yürek ister
şuncağız yürek
(*) Grup Munzur’un "Babanın Türküsü/Onların Kavgası"
kasetinde "Onların Kavgası" adıyla bestelenmiştir