Donald Trump kaybettiğinde
Oktay Cansın EMİRAL
3 Kasım 2020’de ABD’de yapılacak seçimlerde Başkan Donald Trump’ın rakibi olacak Demokrat Parti Başkan adayının Joe Biden olacağı kesinleşti. Eski Başkan Barack Obama’nın yardımcılığını üslenerek bir dönem ABD yönetiminde aktif siyasetini sürdüren Joe Biden, Demokrat Parti içerisinde kendisi gibi başkanlığa aday olan Bernie Sanders’ın adaylıktan çekilmesi sonucunda aday adayı konumunda bulunan tek flaş isim olarak yeterli desteği kazandı ve adaylığını kesinleştirdi. Kesinleşen adaylığından sonra ABD kamuoyu merakla Joe Biden’ın siyasi programının içeriğinin nelerden oluşacağını merak ediyor. Zira ABD’nin şu sıralar içerisinde bulunduğu siyasi iklim bize bir sosyal devrimin hızla yaklaştığını anlatıyor.
Geçmişte ABD’de Demokrat Parti vaat ettiği statü devrimlerini her seferinde gerçekleştirerek toplumun güvenini kazandı ve demokratik gelişim açısından umut oldu. ABD’de Demokrat Parti, geçmişte hayata geçirdiği siyasi ve sosyal politikalar ile ‘‘anti-demokratik denetim toplumu’’ oluşturduğu eleştirilerine maruz kaldı; fakat içerisinde bulunduğumuz 21. yüzyılda siyasi normlara uygun hareket ederek bu eleştirileri değerlendirmeyi başardı ve gücüne güç kattı. Tekno-ekonominin gelişerek oluşturduğu yeni sosyal koşullarda bilimsel metotları kararlılıkla kullanmayı beceren seçilmiş Başkan’lar Demokrat Parti’nin ideolojisine ve felsefesine yönelen olumsuz bakışı değiştirmeyi başardılar. Bu şartlar altında ABD’de katıldıkları tüm seçimlerde çok sert bir siyasi rakip olarak varlıklarını sürdürmeye başarı ile devam ediyorlar. 3 Kasım 2020’de yapılacak seçimlerde halen görevini yürüten Başkan Trump’ın ise yeniden seçilip seçilemeyeceği uluslar arası kamuoyunun merak ettiği en önemli soru olarak gündemde yer tutuyor. Başkan Trump’ın seçildiği 8 Kasım 2016 tarihindeki ABD’nin sosyo-politik durumu ile koronavirüs salgını sonrası sosyo-politik durum arasındaki farklılığın önümüzde yapılacak seçim sonucuna etki edip etmeyeceği ise yoğun bir tartışma konusu oldu. Bilindiği gibi Başkan Trump’ın seçilmesinde etki gösteren çok önemli tek bir sosyo-politik faktör vardı: Başkan Trump, devasa büyüklükteki bir bütçeye sahip olan ABD’de yolsuzluktan uzak duracak zengin bir devlet başkanına toplumun ihtiyaç duymasından dolayı seçimleri kazanabilmişti. ABD’de toplum, zengin bir devlet başkanının yolsuzluk yapmayacağını düşünüyordu ve bu inanç Başkan Trump’ın kazanmasında en etkili faktör oldu. Koronavirüs salgını sonrasında dünya genelinde tüm ülkelerin ekonomilerinde gerçekleşen daralmalar ister istemez ABD ekonomisinde de hatırı sayılır ölçüde daralma yaratacak olduğundan dolayı gelecek dönemde ABD bütçesi endişe verici büyüklükte olmayacak. Koronavirüs salgınına karşı uygulanan sağlık, güvenlik ve sosyal adalet harcamaları kaçınılmaz olarak arttığından dolayı endişe verici bütçe faktörü etkisini yitirmiş oluyor. Bu şartlar altında Başkan Trump’ın tekrar seçilmesine yarayacak en önemli sosyo-politik faktör olan gittikçe büyüyen bütçe olgusu etkisini kaybetmiş oluyor. Kısaca söylemek gerekirse ABD ekonomisinde gerçekleşen en ufak bir daralma cumhuriyetçilerin kazanma şansında düşüş olarak sonuç göstermektedir. Önceki seçimlerde Başkan Trump, rakibi Hillary Clinton’dan 3 milyon oy geride kalmış olmasına rağmen seçiciler heyeti metoduna göre kazanmıştı; fakat bu sefer değişen sosyo-politik şartlarda aynı avantajı elde edememesi çok büyük bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır.
3 Kasım 2020’de Başkan Trump’ın kaybetmesinin Türkiye siyasetine etkisi nasıl olacak konusu şimdiden merak ediliyor. Ekonomik olarak bakıldığında 3 Kasım’dan sonra dolar kurunun hızla yükseleceğini söylemek doğru olur; çünkü Amerikan iktisat çevrelerinin 21. yüzyıldaki temel uğraşı ABD’de yaşanan gelir adaletsizliği sorununa çözüm bulmak. Söz konusu gelir adaletsizliğinin önlenmesi için klasik iktisat politikaları ile son zamanlarda trend olan davranışsal iktisat politikalarının bir sentezini bu konunun çözümünde kullanılması gündemde. Bu da para politikalarında yaşanacak daralmanın devam edeceğine işaret etmektedir. ABD gelir adaletsizliğinin sosyal etkilerini azaltmak için her şeye rağmen para politikasında temkinli davranmaya devam edecek. Bu durumda da Türkiye gibi yeni gelişen ekonomilerde süren yapısal problemlerin ve döviz likidite problemlerinin çözümü zorluklarla karşılaşmaya devam edecektir. Dolar kurunun Türkiye’de 2021 yılının Mayıs’ında en az 10 TL’den işlem göreceğini söyleyebiliriz. Buna bağlı olarak enflasyonda ve işsizlikte de 2021’de rekor artışlar görülebilir.
Trump’ın gelecek seçimlerde kaybetmesinin Türkiye siyasetine bir başka etkisi de çevre meseleleri konusunda olacak. Bilindiği gibi Amerikan Demokrat Parti’nin siyasi ideolojisi olan Progressivism çevre ve doğa meselelerine oldukça ilgilidir. Progressivistler iki yüzyıla ulaşan bir çevreci geleneği sürdürmektedirler. Demokratlar özellikle küresel ısınma konusunda radikal tutumlar sergilemekte ve karbon salınımını engelleyici teknolojiler hakkında dişe dokunur destekler sunmaktadırlar. Bu konu üzerinde süren çalışmaları tüm dünyada destekledikleri gibi Türkiye’de de çeşitli destekler gerçekleşecektir. Tüm bu etkilerin yanı sıra bir etki var ki Türkiye’yi ilgilendiren sonuçların en önemlisidir: Küreselleşme sürecinde demokrasinin gelişmesine katkı sağlayacak sosyal devlet uygulamalarının tekrar siyasetin gündemine dönmesi. Demokratların ABD’de iktidara gelmesi sonucunda modern sosyal devletin asli fonksiyonları sayılan adalet, güvenlik, eğitim, sağlık hizmetlerinin tamamen ücretsiz olarak halka sunulması ABD dahil diğer bütün ülkelerde çok kısa zamanda kurumsallaşacak ve bu yönelime direnen iktidarlar demokratik yöntemlerle halk tarafından siyasetten uzaklaştırılacak. Sonuç olarak diyebiliriz ki, ABD seçimleri tüm dünya demokrasilerini ilgilendiren gelişmelere sebep olacak.