Durmak yok, muhalafeti durdurmaya devam!
Kemal BOZKURT
Kaygılandığımız şey sadece korana mı?
Muhalif belediyelerin korona nedeniyle başlattıkları yardım kampanyalarının engellenip, dayanışma paralarının bloke edilmesiyle başlayan süreç belediye başkanlarına soruşturmalarla devam ediyor. Muhalif belediyelerin ücretsiz ekmek ekmek dağıtımını dahi engelleyerek yola devam eden iktidar, en son Adana Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı sahra hastanesini sıhhi değil diyerek mühürledi. Oysa sıhhi olmayan bir yer için "temizle" denir kapatılmaz, oysa böyle zamanlarda yardımlaşan değil yardımlaşmayan yadırganır. Oysa böyle zamanlarda Türkiye’de korona daha ortaya çıkmadan sıhhi ekiplerini kuran belediyelere teşekkür edilir, karşı kampanya yapılmaz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu tedbirleri aldığında "Bize bir şey olmaz, bizim genlerimiz virüsün yayılımına uygun değil, kelle paça, gargara" günlerinden geçiliyorken İBB’ye karşı da ‘İmamoğlu ülkeyi paniğe sürüklüyor!’ diye sosyal medya kampanyaları yapılıyor olduğunu unutmalı mıyız? Vakitlice alınmayan tedbirlerin bir süre sonra kötü şeyler başımıza geldiğinde paniğe neden olcağını herkes bilir, değil mi? Olabilecekleri düşünmek insanı paniğe değil tedbir almaya iter aslında, değil mi? Evimizde oturmak zorunda kaldığımız ilk günlerde muhalif belediyelerin sokak konserleri de başlamıştı ki onlar da engellendi. "İyi ama iktidar belediyeleri sokak-balkon konserleri yapıyorlar" demenin bir anlamı yok. Sıhhi olmayan yeri mühürlemezsin, süre verir temizle dersin demenin de bir anlamı yok. Hemen her gün 4-5 bin insanın daha koronaya yakalandığı ülkemde bir yatağa dahi ihtiyaç var demenin de, Mersin’de belediyenin ücretsiz ekmek dağıtması neden engellendi, aşevleri niye kapatılır ki demenin de bir anlamı yok.
Çünkü karşılık olarak "İsterseniz o bölgede yüzde yetmiş oyla seçilin, bunun benim için bir anlamı yok!" denmiş oluyor.
"Ne yaptığının bir anlamı yok, kimin iktidarı için yaptığının bir anlamı var!"
Fakat bir gariplik daha var. Muhalif belediyelerin önerdikleri, yaptıkları her şey engellense de bir süre sonra iktidar tarafından aynısı kamufle edilerek yapılıyor. Hoş, bazen de kamufle bile edilmeden direkt aynısı yapılıyor ya neyse. O halde yapılan şey ile değil ‘kimin iktidarı için yapılıyor olduğuyla’ alakası var tüm bu yaşananların. İşte bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan eskiden belediyeler, yerel yönetimler için ne diyordu, şu konuda 10 yıl, 20 yıl önce bugün söylediklerinin tam tersini diyordu demenin de bir anlamı yok.
Bir gariplik daha var. Muhalif belediyelerin ne yaptığını takip eden, yaptıkları ne varsa neden sonra kendisi yapan iktidarın bir tek yapmadığı şeyse ücretli izin. Onu da tıpkı muhaliflerin önerdiği ücretli izinle sokağa çıkma yasağını hafta sonları için kırparak, bozarak yapıyor. İşte özgünlük budur, işte kendi rengini vermek budur! Eh, muhalefetin önerdiğinin de tamamen aynısı yapılamazdı zaten ve ‘’doğru sadece bir yerdedir’’ değil mi? Sokağa çıkma yasağının tamamen yapılamayacağını İbrahim Kalın önceki gün ‘Ekonomiye yükü ağır olur’ diyerek anlattı zaten. Oysa ülkemizin ne kadar güçlü ve zengin olduğu da yine yıllardır aynı AKP tarafından anlatılmıyor muydu? Yıllardır işsizlik fonlarında, deprem fonlarında biriken paraların ne için biriktiği, onca verginin ne yapıldığı ise konumuz dahilinde değil (!) Devletler yardım kampanyalarına ihtiyaç duyamamak için tedbirler alırlar zaten demenin de bir anlamı yok. Halklar kendi aralarında istediği gibi dayanışır o ayrı, ve bu tutumlar zaten iktidarlardan bağımsız kültürel biçimlerdir demeninse elbette bir anlamı var. Hâlâ ekonomi, üretim diyerek durumun ağırlığı anlaşılmamış gibi davranılsa da kimi diğer kapitalist ülkeler de başlangıçta hafife aldıkları bu salgının, bir süre sonra sağlık ve sigorta sistemini de çökerteceğini farkederek işin ciddiyetinin anlamadılar mı? Belki de en önemlisi fabrikalarda üretimi büyük oranda durdurmaları oldu. Elbette işçilerin yaşamını önemsedikleri için değil, ‘ya işçiler de hasta olursa?’ diye tedirgin oldular. Şimdi bir kaç aylığına üretime ara vermezsek ileride belki en az bir yıllığına ara vermek zorunda kalacağız, sağlık sisteminin de çökmesiyle siyasal sistemimiz de çöker kanısına varmadılar mı? Hasta olmuş ve üretim yapamayan işçilerin alışveriş de yapamayacağını da bildiler. "Yaşlılarınızla veda edin!" diyenler 1930 buhranını ve Keynes ekonomi politikalarını hatırlamadılar mı? Mal üretilse de satılamayan malların depo maliyetleri vs vs… ne olacak diye korkuya kapılmadılar mı?
Ama bir diğer çarpıcı mesele de şu; geçmiş dönemlerde AKP muhalefete bakmaz kendi yoluna bakardı. Dönemin şiarı da "Durmak yok yola devam"dı. Gerçekten de durmuyor, yola devam ediyorlardı. Kredilerle yollarına devam ediyor olsalar da yürüyorlardı nihayetinde. Durmadıkları o dönemde muhalefet sürekli iktidara bakıyor, iktidara baktıkça kararıyordu. Ne zaman iktidara değil kendi işlerine, hayallerine baktılar işte o zaman seçim kazanmaya başladılar. Muhalefet kendi işine baktıkça gündemi de memleketi de değiştirebilme gücüne sahip oldu. İktidar için esaslı mesele, korku bu.
İyi ama iktidar bilmiyor mu, yardım kampanyalarını engellediklerinde kendileri için halk ne düşünür? Halklar, engellenen belediyeler için "işlerini yapmıyorlar mı" der yoksa aksine, "işlerini iyi yapıyorlar ki engelleniyorlar" mı der? Hadi geçelim belediyeleri, muhtarlıkların da ülkenin temel taşları olduğunu muhtarlarla onlarca toplantı yaparken söylemedi mi Cumhurbaşkanı Erdoğan? Muhtarlara denilen milyonlarca insanın oylarıyla seçilmiş belediyelere söylenmez mi?
Sokağa çıkma yasağında kabul edilen beceriksizliklikle beraber, geçen haftalarda muhalif belediyelere karşı yapılan dayanışma kampanyalarının bloke edilmesi gibi kararlarda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yalnız kaldığı için istifa ettiği üzerine çok yazıldı. Birazcık hayat bilgisi olan herkes yarın dönem değiştiğinde ‘Ben yapmadım o yaptı!’’ denileceğini bilir. Nihayet bugün AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, Twitter’dan; Anadolu’da ‘ayrı baş çekmek’ deyimi vardır bunun devletteki karşılığı paralel yapıdır deyiverdi. Her şey devletten beklenmez propagandası ile büyütülen nesiller kendi meselesini kendisi çözmeye başladığında, nasıl kaygılandıklarını da böylece anlatmış oldular. Size bizden (devletten) başkası yardım edemez! ‘Paralel yapı’ denilenlerse devletin en temel haklarından biri olan seçme ve seçilme hakkı ile milyonlarca insanın yerellerde ‘beni sen yönet’ dediği belediyeler. Neyse ki Anadolu kadim uygarlıkların toprağı ve başka deyimleri de var: Mesela "Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan". Muhalefet belediyeleri ve doğal olarak onlara oy veren milyonlarca insanla diyaloğu bu tutumuyla kesen iktidar, sadece kendi belediyeleri ile korona toplantısı yaparak toplumsal muhabbeti de kesmiş oluyor böylece. İktidarın hepimizin hayatını ilgilendiren bu zor zamanlarda dahi muhalefetle konuşmayarak, halktan iyice koparak kendi karnına doğru konuşmalarının artması da haliyle doğal bir sonuç. Bu yazının harfleri diziliyorken İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ücretsiz maskematiklerinin henüz engellenmemiş olduğunu da söylemeliyim. Asıl haber de bu zaten, değil mi? Sıra dışı bir durum sonuçta.
Eskiden muhalefetin iktidara baktığı günler geride kaldı. İktidar artık muhalefete bakıyor ve işini gücünü bırakıp onu durdurmaya çalışıyor. Ben duruyorum sen de duracaksın dönemin şiarı… Durmak yok, durdurmaya devam!
* ‘Kayyım atanmayan belediyeler ne yapardı?’ bu yazının konusu değil ama her şeye rağmen yürütülen kardeş aile kampanyası toplumsal diyaloğu ve yıllardır meydanlarda atılan ‘Halklar kardeştir’ sloganı bir kez daha somutlaması açısından çek değerli. Nihayetinde kardeşlik, biyolojik olarak abi ya da abla, büyük ya da küçük olmak değil hayat içerisinde zor zamanlardaki tavır, dayanışma meselesi değil mi?