Farklı bir bakışla Köy Enstitüleri (2)
Umut Seçkin BULUT *
Bizim gibi ülkelerin genel eğitim durumuna eğilmeden önce bir saptama yapmak gerekli. Belki de bilinenin yinelenmesi demek daha doğru. Eğitim en büyük sorunlarımızdan biri. Sosyal ve sınıfsal çatışmaların yaşandığı ülkelerde çocuk hakları açısından eğitim-öğretim sözde olmaktan öteye geçemiyor. Sorunlu ülkelerde çocukların okula kavuşması bir şey ifade etmiyor artık. İlköğretimin başı ile sonu arasındaki kayıplar öyle çok ki. Yığınla eşitsizlikler ülkemizdeki eğitim-öğretimin boğazını sıkıyor. Kız-erkek, köy-kent, bölgeler, kentlerde ise semtler arasında, aşiretler ve dinsel varoş gettoları arasında, en önemlisi de sınıflar arasındaki eşitsizlikler öyle çok ve öyle derin uçurumlar oluşturuyor ki bunları görmezden gelmemiz olanaksız. (Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi için ‘Forum’da yayımlanan ‘Pandemi Sürecinde Eğitim’ başlıklı yazıma bakılabilir.)
Şimdi buradan bölümün başlığı olan soruya gelebiliriz. Evet, Köy Enstitüleri, Cumhuriyetçiler için gerekliydi ve doğru bir seçimdi. Çünkü var olma ve geleceğe kalma, geleceğe aktarılma yollarından biridir. Bu ideolojiktir ve doğaldır. Toplumsal akış ideolojilerin serpilip gelişmesiyle ve onların yaşama sahip olmasıyla gerçekleşir. Çünkü yaşam kendiliğinden dönüşmez. Değiştiren ve dönüştüren ideoloji var olmak için kendini sürdürmek için "altyapı-üstyapı" oluşturur. Bunun kurumlarını ve insanlarını yetiştirir. İran eğitim-öğretim kurumlarından başka bir çalışma, Küba’nın benzer kurumlarından da kendi doğasına ve amacına aykırı bir çalışma bekleyemezsiniz. Ve nasıl ki Osmanlı Devleti ta başından itibaren yıkıldığı an’a dek varlığını dayanarak gelişebileceği insanı-toplumu yaratma yönünden "Enderun"lara ve medresel eğitimlere, kurumlara gereksinim duymuşsa, Cumhuriyetçiler de kurdukları erk için benzer bir eğitim-öğretim sistemini gereksinmişlerdir. Özet biçimde de olsa söz etmek gerekir: Osmanlı’nın kuruluşundan Tanzimat’a, Tanzimat’tan İkinci Meşrutiyet’e, İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar genelde eğitim-öğretim, yönetici-din adamı, yönetici-memur gibi insanları yetiştirmek bakımından genişleyen bir açılım göstermiştir.
Kıblesi Batı olan eğitimcilerin zamanla eğitimi sosyal bir olay olarak görmeleri, 1914 Osmanlı Mebusan Meclisi’nde, köylerden seçilen kız-erkek birer çift öğrenci ayrı ayrı okutularak, okul açılacak köylere, evlendirilerek gönderilmesi tartışılır. Köy koşulları içinde yaşayan bu öncüler, ilköğretimi yurt çapında ve kısa zamanda gerçekleştireceklerdir. Bu öğretmenlere toprak, araç-gereç verilecek, böylece devlete yük olmayacak, köyde oldukları için de köye uyum sağlayabilecek ve de yılgınlık göstermeyeceklerdir. Model Batı ülkelerindeki uygulamalardır. Bu köy öğretmenleri Köy Enstitülerinin altyapısıdır. 2 Mayıs 1920’de Eğitim Bakanlığı kurulur. Temsili Hükümet’in bakanı var olanla yetinmek zorunda kalır, çünkü savaş başlamıştır ve bütün ülke ve bütün bir halk sarsılmaktadır.
Cumhuriyetçilerin de kıblesi Batı’dır. Özellikle de Fransa. Birkaç cephede yokluğa ve yoksulluğa karşın savaşıyor olmak düşlediklerini gerçekleştirmelerine engeldir. Bunun bilincindedirler ve koşulları kendileri için değerlendirirler. Bilirler ki liderliği diğerlerine kaptırdıkları an kendileri için de her şeyin sonudur. Bu yüzden içlerine sinmese de Kurtuluş Savaşı süresince toplanan Eğitim Programı Komisyonu din derslerinin artırılmasını, müzik derslerinde de ilahiler öğretilmesini, çizgi dersi adını alan resim dersinde ise canlı hiçbir şeyin resmedilmemesini kararlaştırır. Bunlara uyulur savaş süresince. Ama zaferden sonra da vazgeçilir bunlardan. İdeolojik ve silahlı savaşını sürdüren Cumhuriyetçiler zaferden sonra güçlü kalmayı sağlamak için ve yerlerini sağlamlaştırmak için bazı çalışmalara girişirler. Bu çalışmalardan biri de kültür ve eğitim alanlarıdır. Yeni insan-yeni toplum isteği belirginleşir. Kendilerinden gibi görünen Osmanlıcı dinci-tutucular, Tanzimat’ın okullarından yetişen, hatta yenilikçiler arasında kalan cumhuriyetçiler eğitim konusunda ilk başlarda bağımsız projeler geliştiremediler. Bu alanda uygulayacaklarını programları yoktur yani. Geçici çalışmaların yarardan çok zarar verdiğini gören cumhuriyetçilerin savaşçı ve devrimci lideri M. Kemal, 1922’de Bursa Öğretmen Birliği’nde yaptığı konuşma ile Cumhuriyet’in gereksinim duyduğu insanlarla ilgili bilgi verir. Ama asıl adım 1924’de öğretimde birliği sağlamak için çıkarılan kanunla atılır. (Tevhidi Tedrisat Kanunu) Ve sayıları 224 olan ilahiyat öğrencileri sayısı 1934’de 20’ye düşer.
Cumhuriyetçiler, kendilerine karşı isyanlarla, iç çatışmalarla uğraşırken, ne yazık ki asıl yapmak istediklerini gerçekleştirmek için uygun ortam ve zemin bulamazlar. Dengeler hepten kendilerinden yana değildir. Altına girdikleri yük kaldıramayacakları kadar ağırdır. Tüm olumsuzluklara karşın kendilerinden sonra eserlerinin ayakta kalması için bu eserlere sahip çıkacakların yetiştirilmesi ve eserlerin emanet edilmesi düşüncesi hep ön plandadır. Zaman zaman kısa vadeli planlar uygulanır. Böylece 1936’ya gelinir. Liderin sağlık durumu hareketliliğini ve isteklerini engellemektedir. Yine de azimli ve isteklidir. Tarım ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği ile 1936’da Eskişehir yakınlarında Mahmudiye Çiftliği’nde bir eğitmen kursu açılır. Askerliğini çavuş ya da onbaşı olarak yapmış köylü gençlerinden okur-yazar olanlar sınavla seçilerek bu kurslarda yetiştirilir.
1914 Osmanlı Mebusan Meclisi’ne sunulan önergenin bir versiyonudur eğitmen. Türkiye’de nüfusu az olan köylerin öğretmen gereksinimini karşılamak amacıyla açılan kısa ve hızlandırılmış özel kurslardan, üç sınıflı köy okullarında ders verme yetisi kazananlara köy öğretmeni adı verilir. Beş aylık bu kursta okuma yazma, ekip biçme, hayvan yetiştirme, matematik, yurttaşlık bilgisi, köy işleri, tarih, coğrafya dersleri yer alır. Kursu tamamlayanlar Ankara’nın köy okullarında stajyer öğretmen olarak görevlendirilir. Bu kursların sonucu Cumhuriyetçileri sevindirir. Heveslerini arttırır. Bu yüzden 11 Haziran 1937 tarih ve 3228 sayılı köy öğretmenleri ile ilgili yasa çıkarılır. Üretime dönük bir eğitimin kuralı getirilir. Ve 1937 yılında Eğitmenlik Yönetmeliği yayımlanır. Bu çalışmalar, Osmanlı yanlısı dinci-tutucuları rahatsız eder, ama seslerini çıkaramazlar. Çünkü koşulların ve siyasal gücün kendilerine karşı olduğunu bilirler. Sessiz kalırlar ve en uygun zamanı beklerler. Cumhuriyetçiler, gerekçelerinin köy çocuklarının ve köy insanlarının eğitiminden geçtiğini anlarlar. Bu yöndeki çabalarını Köy Enstitüleri kuruluncaya kadar sürdürürler. Ve yalnızca çocuklar değil yetişkin köylüler de eğitilir. 1937-1946 arasından 8000 eğitmen yetiştirilir ve köylerde görevlendirilir.
Cumhuriyetin gereksinim duyduğu "yeni insan-yeni toplum" projesi köylüler için de hızlandırılır. Köy Enstitüleri yaşama geçirilir. Köy okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirmek, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere açılmış olan eğitim kurumları, 17 Nisan 1940 gün ve 3803 ile 19 Nisan 1942 gün ve 4274 sayılı yasalarla gerçekleştirilir. Cumhuriyet liderinin Marks’ın alıntısına denk düşen eğitim kurumlarını eserlerinin emaneti için olmazsa olmazlarından olan okullar ölümünden yaklaşık iki yıl sonra oluşturulabilmiştir. Liderin "Cumhuriyeti biz kurduk onu yaşatacak ve geliştirecek olan sizsiniz," dediği gençlik; "sizin eseriniz olacaktır," dediği öğretmenlerin ellerine bırakılmıştır, ama Cumhuriyet içten ele geçirmeye çabalayan Cumhuriyet düşmanları ise bunu tez zamanda engellemiştir.
İç ve dış koşullar, çalkantılar, yanlış uygulama ve politikalar ve verilen tavizler Cumhuriyetin büyük şansını elinden almıştır. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü zamanındaki Köy Enstitüleri 5 yıllık köy okulunu bitirenlerle 3 yıllık, köy okullarından çıkıp 2 yıl hazırlık sınıfı okuyan çocuklar alınıyordu. Eğitim süresi 5 yıldı. 1946/1947 ders yılına değin Köy Enstitüleri’nden 544 köy öğretmeni, 8756 eğitmen, 541 sağlık memuru yetişti. Beş yıllık eğitim programı, 114 hafta kültür, 58 hafta tarım dersleri -uygulamalı-, 58 hafta teknik dersler-uygulamalı- 30 hafta da 45 gün aralıklı tatiller biçimindeydi.
Sonuç
Her çağın düşünceleri, o çağın egemen sınıflarının düşünceleri olmuştur. K. Mark-F. Engels
Cumhuriyetçiler, sınama-yanılma yolu ile de olsa Marks’ın saptamasına uygun biçimde "manevi üretim araçları"na hükmettiler. Köy çocuklarını devşirip dönüştürmenin yolunu buldular. Kendilerine saygı gösteren, bekçilik eden ve gereksinimlerini karşılayan "yeni insan-yeni toplum" oluşturmaya çabaladılar. Köy çocuklarını kendileri için dönüştürüp eğitirken yetişkinleri de eğitim yoluyla "merkez"e yakınlaştırmaya, böylece köylüleri "merkez"le bütünleşmeye giriştiler. Bunun için de köy çocuklarını "öğretmen-rehber" olarak yetiştirdiler.
Köyleri verdikleriyle ve öğrettikleriyle "merkez"e daha çok bağlayacağını düşünen Cumhuriyetçiler hiç de beklemedikleri gerçeklerle karşılaştı. Cumhuriyetçiler yaptıklarına bir yandan "devletin vatandaşa eğitim hizmeti" olarak görürken, öbür yandan Köy Enstitüleri'nin köylüleri "merkez"den uzaklaştırdığını ve ayrıca özgür bireyler hâline getirdiğini de gördü. Köyde, köy için üretim eğitimi her şeyi bir anda değiştirmedi. "Merkez"e bağlı olacağı düşünülen ve beklenen köylüler, "merkez"den kopmaya başlamıştı. Bağımsız üretimin sonucu diğer alanlarda da bağımsızlık oluşturacağını bilen cumhuriyetçiler tedirgin olmaya ve hatta korkmaya başladı. Çünkü kendine yeterli olan köylüler egemen güçlere az boyun eğenlerden olacaktı. Özgürleşen köylülerin varlığı egemenleri rahatsız etti. Böyle Köy Enstitüleri’ni kuran iktidar gerekçelerini hazırlayarak onları kapattı.
O kurumların bir başka gerçeği de şu:
Buralardan yetişen "öğretmen-rehber" eğitmenler ve öğreticiler, devlet tarafından kendilerine verilen topraklardan özel mülkiyetleriymiş gibi yararlanmaları yanında, köylülerin de kullanması için verilen tarım araçlarını kendi aracı-gereciymiş gibi kullanmış; sahiplenmişlerdir. O araç ve gereçlerden köylüleri faydalandırmamışlardır. Bu olumsuzluklar da egemenlerin amaçlarına hizmet etmemiştir, aksine kendilerine yakınlaşmalarını bekledikleri köylüleri uzaklaştırmıştır. Dahası köylüleri kentlere, sanayiye taşıyamayacağını bilen Cumhuriyet yönetimi, köylere ışıklarını ve kalkınma ateşini taşımak isterken hiç beklemediği sonuçlarla, karşı duruşlarla karşılaşmıştır. Varlığının ve geleceğinin kaynağı için, modern teknik ve yöntemlerle yetiştirilmiş, çağdaş bilgi ve teknikle donatılmış "öğretmen-rehber" yetiştirerek en kısa zamanda kırsala egemen olmak istemiştir. Çünkü tarımsal nüfusun % 90’larda, sanayi nüfusu ise % 10’larda olan bir nüfus bütünlüğünden, kalkınmış ve cumhuriyete sahip çıkabilecek bireylerden oluşan bir ulus-toplum, ulus-devlet, ulus-birey oluşturmak çok zordur. Sosyal, sınıfsal ve yaşamsal dizgeler zor olanı daha da içinden çıkılmaz yapmıştır. Osmanlı’nın egemenliği altın da piyon asker ve köle çiftçi olarak yüzyıllarca boyun eğenlerin bilinçlendirilmesi, dönüştürülmesi ve kazanılması ancak bu kadar başarılabilirdi.
(Ve cumhuriyetçilerin karşıtlarıyla çok iyi hesaplaşmadığını da bilmek gerekir. Halkın okur-yazarlık durumunun da hiç iç açıcı olmadığı göz ardı edilmemeli sonra… Sosyoekonomik kriz ve savaş yılları… Bilinç düzeyinin yetersiz olduğu alanlarda Cumhuriyet karşıtlarının cumhuriyetçi görünüp "vekil" seçildiklerini ve meclise girerek bir bakıma kaleyi içten ele geçirmek için saklanıp sabırla beklediklerini ve bu amaç için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını da düşünmeliyiz. Koşulları kollayarak en uygun zamanı bekleyen nice Cumhuriyet düşmanının oluşturduğu güç birliğinin yayılarak, çalışarak yerüstüne çıktıklarını ve egemen olduklarını yok sayabilir miyiz peki?)
* salt okur