Gelenekten Geleceğe: 1 Mayıs 2020

Gelenekten Geleceğe: 1 Mayıs 2020
Bir haftaya yayılan ve özverili, mücadeleci, cesur devrimcilerin, işçilerin eylemleri sadece salgın veya yasaklara bağlı olarak değil; özgür 1 Mayısların esin kaynağı oldu.

Halit ERDEM


1 Mayıslar, 1886’da Anarşist işçi liderlerinin idam edilmesinden beri siyasi bir mücadeledir. Bu gelenek 134 yıldır devam ediyor. Türkiye’de de 1 Mayıs işçi bayramları kâh bir mesire yerinde işçilerin toplanmasıyla kâh tek sayfalık bildirinin fabrikalarda elden ele dağıtılmasıyla bu mücadele geleneği sürdürüldü. 1976, 1 Mayıs’ın alanlarda son kutlanışının üzerinden yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, Türkiye işçi sınıfının yeniden alanlara çıktığı tarihtir. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun işçi sınıfının tarihsel mirasının sürdürücüsü olarak, 1975 kongresiyle başlattığı mücadele sürecinin bir yükseliş noktasıdır.

Tarihe bakmak

1976’nın yakın arka planı 1970’lerde başlar; 15-16 Haziran direnişleriyle, sayıca az ama örgütlü işçi sınıfı DİSK’in öncülüğünde muazzam bir direnişle, devletin meclislerden geçirdiği kanunları kadük hale getirdi. Boşa çıkardı. Bu işçi sınıfının siyasal alana fiili müdahalesiydi. Bu eylemin DİSK’in sonraki yıllarda yaptıklarına bakarak önemi anlaşılabilir.

Bilindiği gibi, 15-16 Haziran direnişlerinin üzerinden daha bir yıl geçmeden 12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldı. Darbe süreci 1973 seçimleriyle sonlandı gibi bir izlenim ortaya çıktı. İroni gibi; ortada olan darbecileri yargılamak kimsenin aklından geçmedi, cuntalar dağıtılmadı. Kimse bu mesele üzerinde durmadı. Ancak "karanlık güçler", "cuntalar" varlıklarını sürdürüyordu. 1 Mayıs1976’dan, işçi sınıfının tekrar alanlara çıkışından bir yıl sonra, 1 Mayıs 1977’de Taksim gösterisinin kanlı bir tezgâhla dağıtılmasının yarattığı toz duman dağıldıktan sonra, bu kavramlar yeniden hatırlandı, kullanılmaya başlandı.

1976 yılı içinde bir olay daha yaşandı: Eylül ayında, yine DİSK’in başını çektiği demokrasi güçlerinin direnişiyle eskisinden katbekat ağırlaştırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri kanunu iptal oldu. Devletin işçi sınıfının mücadelesini bastırmada kullanacağı etkili bir aracı elinden alınmıştı. DGM kanunu çıkarılamadı. 1976’da bütün baskılara ve ağır maliyetine rağmen DİSK’in siyasal alana ikinci defa müdahalesi de sonuç verdi.

Siyasal arenada artık Sol da vardı; işçi sınıfı, devrimciler, demokratlar büyük bedeller karşılığında olsa da yürüyordu. O dönemi yaşayanlar anılarında; bunun nefes nefese bir koşu olduğunu, durup bir an düşünmeye fırsat vermeyen bir hız koşusu olduğunu anlattılar daha sonraları. Evet, bizim taraf durup düşünmedi, hesap yapmadı. Ancak dağıtılmayan, yargılanmayan "karanlık güçler", cuntalar hesap yapıyordu; 1976 da bu gelişmeler nedeniyle bu yükselişin önünün alınmasının hesapları yapıldı. Kimi analistler 1980 darbesinin hazırlıklarının 1977 1 Mayıs’ı ile başlatıldığını ki -bugüne kadar gerçek failler ortaya çıkarılamadı-, 1978 Maraş katliamı ile Çorum’la, Fatsa ile sürdürüldüğünü yazdılar. Aynı zamanlarda, aslında Sol’un sendikasıyla, partisiyle, devrimci hareketiyle öngörüsüzlüğü, büyük çaplı bir hazırlığı olmadığı bu günlerde açığa çıkıyordu. Yakın geleceği kimse göremedi, haksızlık yapmamak için belirtmem gerekir; görenlere de kulak verilmedi.

İşaretleri görme

Çok üzerinde durulmayan hatta hiç duyurulmayan önemli bir olay daha yaşanmıştı yakın tarihlerde; işçi sınıfının tüm haksızlıklara, baskılara karşı çıkışını, çıkması gerektiğini belirten, geleceği gören bir işaret; 15-16 Haziran direnişi üzerine İstanbul ve İzmit’te uygulanan sıkıyönetim nedeniyle DİSK gazetesinin Ankara’da basılmasına karar verildi. DİSK Ankara bölge temsilcisi Uğur Cankoçak gazetenin sorumlu yazı işleri müdürlüğüne getirildi. 13 Kasım 1970 tarihinde DİSK gazetesinde bir yazı yayımlandı; "Halkların beraberliğini bozamayacaklar", "Kürt halkına karşı yeni bir terör uygulanıyor" başlıklı yazı, "Geçtiğimiz günler içinde Doğu’da, yoklukla mücadele ederek egemen güçlerin devamlı baskıları altında yaşayan Kürt halkına karşı yeni bir terör uygulamasına geçildi. …Girişilen kıyım daha sonra ve son zamanlarda komando zulmü olarak hain bir şekilde sürdürülmüştür. …İktidar şövenist tutumlarını, Doğu’lu halkın devrimci gücünü, Türkiye sosyalizminin özünde olan Halkların kardeşliği esasını bozmak, bütün bir Türkiye’nin devrimci gücünü ezmek için kullanılmaktadır." diye devam ediyor. Bilgi ve alıntıları DİSK TARİHİ (I. Cilt s. 419) kitabından aldım. Daha sonra neler mi oldu?

DİSK Yönetim Kurulu, gazetenin tekrar İstanbul’da basılmasına, yazı işleri müdürlüğüne Kemal Sülker’in getirilmesine karar verdi. Uğur Cankoçak Ankara Bölge Temsilciliği’nden alındı. Hakkında "milli duyguları zayıflattığı" gerekçesiyle dava açıldı. TCK’nın 142/3 maddesine göre 1,5 yıl hapse mahkûm oldu. DİSK’in yeniden faaliyete başladığı 1991’e kadar resmi politik söyleminin içinde Kürt halkının adı bile geçmedi. "Türk işçi sınıfı" ifadesi uzun süre daha kullanıldı. Türkiye işçi sınıfının ekonomik, demokratik, siyasal mücadelesi içinde Kürt halkının haklarına, mücadelesine dönük bir empati duygusu bile yaratılamadı. Yanı başımızda yaşanan zulüm görmezden gelindi. Bu nedenle de ortak bir mücadele geleneği oluşturulamadı. 1980 faşist askeri darbesi Türkiye Solunu böyle yakaladı; içi boş bir özgüven, kendinde olmayan güç vehmetme, sendikal mücadeleden ileri gitmeyen bir siyasi bilinç, parçalanmış Sol’un kuvvetlerini birbirine karşı kullanması halinde.

1980 darbecileri de yargılanamadı. 15 yıl sonra ortaya çıkan cunta şefi Evren’in yargılanması önemsenmedi. Bu nedenle hâlâ 2020 yılında, 43 yıl sonra, 34 insanımızın ezilerek, kurşunlarla öldürüldüğü yerde, Taksim Kazancı Yokuşunun başında yapılan anma konuşmalarının en önemli vurgusu; 1 Mayıs 1977 katliamının faillerinin ve komployu tertip edenlerin açığa çıkarılması, yargılanmasıydı.

1980 darbesinden bu yana bütün 1 Mayıs’lar baskı altında geçti. Kısa aralıkların dışında Taksim alanı 1 Mayıs gösterilerine yasaklandı. 1 Mayıs, işçi örgütleri ile devlet arasında meydan pazarlığına sıkıştırıldı. Devletin izin verdiği meydanlar, demir bariyerlerle, polisin güç gösterisi alanına çevrildi. Gösteri özgürlüğü devletin izniyle, gözetim altında, müdahale basıncı ile kullanılabilir hale getirildi. "benim izin verdiğim kadarıyla özgürlüğün var" kanıksatılmaya çalışıldı. Bütün bunlara rağmen 1 Mayıs’ların özgürlüğü için mücadele durmadı, durdurulamadı. Hak ve özgürlük talepleri haykırıldı.

2020 1 Mayıs’ı bir uyanış, bir ders olmalıdır

Devlet, bütün insanlığın yaşadığı küresel salgın felâketine sığınarak ve de ilan ettiği "hafta sonu" yasaklarına dayanarak bu seferki 1 Mayıs’ı kolayca savuşturabilecekti; DİSK’in yürekli direnişi olmasaydı. Yasalara, salgın tedbirlerine uygun, her sendikadan bir kişinin katılacağı temsili gösteriye bile tahammül edemediler. "Benim izin verdiğim sayıda, benim izin verdiğim kadar" dayatmasını artık görmeliyiz. DİSK’in kararında direnmesi bu çıplak gerçekliği bir defa daha gözler önüne serdi.

Bir haftaya yayılan ve özverili, mücadeleci, cesur devrimcilerin, işçilerin eylemleri sadece salgın veya yasaklara bağlı olarak değil; özgür 1 Mayısların esin kaynağı oldu. Olmalıdır. Her fabrikada, her işçi bölgesinde, her meydanda; çalışanların, emekçilerin, merkezi talimatlar olmadan, yerele insiyatif tanıyarak, yerel örgütlenmelerin, kendilerinin aldıkları kararlarıyla, kendi örgütlülükleriyle, kendi taleplerini dile getirdikleri "özgür" 1 Mayısları kutlamamızı hiçbir baskıcı güç durduramaz, engelleyemez. Bu fikriyatı düşünmeli, tartışmalı ve güç biriktirmeliyiz.

Ola ki gelecek 1 Mayıstan önce de buna ihtiyacımız olur.

Öne Çıkanlar