Gelince bir daha sana at kestaneleri getireceğim

Gelince bir daha sana at kestaneleri getireceğim
Bizi hep böyle bulutlardan alıp sağdılar yeryüzüne.

Mazlum ÇETİNKAYA


Sanki şu ağacın memesiyim, sağılınca ilk ağlayan ben oluyorum. İlk kırılan mermer benim, dağ yolunda unutulan ilk iklim benim. 

Gelince sana at kestaneleri getireceğim. 

Üstümde yağmurlu bir çocuğun burnu üşüyor şimdi. İki kent arasında boğulan o köprünün ayaklarıyım.

Yumma gözlerini. Yumuşak karnında taşıdığın o hayat yaşıyor hâlâ. 

Herkes bir duvar olma çabası içinde bir başkasına, herkes bu duvarın dibinde daha bir başka mevsim bekliyor gölgesindeki hiç’likle… Boğulan bir kara bulutum, yumma gözlerini.

İşte böyle yetişilmez bu çağda sokakta büyüyen bir yalnızlık, evde çoğalıyor. Uzak durmak gerekir dedin, duramıyorsun, her şeyden uzak duruyorsun da ondan, o yalnızlıktan uzak duramıyorsun!

Gelince sana at kestaneleri getireceğim.

İşte yeşermiş böyle bir çağda büyüyor bu ölüm,  şekerden büyüyor gülüm, kayadan gülüm, hayattan büyüyor… 

Soldan git diyorlar, kaza var galiba!  Yok soldan git, ölüm var diyorlar. Sonra boş bir kaldırım gözlerini kırpıyor, soldan git, korona var diyor.

Yeryüzü büyük bir ölümistan sanki. Fazla ölümlerin üstünü kimsesiz mezarlarla örtüyorlar. 

Yeryüzü ağzımızda oluk oluk akan bir yalnızlık. 

Her ölüm bir tutanak, her ölüm bir kağıt parçası oluyor.

Işıkları elimizin tersiyle örtüyoruz. Kapıları kolumuzun dirseğiyle açıyoruz. Gözümüzün altından bakıyoruz dünyaya, uzak olan hiç bir şeyi göremiyoruz.

Uzak durmak gerekir diyorsun. Uzak olamıyorsun, uzak duramıyorsun, uzak gidemiyorsun. 

Git diyor bir aşk, sokaktan bir aşk git diyor. Sonra duvar dibindeki bir yaz gülü ardından sesleniyor omzuna doğru, git diyor… 

Düşününce, tanıyorum onu, o evdeki yalnızlık sokaktakinin kardeşi. Yumma gözlerini, o eski gözlerini, o beşik sesinden hatırladığım gözlerini, o akşam çıkmazlıklarımdan hatırladığım gözlerini yumma, üstünde yağmurlu bir çocuğun burnu üşüsün…

Gelince sana at kestaneleri getireceğim.

Yumma gözlerini. İlerlemeyen sokaklara girme, ilerlemeyen kitaplardan çık. Bütün bu ilerlemeyen şu zamandan ayır gözlerini. Şimdi "Kimse Yok Sokağı"na yağmur yağıyor! 

Bir çıkmazın üstten üşüyen ağzıyım ben. Bir bulutun kendine giden rüzgârıyım. Herkes kendine yağan bir yağmur oluyor!

Bu kaldırımların sessiz haliyle eşlik ederken ben bana, omzuma dokunuyor o ses bir daha; seni nasıl yürümüşüm kaldırımlarda diyor, avucumdaki o gizli toprağı ömrüme nasıl serpmişim! 

Her yer suskun, evden daha suskun. Her yer ölmüş, evden daha ölü. Yeryüzü sanki bir parktan ibaret, sanki dünyada bir tek durak kalmış, akşam oluyor yine, durmadan günlerin adını tekrar ediyoruz, yarını unutmamak adına.

Zaman tırnaklarındaki acısını bırakarak söküyor hayatı yeryüzünden.

İnsanın yazgısı sanki değişmiyor, yazısı değişiyor durmadan, bir avuç kül oluyoruz, acıya tutunan bir avuç kül.

Sevgi büyük yalnızlığımız gibi. Ve sonra, en büyük felaketimiz gibi duruyor şu sokaklar…

Sanma ki her şey böyle gidecek, o gün gelince sana at kestaneleri getireceğim.

Hürriyet Parkı’nda bir çocuğun elleri ölümün ağzına sevgiyi doldursun diye.

Gelince sana at kestaneleri getireceğim.

Haydi, haydi gül, sen de gül!Dünya bizimle birlikte gülecek…

 

Öne Çıkanlar