Gelişimin evreleri
Aytül Hasaltun BOZKURT*
Keşke her şey kişisel olarak gelişmemize bağlı olsaydı. Çevre problemleri, öldürücü virüsler, halkları her gün ölümle yüz yüze bırakan savaşlar, büyümekten başka yolu olmayan tüketime dayalı sistem, işsizlik, yoksulluk, aslında eğitim, sağlık, barınma gibi problemler için vergi toplayan devletlerin kriz anlarında toz olmaları, erkek egemenlik, sınıf çatışmaları, iktidarların baskıcı etnisite politikaları kaynaklı yıkımlar… Listeyi uzatmak mümkün değil mi? Bunlar bir çırpıda aklıma gelen ve hepimizin derdi olması gerekenler. Emekliliğim için para birikiyor diye herhangi birini dert etmekten, hadi duyarlı olmayı geçtim üzerine düşünmekten vazgeçebilir miyim? Tamamen, her şeyden izole, yalıtılmış yaşayabilir miyim? Bu birinci evremiz olsun.
Daha kolay bir yerden devam edelim; beraber yaşıyoruz. İster ıssız bir köyde ister koca koca binalarla dolu metropollerde. Her ne kadar ilişkide yıpranıyor olsak da ilişkiyle derman buluyoruz. Çok değil iki ay önce şanslı olanlarımız olabildiği kadar evde idi. Hatırlayın. Yalnız yaşayan biriyseniz, yalnızlığın acıtıcı yanlarını, birileriyle kaldıysanız aile yada arkadaş üyeleri ile ilişkinizin boyutlarını sorguladığınız bir an hiç olmadı mı? Hasete ya da şükrana meylettiğiniz anlar hiç olmadı mı? Herhangi bir ilişki de sorun sadece bende ya da sadece ötekinde olabilir mi? Bu ikinci evre…
Peki, Siz büyüyünce ne oldunuz? Çocukluğunuzda cevapladığınız gibi astronot, kaşif ya da doktor, mühendis oldunuz mu hepiniz? Ya da paşa, aslan, prenses olmadığınızı anladığınızda ne oldu? Yoksa sahip olduğunuz o çok pahalı, özel, biricik şey her ne ise O olduğunuzu mu zannettiniz? Kırmızı ayakkabılarınıza yenilmezlik, lüks arabanıza yıkılmazlık pelerini muamelesi mi yaptınız? Reklamlarda Siz’e hitaben hep dendiği gibi, özel, eşsiz, biricik değil de herkes gibi, benzer olduğunu anladığınızda ne oldu? Bu da son evre…
Bu soruları soruyorum çünkü, her geçen gün daha fazla sayıda kişinin somut sorunları soyut çabalarla çözmeye çalıştığına şahitlik ediyorum. Bu soruları soruyorum çünkü aslında toplumsal olan dertlerimizin, tek tek bireylerin sırtlarına yüklendiğine de şahitlik ediyorum. Bu soruları soruyorum çünkü her fırsatta yok sayılmış, aşağılanmış, görmezden gelinmiş kişiliğimizi, biz nerelerde ve nasıl yalnız bırakıp, görmezden geliyoruz ve utançla baş başa bırakıp konforlu alanımıza hapsoluyoruz diye düşünmeye davet etmek istiyorum.
Hiç şüphesiz insanın kendini geliştirmesi, ilgi duyduğu alanlarda derinleşmesi, ihtiyaç ve meraklarına yönelmesi değerlidir. Kuantum fiziğini merak ediyor ve öğrenmek istiyor olabilirsiniz elbette ama bunun dünyanın herhangi bir yerinde ve bizim ülkemizde de en az dört senelik bir lisans programı olduğunu ve tuğla gibi kitaplardan öğrenildiğini de bilmeniz gerekir. Ya da yoga hareketlerinin sağlıklı kalmak için hareket etmek bağlamında iyi geldiğini deneyimlemiş/bilmiş olabilirsiniz ama her türden problemleriniz için çözücü olabileceğini düşünmek biraz fazla değil mi?Savaşçı pozunda şu kadar dakika kaldınızda annenizle ya da eşinizle olan ilişkide neyin çözülmesini bekliyorsunuz ki? Ya da etrafınızda olan biteni fark etmek için bir kuru üzümü ağzınızda şu kadar zaman emip ondan sonra yemeye ihtiyacınız var mı gerçekten.
Hayatınızın kötü bir döneminde olabilsiniz. Hele bu bizim ülkemiz sınırları içindeyseniz hak ve özgürlük alanları kısıtlı, yüksek vergilerle boğulmuş, emeğinin hakkını alamamış, işi olanın bile güvencesiz hissettiği ve betona boğulup doğa ile ilişkisi zayıflatılmış, kısacası dört bir taraftan kuşatılmış haldeyken karşı komşunun tavuğunuza kışt demesi bile canınızı fazla fazla yakıyor olabilir. Ve bu sizi hak gördüğünüzü savunmak uğruna fazlasıyla saldırgan birine dönüştürüyor da olabilir. Ve bundan sonraki hayatınızın böylesine berbat, kötü, mutsuzluklarla dolu geçeceği fikrine de kolaylıkla kapılabilirsiniz. Bedene gelmek şahanedir elbette, nefes alıp verişle sakinleşmek böylesi çatışma anlarında şahane olur. Ama daha şahane ne olur biliyor musunuz, sen şöylesin, böylesin diye Allah ne verdiyse girişmeden önce "hayrola komşu ne oldu", diye sormak, karşı tarafı dinledikten sonra ben ne düşündüm, ne hissettim’i ifade edebilmek ve bu olayla ilgili nasıl bir tutum içinde olabileceğinizi açık ve net bir şekilde aktarabilmek şahane olur. Ve duyguların gelip geçici olduğunu bilmek de… Ama tabi tüm bunlardan önce, yani herkes gibi bir insan olarak yaşarken, ben ne/neler düşünürüm hangi durumlar ne/neler hissettirir, hayat amacım ne, neyi severim neyi sevmem, erdemlerim/değerlerim neler gibi soruları sormuş ve cevaplarını biliyor olmam gerek. Herhangi birine ya da bir şeye adanmışlık durumuna geçmeden önce kendim ile ilgili soruların cevaplarını bulmak ve bağımlılık yerine duruma göre bağlı kalmak ya da bağlantısızlığı seçebilmek yeterli bir gelişim değil midir? Böylelikle nerede, nasıl, kiminle, ne için yaşayacağıma karar vermiş olabilirim. Büyümek/gelişmek seçim yapmak ve sorumluluğunu almak değil midir?
Demem o ki, kişisel gelişim alanına giren herhangi bir atölye, seminer ya da terapi Sizin için soru sorma ve düşünme alanları açmayıp, Sizi bilgiyle güçlendirmek yerine bir şeylere inandırmaya çalışıyorsa ya da şeklen yaptığı ya da tavsiye ettiği bir ritüellerin her derde deva olabileceği vaadinde bulunuyorsa, ya da herhangi bir cümleyi defalarca söylediğinizde durumun değişeceğinin garantisini veriyorsa, önce biraz düşünün lütfen. Değerinizi bilmek ezildiğiniz noktada direnç geliştirip tutum aldığınızda mümkündür ancak. Özel olduğunuzu, ne olursa bir şeyler ürettiğinizde görebilir/hissedebilirsiniz. İhtiyaçları Sizin ihtiyaçlarınızla aynı olan kişilerle bir araya gelip, beraber mücadele edebilirseniz bir güç yaratabilir ve güçlenebilirsiniz. Kişisel olarak dilediğinizce gelişebilsiniz elbette ama edindiğiniz bilgi ve birikimi, kendi içinde tutarlı ve çevresiyle uyumlu anlamlı bir bütüne evriltebildiğiniz oranda huzurlu/bütünlüklü bir hayat sürebilirsiniz. İnanmak ve bilmek arasında, olmak ve sahip olmak arasında fark vardır. Hayatınızın bundan sonrasında bu farkları fark etmek için düşünecek misiniz yoksa bu düşünme işini başkalarına bırakıp rahat rahat yaşadığınızı zannederken her gün biraz daha evcilleşecek misiniz?
Bu arada ruh sağlığını iyileştirmek için, farklı kuram ve yaklaşımlar olduğu gibi, farklı kültürlerde inanç temelli pek çok öğreti, yöntem ve teknik var. İşe yaradıklarına da şüphe yok. Ama her zaman olması gerektiği gibi bütünlüklü değerlendirmek ve bu yöntem ve öğretilerin lokal bir sorun için ancak destek maiyetinde çözüm sunabileceğini bilmek gerekir. Bedeninizde bir sorun olduğunda, sebebini bulmak için doktora gidersiniz, arkadaşınızın tavsiyesi olan ilacı alıp kullanmazsınız ya da kullanmamalısınız, konu ruh sağlığı olduğunda da lütfen önce bir doktora görünün. Durumunuz, hayatının en güzel senelerini kitapların arasında ve en zor kazanılan bölümlerden biri olan tıp fakültesinde geçirmiş, mezun olurken Hipokrat Yemini etmiş biri tarafından profesyonel olarak değerlendirilsin. İlaçlar söz konusu olduğunda bazılarınızın burun kıvırdığını ve reddettiğini biliyorum ama ağrı için ağrı kesici kullanmak ile bozulan hormon durumunuz için psikiyatrik ilaç kullanmak arasında nasıl bir fark var bunu pek anlamıyorum. Doktorunuzla ilişkide kaldıkça, ilaç bağımlılığından korkmanıza gerek var mı onu da bilemiyorum. Ayrıca ilacı kendi kendinize bırakmak ciddi riskler barındırabilir. Sorununuz kaygı temelli ise psikoterapi almak çok fayda sağlayacaktır. Ama elbette Sizi daha çok bedeninizi /bedeniniz üzerinden düşünmeye sevk edebilecek yol ve yöntemleri de tüm bunların yanında deneyimleyebilirsiniz. Çünkü bedenlerimiz şahanedir.
İnsan, kısmen muktedir olduğunu bilmek zorunda ki, ölümle beraber son bulacak olan yaşamında tutumlarıyla/seçimleriyle anlamlı bir hayatı kendi ve çevresi için mümkün kılabilsin. Ama bununla beraber her şeyin kendine bağlı olmadığı/olamayacağı bilgisini de idrak etmeli ki çok kolaylıkla hüsrana sürükleyebilecek olan kayıp/kazan grafiğinin ötesinde, soyunun/anlayışının devamı için kendini göz göre göre çürütmekten vazgeçebilsin.
*Çağdaş Dans Sanatçısı ve Koreograf/ Dans-Hareket Terapisi Uygulayıcısı