Gezi; hem barikat hem komün
Mehmet YEŞİLTEPE
Asık suratların baş edemeyeceği bir güleryüzdü o
karanlık yüzlerin baş edemeyeceği bir ışık
büyüklerin erişemeyeceği bir çocuktu
zamanla aşınmayan
Berkin'di o...
Bir fotoğraf kaydoldu tarihe
Paris Komünü'nde
bir de halkların kendi emeğiyle
gülümsediği karelerde rastlandı benzerine...
Ali İsmail ve yoldaşları bu nitelikleriyle yakıştı
tarihin sonsuzlaştırıcı diyalektiğine...
Gezi'nin, diğer bir ifadeyle Haziran Direnişi'nin üzerinden 7 yıl geçti. Gezi hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Gezi’ye dair şiir yazanlar, film çekenler oldu; o alanda aşık olanlar, o alanda evlenenler oldu. İçinde darbe arayanlar da bu "bir devrimdir" diyenler de oldu. Ama hâlâ Gezi'nin ne olduğu veya ne olmadığı tartışılıyor. Bu, bir yanıyla anlaşılır ve gereklidir. Çünkü değerlendirmelerin bir boyutunu, değerlendirme sahibinin düşünsel menzili, ufku ve ölçüleri belirler. Sınıfsal/objektif bakıştan Gezi'nin karşıtlarının bakışına yaklaşan veya onu komplo olarak değerlendiren bakışlara kadar geniş bir yelpaze söz konusu.
İşte bu yazının içeriği, mevcut çeşitlilik içinde ve bugünün mücadele ihtiyaçları açısından değerlendirmek gerekirse; "Gezi nedir?"e yanıt aramak olacaktır.
Gezi, halkların kolektif itirazıdır
Gezi, o ana dek 11 yıldır emperyalizmin ve Türkiye oligarşisinin özel yetkili partisi olarak hareket eden; yıkan, dağıtan, yoksullaştıran, asimilasyondan geçiren, özelleştiren tekçi bir iktidara karşı halkın özel bir momentte kendini, kendi seçtiği araç ve yöntemlerle ifade etmesidir. Geleneksel biçimiyle bilinen, örgütlü bir kesimin çağrısıyla gerçekleşen hareketlerden farklı olarak kendiliğinden boyutu ağır basan bir harekettir; bu nedenle kapsamı ve sınıfsal niteliği halk kavramıyla anılması gereken bir eylemlilik haldir. Bu tanım, gerçekleşme biçimine de içerik ve hedeflerine de uyan bir tanımdır.
Marks, "İnsanlar, tarihlerini kendileri yaparlar ama bunu, kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan verili olan ve geçmişten miras kalan koşullar içinde yaparlar" der. Kitlelerin kendiliğindenliği bu bağlam içinde dolayısıyla da hafife alınmadan değerlendirilebilirse, devraldığı miras da içinde barındırdığı sol değerler de kendine has nitelikleri de daha net görülebilir.
Eğer 2013 Haziran’ı arifesinde sessiz ve birbirinden habersizmiş gibi görünen kitleler bir anda "sokakların en büyük örgütü" haline geldiyse bu, geçmişten gelen ve geleceğe uzanan bir birikimin habercisidir. O güne dek halkların özgürlüğü yolunda ödenmiş hiçbir bedelin, gerçekleşen üretimlerin ve harcanan emeğin boşa gitmediğinin göstergesidir.
Kitleler, talepte bulunurken de dövüşürken de komün oluştururken de sol değerlerle hareket etmiş ve "marjinallik" yönlendirmelerine aldırmamışsa, bu da süreci önceleyen çalışmalarla/kazanımlarla beraber düşünülmelidir.
Sanki birbirinden bağımsızmış gibi farklı noktalardan çıkıp farklı kollardan akan ama sonuçta kolektif bir bütün oluşturan bir halk hareketidir söz konusu olan. Bu veriler ışığında bir tanım yapmak gerekirse Gezi; farklı parçaların bir bütün, farklı güçlerin bir bileşke kuvvet oluşturması halidir; halkların kolektif sesi, kolektif iradesidir.
Gezi, alternatif yaşam örneğidir
İtiraz gibi komünal yaşam da insanlık tarihinde çok eskidir, hatta insanlığın ilk toplumsal varlığına içkindir. O günden bugüne toplumsal zincirdeki devamlılığa işaret etmek mümkün. Daha öncesine gitmeden Zerdüştler, Maniler, Mazdekler, Karmatiler üzerinden de; Spartaküs, Bedreddin, Münzer üzerinden de; "Kendini bil" diyen Sokrates, "Bana bak onu gör hep aynı şeyiz" diyen Hallâc-ı Mansûr, "Ne ararsan kendinde ara Kudüs'te Mekke'de Hac'da değildir" diyen Hacı Bektaş-ı Veli üzerinden de bütünlük, üretkenlik ve devamlılık ifade eden zincir görülebilir.
Her kolektif bir araya gelişte insanların düşü, ütopyası, gelecek tasarımı olmuştur. Örneğin Spartaküs’ün Güneş Ülkesi’nde geleceğin düşsel tasarımını görmek mümkün.
Cennet ve cehennemi yeryüzünde arayan ve "dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır." diyen Bedreddin de kolektif yaşam arayışında önemli bir halkadır. Bu, sınıflar mücadelesinin en sert kesitlerinde dahi yapıcı yanlar da taşıdığını, mücadelenin geleceğe de işaret eden boyutlar içerdiğini gösteriyor.
Tam da bu örneklerden yola çıkıp Marks'ın sözüne atfen söylersek kitleler, geçmişten miras aldıkları koşullar içinde 2013 Haziran'ında, siyaset yapılış tarzına, tekleşmiş siyasal iradeye, yaşamlarına ve tercihlerine karışılmasına, yok sayılmaya "dur" dedi. Toplumsal bir hamleyle, çoklu bir iradeyle, toplumsal bir koroya dönüşmüş (hem marş hem şarkı) bir sesle kendini ortaya koydu; yüz binler kendi eylemiyle kendisi oldu.
İşte yukarıda sözünü ettiğimiz komünal mirası hafıza edinerek Paris Komünü idealleriyle yürüyen ve birbirini tanımasa da toplam oluşturan insanların alternatifi giderek soyuttan somuta indirmelerinin pratiklerinden/örneklerinden biridir Gezi/Taksim Komünü. Önce barikatlarla tahkim edilen, güvenceye alınan komün daha sonra "forumlarda tartışan meclislerde karar alan" bir pratiğe dönüştü.
Gezi, bir tarihsel derstir
Eyleme geçmiş haldeki kitleler, duvar yazılarıyla, atılan sloganlarla, taşınan dövüzlerle veya sosyal medyada, forumlarda vb. problemlerini-taleplerini ifade ediyordu. Büyük bir çeşitlilik arz eden bu talepler aynı zamanda bir demokratik talepler manzumesi gibiydi. Hatta daha da ileri giderek, demokratik devrim eğer toplumun mevcut tüm demokratik problemlerinin çözümü için en geniş ittifakların gerçekleşmesini gerektiriyorsa, Gezi’de bu kapsamı anımsatan bir buluşma yaşanmıştır diyebiliriz. Bu açıdan gerek programatik boyutuyla gerekse ittifaktan ne anlaşılması gerektiğini somut olarak göstermesiyle Gezi, öğretmeni kitleler olan tarihsel bir ders niteliğindeydi. Bu deneyim, ittifakların donmuş, her döneme uygun tek biçim ve kapsam oluşturmadığını gösterirken, devamında "Hayır"/"Tamam" vb. çalışmalarda güncellenmiştir.
Yedinci yıl dönümünde edinilen dersler ışığında birleşik mücadele tarifi yapmak gerekirse; Gezi, hem Berkin hem Medeni'dir; hem Cizre hem Cerattepe'dir; Kürt sorununun, kadın sorununun, inanç sorununun, doğa ve insan mücadelesinin emekçi başlığı altında toplanmasıdır; özetle tüm halkların hak alma mücadelesidir. Bu mücadele, nesnelliği itibariyle soldur. Böyle bir mücadelenin başarısı, içinde bulunulan tarihsel kesitte, devrimden yana çıkarı olan tüm sınıf ve tabakaların demokratik mücadelede birlikteliğini amaçlamayı gerektirir.
Marks, Fransa’da Sınıf Savaşımları'nda küçük burjuvazi ile işçiler arasındaki zorunlu ilişkiye dikkat çeker. Bu kesimlerin barikatın aynı tarafında olması gerektiğini söyler. Gezi'de yaşanan birleşik zemin, öz itibariyle budur. 2011'deki "Wall Street'i İşgal Et" hareketindeki milyonlar gibi veya bugün Minneapolis'ten başlayıp diğer kentlere taşan yüz binlerin mücadelesi gibi muhalif kesimler, farklılık ve çeşitlilik içinde bir arada ortak harekete imkan tanıyan araç ve yöntemler geliştirebildikçe, hazır olan objektif koşullara uygun subjektif koşullar da (örgütlülük ve bilinç düzeyi) sağlanmış olacaktır. Unutmamak gerekir ki "İşgal Et" dalgası hızla küresel bir boyut kazanmış, 82 ülkede 1500 ayrı mekanda, Kuzey ve Güney Amerika'dan Asya'ya, Afrika'ya, Avrupa'ya geniş kitleler sokakları mesken tutmuştu.
Bu bağlam içinde bugün "Bize yağmadan bahsetmeyin. Sizsiniz yağmacı. Amerika siyahları yağmaladı. Amerika yerlileri yağmaladı" diyen siyahi kadın, ne çok şey anlatıyor, sömürgecilere ve yeni sömürgeciliğin bittiğini zannedenlere... Gerçekte tüm kamu mallarının ve doğal kaynakların yağmalanması hedefiyle başlayan neoliberalizm, sermayenin önünü öylesine açtı ki sıra bizzat insanın kendisinin yağmalanmasına geldi. Ve güncel bir ifadeyle söylersek gerçekte ırkçılık, sömürü ve iktidar eliyle sürdürülen yağma, pandemiden daha tehlikelidir. Pandemi geçici, sömürgeciler ise kovulmadıkları sürece kalıcıdır.
Özetle, pandemi öncesinde ve bugün pandemiye rağmen sokakları ısıtan kitlelerin ortak özelliği, Gezi direnişçilerinin de özelliğidir. Gezi, imkansızı isteyenlerin, gerçekçi olanların hareketiydi. Ülkenin en karanlık anında şafağa uyanır gibi harekete geçmek, imkansızı isteyenlerin işi olabilir ancak. "Geziciler" aynı zamanda başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan ve düşlerinin peşinden gidecek cesarete sahip insanlardı.
Gezi, yaşayan bir olgudur
Gezi, iktidar sahiplerini çok korkuttu. Tüm teknik imkanlarına, yalan ve manipülasyonlarına rağmen çaresiz kaldılar. Bunun için dinselleştirmeye de kutuplaştırmaya da paramiliter güçlerin geliştirilip yaygınlaştırılmasına da hız verdiler.
Gerçekte ortada 1848 veya 1871 gibi bir yenilgi yok. Ama Gezi'nin bileğini bükemeyen AKP, antiGezi örgütlemeye yöneldi ve bu konuda belirli oranlarda başarılı oldu. Sonuçta Gezi yenilmediyse de bir geri çekilme, bir durulma sürecine girildi.
Ethem, Mehmet, Ali İsmail...gibi ağırlığını her an hissettiren kayıplarımız var. Bozucu bir iklim altında belirli oranlarda antiGezi de yaratıldı ama Gezi yenilmedi. Yenilgi denince 1848 veya 1871 gibi bir yenilgi kastediliyorsa; hatırlayalım 1848 için "Sen nehri kızıl aktı" denilir. 1871 ise "en görkemli direniş ama en vahşi katliam" diye anılır.
Gezi'nin öğrettiği bir gerçekliktir; o, sessiz ve birbirinden habersiz gibi duran kitlelerin gücü/potansiyeli çıplak gözle görünenden ötedir. O potansiyel her an harekete geçebilir. Önemli olan buna hazırlıklı olunmasıdır. Parantez kapanmadı. Gezi yenilmedi. Gezi, bir kazanımlar dizisidir ve yaşayan bir olgudur. Anması da yapılmalı, kutlaması da...