Güneş her sabah yeniden doğuyorsa...
Cemal ÇAĞLI
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in "Öyle bir yerdeyim ki" adlı şiirini okurken ve Ahmet Kaya’nın yanık sesinden dinlerken duygulandım. Biri, "Haziranda ölmek zor" diyen büyük bir şair ve diğeri, kendi ana dilinde yani Kürtçe albüm yapacağını söylediği bir ödül dağıtma gecesinde, ırkçıların saldırısına uğrayıp, ülkesini terk etmek zorunda kalan ve bu haksızlığa dayanamayıp zamansız ölen "koca yürekli" bir sanatçı.
Ses ve söz bir araya gelince hüzün sarar insanı ve hüznün eşliğinde oluşan özlem, bir iç yolculuğa çıkarır insanı.
Öyle bir yerdeyim ki
Ne karanfil ne kurbağa
Bir yanım mavi yosun
Dalgalanır sularda
Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe.
Yaşamın diyalektiğidir anlatılmak istenen. Hani şu "zıtların birliği" var ya, işte onu anlatıyor bir yönüyle.
Hani bazen umutlu gözükürüz ama umutsuzluğa yakındır ruh halimiz; bazen de umutsuz gözükürüz; ama ilmik ilmik örmektedir umudu yüreğimiz, işte öyle bir şeydir bu.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir; görünen çoğu kez sanaldır, yanıltır bizi, aldanırız ve çıkmaz sokaklara saparız Asıl görünmeyendir insanı ele veren. Görünmeyeni görmek, söylenmeyeni ama söylenmek isteneni işitmek, okyanusları yüzerek geçmek kadar zordur… Bu yüzdendir söze bu kadar yüklenmemiz, hatta bazen anlatamamanın, anlaşılamamanın hırçınlığıyla çığlık çığlığa bağırmamız
"Düşündüğünün üstüne düşünebilen insan" sözü yanılmıyorsam Descartes’e aittir. Yitirdik ‘düşündüğünün üstüne düşünebilen insanı’, şimdilerde ise doğru düşünemeyen insanın "düşüncesizliğinin bedelini ödüyoruz."
Tüketim toplumunun yarattığı insanlar ha bire tüketiyorlar ve farkında değiller tükettikçe tükendiklerinin. İhtiyaç gidermek yerine sürekli ihtiyaç yaratan neoliberal düzen, yasama yürütme ve yargıyı tek elde toplayarak kazanılmış hakları önce kısıtlayarak, sonra da birer birer ortadan kaldırarak otoriter bir düzenin hukukunu yaratmaya çalışıyor.
Üretmek yerine sürekli tüketmenin yarattığı boşluklar kötücül düşüncelerle dolduruluyor sistem tarafından.
Kötülüğü kılavuz edinmiş "kara gömlekliler", "düşünce suçu" diye bir suç üretmişler ve mağdurlardan zalimler ordusu kurarak, hayata anlam katmayı amaç edinmiş insanların üstüne saldırtıyorlar; korku imparatorluğunu kalıcı kılmak için.
"Düşünüyorum o halde varım" demiş Descartes.
Bu sözler 16. yüzyılda söylenmiş. Biz ise 21. Yüzyıldayız ve "Düşünüyorsun o halde suçlusun" diyen bir zihniyetin zehirli diliyle karşı karşıyayız. Nefret suçu işleyenlerin değil nefrete, ayrımcılığa, şiddete karşı olanların yargılandığı, sorgulandığı, cezalandırıldığı bir sürecin ağır yükünü taşıyoruz toplumca.
Ne adalet, ne hukuk ne de Anayasa kalmış geride. Hiçbir kanıta dayanmayan düzmece iddianameler eşliğinde; "Ben seni suçlu ilan ediyorum, suçsuz olduğunu haydi ispat et!" diyen bir yargı sistemiyle susturulmak isteniyor toplum.
Fikre karşı fikri olamayanların tehdit ve korku yayarak, şiddet uygulayarak yaşamı zehir etmeye çalışanların yönettiği bir coğrafyada, her şeye rağmen "Düşünüyorum o halde varım" demeye devam ediyoruz ve edeceğiz...
Umutsuzluğa yer yok yüreğimizde
Umut her yerde
Umut el sallıyor yaşam pencerelerimizden.
Gündüzün sonu gecedir ama, unutmasınlar ki; her gecenin vardır bir sabahı ve güneş her doğduğunda yeniden doğarız umutla; çünkü güneşin çocuklarıyız biz.