Hayatı yeniden yaratabiliriz

Hayatı yeniden yaratabiliriz
“Sosyal mesafe” daha önce de vardı; kalabalık içinde yalnızlık yaygındı; sokaklar, mahalleler sadece geçilen alanlardı ve insanlar birbirine yabancıydı.

Mehmet Yeşiltepe


Bu süreçte insan,

Kolayı seçip aşağı değil

Zoru yani mücadeleyi seçip yukarı yürümelidir.

Toplumsal mısralarla birbirini uyandırmalı

Kardeş mısralarla birbirini çoğaltmalı

Sevgi mısraları ile birbirine sarılmalıdır.

Bir süredir tüm dünya tek gündeme odaklanmış halde. Ancak gündemin tekliği, gündem karşısında eşit konumda veya ortak olunduğu, çözümün eşit şartlar altında arandığı anlamına gelmiyor. Evet tehdit bazen tehdit altındakileri eşitler ama bu böyle bir süreç değil. 

Bugün artık doğa-toplum-ekonomi ilişkisini ters çevirmiş, ekonomiyi başa almış bir sistemin ve onun sahiplerinin iktidarının yıkıcı, bozucu ve hatta yok edici sonuçlarıyla bütün insanlık yüzleşiyor. Yıllar öncesinden Engels'in öngördüğü gibi doğa, kendisine karşı zafer kazandığını sananlardan intikam alıyor.

Henüz üzerinden uzunca bir vakit geçmedi, 2019 yazında ülkemizde Kazdağları sermayeye yağmalatılırken; Salda Gölü, Munzur vb. doğal güzellikler rant ve talan için sıraya sokulmuşken; dünyanın akciğerlerini yani Amazonları yakmakla övünen, Brezilya'nın Trump'ı Bolsonaro "Haftada iki kez gaz çıkarın çevreye iyi gelir" diye dalga geçiyordu. Onun karşısında ise yaşam alanları yakılarak daraltılan hatta yok edilen kabileler adına konuşan Brezilyalı Kayapo yerlilerinin lideri Raoni Metuktire, insanlığa adeta ders veriyor, gözlerini dolar bürümüş sermayedarları uyarıyordu.

"Niye böyle yapıyorsunuz? Gelişmek için diyorsunuz, ancak ne tür bir gelişim, ormanın zenginliğini alıp yerine tek bir tür bitki ya da hayvan koyar ki? Bir zamanlar ruhlar bize mutlu olmamız için her şeyi vermişti: Yemeğimiz, evlerimiz, ilaçlarımız… Şimdiyse yalnızca soya fasulyeleri ve büyükbaş hayvanlar var. Bu kime, neye göre gelişme ki? Yalnızca bir avuç insan çiftliklerde yaşıyor, çiftlikler büyük sayıda insana yetemiyorlar ve verimsizler.

Öyleyse niçin böyle yapıyorsunuz? Bazılarınızın çok para kazanabileceğini görebiliyoruz. Kayapo dilinde sizin "para" diye hitap ettiğiniz şeye biz "piu caprim" (üzgün yapraklar) diyoruz, çünkü para dediğiniz cansız ve kullanışsız bir şey ve beraberinde yalnızca zarar ve üzüntü getiriyor." Bu sözler, yabancılaşmanın 21. yüzyıl versiyonunun özetidir.

Yabancılaşma, nesneleşme, yenilgi ve mutsuzluk

Yabancılaşma, bu alanda çalışma yapan filozoflarca da doğrulandığı gibi sınıflı toplum tarihi kadar eskidir. Ama kapitalizm bunun finalidir; dolayısıyla da söz konusu bozulmanın etkilerinden bütünüyle arınmak anlamına gelmeyen, geçiş toplumu olan sosyalizm de bundan muaf değildir.

Yabancılaşma üzerine yoğunlaşanlar, yaşamın bir piyasaya, insanların da o piyasanın metaı/nesnesi haline dönüşmesi oranında, birbirine temas ettikleri hemen her noktada meta ve mülkiyet ilişkilerini yeniden ürettiklerini ve giderek aradaki samimi, birbirine karşı sorumluluk duymaya ve dayanışmaya dayalı ilişkilerin feodal toplumdakinin gerisine düştüğünü söylüyor.

Bu çalışmaların ortaya koyduğu sonuçlar ışığında diyebiliriz ki gerçekte kapitalist piyasa, insana bir kasabın kurbana ihtiyaç duyduğu boyutta ihtiyaç duyar. Buradaki nesneleştirme ve acımasızlık piyasa doğruları olarak içselleştiği oranda piyasa-insan ilişkisinden insan-insan ilişkisine geçer. İnsan, artık bu nesneleşmenin/değersizliğin hem mağduru hem de sebebi yani devam ettiricisidir. Ve başkasını nesneleştiren, araçsallaştırıp ezen kişi giderek sadece muhatabına, sadece topluma değil kendine de yabancılaşır. Sonuçta insanın yüreğinde oluşan ve başkasının yüreği ile doldurulması gereken boşluk, parayla dolamayacağı için, mutsuzluk yukarıda Kayapo liderinin de belirttiği gibi en varlıklı gibi görünenin de sorunu olarak giderek çap büyütür.

Yabancılaşmayı yenemeyen insan bir dizi yenilginin kurbanı/mağduru olur. Rutine yenilmek, kendi eylemsizliğine yenilmek ve Che'nin "en kötüsü" dediği, kendine yenilmek gibi...

Hayatı yeniden yaratabiliriz

Bu koşullarda, bu bozulma, yenilgi, umut kırılması, güvensizlik ortamında tarih kitaplarından okunmuş, korku filmlerine konu olmuş felaketleri çağrıştıran bir sürecin içine girildi. Kapitalizmle beraber uzun süredir Richard Sennet'in dikkat çektiği gibi yaşanan kolektif mekanlar değil geçilen yerler haline gelmiş olan sokaklar, tehlikeli mekanlara, evler ise gönüllü tutsaklık alanlarına dönüştü. Ölüm gerçekliği, insan-hakikat ilişkisi, açık veya örtük biçimde insanların kafalarını meşgul etmeye başladı. 

Yaşanan yüzleşme, kişisel korunakları mı çoğaltmalıydı yoksa, yitirilmiş olan toplumsallığı geri mi çağırmalıydı? Mücadele, "hastalanmama" sınırlarında mı kalmalıydı yoksa yitirilmiş olanı geri almayı, bozulanı düzeltmeyi, kaybettirenlere kaybettirmeyi amaçlayan bir ufka mı sahip olmalıydı? 

Eğer hayatı yeniden yaratacaksak, hemen bugünden bulunduğumuz mekandan başlamalıyız. Bir taraftan F tipini anımsatan evdeki koşullarımızda bize yakışacak bir "habitat" oluştururken, diğer taraftan F tipinde olmayan imkan ve avantajlarımızı, hem kendimizi geliştirmek, eksiklerimizi gidermek hem de doğaya ve insana karşı sorumluluklarımızı yerine getirecek şekilde kolektif bir sürecin örgütlenmesi için değerlendirmek durumundayız.

Yeni bir başlangıcın sebebi

Bu toplumsal daralma, bocalama halinden ya içe kapanma, mutsuzluk, tatsızlık ve kişiyi daha da sıkıştıran kişisel gerilimler üreyecek ya da hep beraber yenilgilerimizi yenmeyi, birbirimize tutunmayı ve bu yıkımı, demiri tersine bükmek üzere yeni bir başlangıcın sebebi yapmayı öğreneceğiz.

Mevcut dünya fotoğrafı, gezegen adına da insanlık olarak kendi adımıza da ne çok şey yitirdiğimizi gösteriyor. Bugün bunun için üzülüyor veya ağlıyor olmak bir kayıp değildir. Enrique Villarreal bir şarkısında "Bir şey için ağlamayı öğrendiğin zaman, o şeyi savunmayı da öğrenirsin" diyor. Bu perspektifle, gönüllü tutsaklığımızı, yitirdiğimiz sokakları daha güçlü kazanmak üzere aşabilir, karamsarlığa yenilmeden Eluard'ın dediği gibi "günleri ve mevsimleri düşlerimize göre yeniden yaratabiliriz."

"İnsan, sahip olduklarının değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır" demişti Sartre. O halde "dehşet" uyandırması kadar, değişim potansiyelini de bağrında taşıyan bu süreçte önümüze koyacaklarımız, bugüne dek düşlediğimiz halde gerçekleştiremediklerimizi de içerecek türde bir toplam oluşturmalıdır.

Kapitalizm bir yanıyla da yalnızlaştırıcı, parçalayıcı ve ilişkiler arasında duvarlar oluşturan bir sistemdir. "Sosyal mesafe" daha önce de vardı; kalabalık içinde yalnızlık yaygındı; sokaklar, mahalleler sadece geçilen alanlardı ve insanlar birbirine yabancıydı; arkadaşlıklar da aileler de sevdalar da kapitalizmin bu ikliminde muaf değildi.

Bugün kapalı ortamlarda kişisel daralma hallerinden gerilim üretmek, akla gelebilecek en sıradan tuzağa düşmek demektir. Benzer şekilde, çözümü ev ortamında içi boş meşgaleler oluşturmaya kadar daraltmak, pandemi sonrası tuzağa hazırlıksız yakalanmayı beraberinde getirecektir. 

Bu tür anlar, Yaşar Kemal'den esinle söylersek, insanın evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplaması gereken anlardır. Hapisliğin en koyusu, tecridin en boğucu ve hatta öldürücü koşullarında, Nazilerin Auschwitz kampında yaşayan Viktor Frankl'ın dediği gibi "Kader eğer değiştiremeyeceğimiz kadar güçlüyse, burada yapacağımız tek şey vardır; o da o kaderle yüzleşme cesaretini göstermektir." Buradaki yüzleşme, edilgen değil, alternatif içeren, etken bir yüzleşmedir. Bu yapılabildiği takdirde, genel hastalık ve salgının özelde tecridin, yalnızlık, yokluk ve çaresizliğin başka bir dünyaya açılan kapıyı göstermesi mümkün olacaktır. 

Evet belki Antonio Gramsci'nin yıllar öncesinde söylediği gibi "Eski dünya ölüyor; yenisi ise henüz ufukta görünmüyor ve bu alacakaranlıkta canavarlar ürüyor." Ancak unutmamak gerekir ki bu, kendiliğinden bir süreç değil. Hemen her aktörün bahsettiği küresel yeni düzen için de aynı şey geçerli. Dünyayı bu noktaya getirenler, kendi hallerine bırakıldıklarında daha insanca, daha yaşanır bir dünya tasarlamaları mümkün değildir. O halde başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananların, dünyayı bu hale getirenlerin karşısına dikilmesinin vaktidir. Bugün mağdurlar, muhalifler arasında küresel boyutta mümkün olan empati, küresel boyutta mücadelenin de imkanlarına işarettir. Tecrit noktasından ateşlenen kıvılcımların ve yapılan hazırlıkların hayatı yeniden yaratmanın iradesine dönüşmesi pekâlâ mümkündür.

Öne Çıkanlar