HDP ve Üçüncü Yol siyaseti üzerine
Mehmet Nuri ÖZDEMİR
Koronadan sonra tüm dünyada özellikle popülist siyasetlerin iktidarda olduğu ülkelerde beklenmeyen kimi toplumsal refleksler gelişebilir. Türkiye’de de salgın öncesi siyasal krizin salgının yarattığı gerilimlerle birlikte ele alındığında benzer durumlar söz konusu olabilir. Son günlerde MHP'nin eski açıklamalarının piyasaya sürülerek AKP'ye kimi göndermeler yapılması, AKP’nin Avrupa Birliğine mektup göndermesi, Meral Akşener'in ‘Memleket masası ‘ çağrısının yanı sıra CHP'nin Suriye Kürtlerine "terörist" demesi ve HDP'den bir milletvekilinin istifa etmesi olası dalgalanmanın emareleri gibi.
Tabandan gelebilecek dalgayı karşılayacak ve yeni bir şey söyleyebilecek partilerden biri HDP ve 3. Yol siyasetidir. 3. Yol siyaseti, amacına ve ruhuna uygun yapıldığında hem "otoriter iktidarın" (AKP) hem de "taktiksel muhalefetin" (CHP) 18 yıldır seçmenler üzerinde kurduğu hegemonyayı kırabilme potansiyeline sahiptir. İki tarihsel blok da (CHP-AKP) burada biriken enerjiyi görüyor ve 3.Yol siyasetini zayıf düşürmek için biri "açıktan" diğeri "görmezden" gelerek nefes aldırmamaya çalışıyorlar. Peki bu durumda HDP ne yapacak?
Laik-Anti Laik Ve Kürt–Türk Arasında Sıkışan HDP İçin 3.Yol Stratejisi
Demokrasinin risk altında olduğu ve demokratik siyasetin baskılandığı dönemlerde otoriterleşen iktidarları frenlemek için geçici ittifakların yapılması, demokratik toplumdan yana olan hareketler için bir sorumluluktur. Bu sorumluluk ortak bir mücadele zeminini zorunlu kılmaktadır. HDP’nin, bu sorumluluğun bir gereği olarak bazı ittifakların parçası olması normal bir girişim olduğu gibi, Kürt meselesinin siyasal çözümü başta olmak üzere birçok meselede istediği parti, kuruluş ve hareketlerle konuşabilme ve ilişki kurabilmesi de bir o kadar normaldir. HDP bu konuda ürkek davranmamalı, iç dinamiklerinin gücüne, siyasi geleneğine ve tabanına güvenmelidir. Burada sorun olan nokta demokrasi ittifaklarında ve olası çözüm süreçlerinde optimal ayarı tutturabilmektir. Bu ayar zaman zaman kaçtığı için HDP hem demokrasi cephesi çalışmalarında hem de çözüm sürecinde birbirini zıt yönde itekleyen gerilimlerle boğuşmak zorunda kaldı.
Negri ve Hardt "İktidar bazen geniş olarak dağılabilir bazense bir ya da birkaç hükümdar arasında paylaşılabilir. Ama bir iktidar boşluğu asla söz konusu olamaz" derler. Schumpeter ise ‘İktidarın boşluk bıraktığını düşündüğümüz alanlarda yeni yasal yapıların tropik büyümesi başlamıştır bile’ der. Demokrasi cephesi ve olası çözüm süreçlerinde ayarın kaçması HDP siyasetinde siyasi boşluk oluşturabilme riskini barındırmaktadır. İktidarcı siyaset boşlukları affetmez. HDP açısından yaşanan zorluk demokrasi cephesine yaklaştığında Kürdi ulusal-muhafazakar tabanın, ulusal-muhafazakar tabana yaklaştığında ise demokrasi cephesi ve laik-seküler damarın gerilmesidir. Bu gerilimin başka bir kaynağı etnik kimlik meselesinde de ortaya çıkmaktadır. HDP’nin Kürtleşmesi ya da Türkleşmesi meselesi yine dışarıdan en çok kaşınan meseledir.
Pratik politikalarda bu durum daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Mesela Erdoğan’ın 31 Mart yerel seçimlerinde sıkı sık Kürtlere dönerek "bakın HDP, CHP ile kol kola girmiş" demesi, HDP’ de hissedilen boşluğa, açıkça söylemek gerekirse HDP’nin Kürt tabanındaki muhafazakar ve ulusal kitlesini parçalamaya odaklanan bir hamleydi. Diğer taraftan seküler-laik kesimin Kürt meselesine dair en ufak çözüm tartışmaları esnasında HDP için "AKP’ ye yanaşıyor" demesi de HDP’deki seküler-laik-sosyal demokrat damarı kesmek isteyen bir hamleye hizmet etmektedir. Her iki algı da Kürt halkının ulusal ve siyasal mücadelesiyle birlikte HDP’nin temel toplumsal paradigmasını ve yeni yaşam siyasetini laik-antilaik ya da geleneksel–modern meselesine indirgeyerek zayıflatmayı amaçlamaktadır.
HDP’nin yerel seçimlerde Kürdi partilerle ulusal ittifak, laik-seküler kesimlerle de demokrasi cephesinde buluşması doğru ve yerinde olmakla birlikte belli ki bu riski bertaraf etmeye yetmemiş. Daha da önemlisi iki ittifak biçiminin özellikle demokrasi cephesindeki buluşmanın HDP’nin genel stratejisi ve 3. Yol siyaseti ile bağlantısının zayıf kurulduğunu ve seçim taktiği ile sınırlı kaldığını söylemek mümkün. 3. Yol siyasetinin cılız kalması HDP’yi demokrasi ittifakında CHP’ye, olası çözüm süreçlerinde ise AKP’ye eklemlenme algısına neden oluyor. Kronikleşen bu algılar serisinin kaynağını anlamak için siyasal felsefe açısından zihinsel dünyamıza da yoğunlaşmakta fayda var. Siyasal düşünürken alışagelen düalist düşünce tekniğinin dışına çıkamamak, ehven-i şerci siyasetin içinde dar ve kutupçu bakmak ve soğuk savaş alışkanlığında çakılı kalmak politika açısından zihinsel bir kıtlığa neden olabiliyor. Karşıtlıklarla ayakta kalabiliyor, çoğulluğu ve başka tercihleri görmekte zorlanıyoruz. HDP’nin mevcut durumuna bu sofistike terimlerin dışında Kürdi bir formül ararsak eğer her anlamda "xwébun" en büyük çözüm olur derim size.
Gelinen nokta itibariyle HDP yeni bir durumla karşı karşıya. Yerel seçimlerde hem Kürdi partilerle kurulan temas hem de demokrasi cephesindeki buluşma ortaya çıkan risklerin bir kısmını geçici olarak bertaraf etmiş olsa da yaşanan gelişmeler HDP’yi belli bir eşikte hem nicelik hem nitelik açısından sabitleştirmiş durumda. Bu stabil durum, HDP'nin toplumsal sorunlara çözüm gücü olma noktasında mesafe aldırmıyor.
Mevcut durumun risklerini ortadan kaldırmak ve büyümek için 3. Yol siyasetinin teorik ve pratik aksaklıklarına yoğunlaşmak lazım. Bu sorunların kaynağında ilk etapta demokrasi cephesinin ve çözüm sürecinin kavramsal ve ilkesel muğlaklığı olabilir. Bu muğlaklığı giderecek ve HDP’ye soluk aldıracak olan asıl adım 3. Yol siyasetinin yeterli düzeyde örgütlenmesidir. Kısacası HDP’nin bundan sonraki kaderini belirleyecek olan 3. Yol siyasetidir. HDP’de bir araya gelen farklılıkların güneşli günlerde olumlanan bir terimle "demokrasi bahçesi" (meşe ağacı) olarak tarif edilmesi, sisli-puslu havalarda ise kırılganlaşması tam da 3. Yol’dan bakmayı gerektiren bir momente işaret ediyor.
Kürtlerin, ezilen halkların, sınıfların, gençliğin, kadının, ekolojistlerin ve özgür bireylerin siyasal odağı olan bir siyasal zemin olarak HDP’ nin 3. Yol siyasetini büyütmesi, genişletmesi ve bu siyasete bir direngenlik eklemesi gerekiyor. Bu bağlamda Kürt meselesinin kendine has karakteri, temsil edilen tabanın beklentileri HDP’nin siyasal programı ile birleştiğinde başka bir siyasal çizgiye eklemlenme algısını hak edecek kadar basit bir fikriyat olmadığı anlaşılacaktır. Özellikle birileri tarafından köpürtülen bir tarafa eklemlenme algısı HDP için en tehlikeli meseledir. HDP’nin laiklerin savunduğu statükocu parlamenter sistem ile AKP’nin otoriter tek adam rejimi arasından sıyrılması, bundan sonraki siyasetine yön verebilecek nitelikte. Bu nedenle tercihen "Parlamenter Sistem" ile "Başkanlık Sistemi" arasında sıkışmış olan HDP’nin 3. Yol siyaseti açısından yaşadığı muğlaklığı netleştirmek için bir diplomasi mesaisine ihtiyacı olduğu açık. HDP’nin önünde bu anlamda üç yol var. Ya Kürtlere yer açan ve revize edilerek yeni bir forma kavuşturulması koşuluyla başkanlık sisteminden yana alternatifi savunacak ya da yeni bir toplumsal sözleşme ile vatandaşlık tanımının yeniden düzenlendiği, Kürtçe'nin resmi dil olarak kabul edildiği, yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletildiği, Kürt ve HDP’li parlamenterlerin üzerinde uygulanan baskı stratejisini ortadan kaldırmayı garantileyen demokratik parlamenter sistemden yana alternatifi savunacak. Üçüncü bir yol ise bu iki şıkkın sentezi olabilecek alternatifler üzerinde muhataplarla müzakere siyaseti sürdürmek olabilir. Her halükarda mevcut haliyle bu muğlaklığın giderilmesi demokratik siyasetin önünü de açabilecek.
HDP, yeniden yapılandırabileceği 3.Yol siyaseti ile Covid-19 sonrasında daha etkili olabilecek yeşil politikalar, emek ve üretim politikaları, barış ve demokrasi ile Kürt Politikası oluşturma gibi meselelere daha büyük bir cesaret ve özgüvenle yaklaşarak kitlelerin gönlünde daha iyi bir yer kapmaya aday. Ancak bunu başarmak yeni bir muhalefet biçiminin öncülüğünü yaparak Türkiye’deki muhalefet sendromunu kırması lazım. Bu nedenle HDP’nin özgün kalabilmesinin koşulu her hangi bir bloğa yanaşmak değil, kendi özgün programı ile hareket ederek kendi kadro, eylem ve planlamasına bağlı kalmasıdır. "Radikal Demokrasi" programı ile kapitalist eşitsizliklere, "Demokratik Cumhuriyet" programı ile tekçiliğe, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı kitleleri buluşturabilir. "Yerel demokrasi" programı ile de özerk politika hakkını talep ederek Kürt meselesi ekseninde milyonlarla buluşma zeminlerine sahip olmanın avantajlarını kullanabilir.
Siyasal kutuplaşma (siyasal klanlaşma) toplumun kutuplaştırılmasıdır. Politik ve ahlâkî toplum buradan çıkmaz. HDP’ye de kutuplaşma ve kamplaşma siyaseti değil 3. Yol siyaseti gerekiyor. Mevcut koşullarda Kürt halkı için de 3. Yol dışında başka çıkış yolu yoktur. Türkiye siyasetinde de normalleşmeye giden yol bu siyasete kurulan tuzakların kaldırılmasına bağlıdır. Buradan ne anlamak gerekiyor? Bir ara sonuç olarak söylersek ne HDP’ nin ne de Kürtlerin adına ucuz, günlük ve dar politika yapmamak, halkların ödedikleri büyük bedelleri hissederek onların lehine bir siyaseti hakim kılmayı anlamak gerekir. Bu denklemde koşulları doğru okumak, demokratik ve müzakereci tavırdan taviz vermemek ve kendine has olmak gerekir. Türkiye’deki Cumhur ve Millet ittifakının pratikleri hem tarihsel olarak beslendikleri siyasal gelenekler açısından hem de aktüel-güncel siyaset açısından ortada. Biri Kürtlere yanaşıp kısmen çözüm adına bir şeyler yapmaya başladı mı diğeri Kürtleri sırtından vuruyor ve radikal bir milliyetçiliğe sığınıyor. Bu durum Kürtler açısından ibretlik bir durum, devlet açısından siyasi partilerin tarihsel Kürt nöbetidir.
HDP ve Kürtler
Demokratik toplum ideali çoğu zaman birçok toplumsal kesimin ortak hedefi haline gelebiliyor. Kürt halkı da uzun süreden beri ulusal taleplerini demokratik toplum ideali ile iç içe geçirerek mücadelesini sürdürmektedir. Türkleşemeyen Kürtler, Kürt kalarak demokratikleştiler. Kürt kadınları siyasetin temel aktörü haline geldi. Emek, ekoloji ve demokratik kitle örgütlerinde önemli mesafeler alındı. Bunun yanında bir entelijansiya kümesine sahipler. Bu sahiplik Kürtlere, insan hakları, emek, ekoloji, özgürlükler, hak mücadeleleri, gençlik, kadın, yerel yönetimler ve kent politikaları konusunda önemli deneyimler kazandırdı. Bu açıdan demokrasi zeminleri Kürdî siyaset için Kürtlüğünü ezdirmeden farklı halklar ve kesimlerle buluşabilme platformlarıdır. HDP, Kürt halkı için demokratik toplum ideasının pratik politika merkezi olup bu platformların bileşkesi durumundadır. Kürtler, HDP'nin katalizör gücü, Türkiye demokrasinin de önemli aktörüdür.
Kürtlerin demokratik dönüşümünün hem Kürtlerin bir bölümünde hem de Kürtlerin dışında kalan diğer kesimlerde niye anlamsız kılınmak istendiğini anlamak bazen mümkün olmuyor. Kürtler açısından muhtemelen ezilenlerin pedagojisi diyeceğiz buna. Peki Kürt halkının birçok kesimle birlikte omuz omuza mücadele verip büyük bedeller ödeyerek kazandığı demokratik zeminler büyük değişimler yaratmış olsa da her zaman birilerinin bundan rahatsız olmasını neye yormalıyız? Bir toplum, topluluk, hareket demokratik dönüşümden nasıl rahatsız olabilir? Bu rahatsızlığın dibinde politik terimlerle ifade edilemeyen patolojik arızalar olabilir. Yoksa bu rahatsızlıkla yeniden Kürtlerin gerici ve yobaz olması, aşiret içi kavgalarla birbirini kırıma uğratması, birilerinin amelesi olarak kalması, siyasetten uzaklaşarak örgütsüz kalması ve bunların sonucunda kadınların yok sayılıp katledilmesi ve eril şiddetin hâkim olmasını arzulayan nostaljisi mi murad ediliyor? Kürt halkının demokratik mevzilerinin tasfiye edilerek itibar suikastine uğratılması ve HDP üzerinde dönen tezgahların arka planında muhtemelen Kürtlerin birliğini olabildiğince parçalama ve tüm demokratik mevzileri kriminalize ederek marjinalleştirme amacı var. Buna verilecek en güzel cevap hem Kürtlerin içinde hem dışında demokrasiyi daha çok genişletmek olabilir.
HDP ve Kürt halkı ise büyümelerine rağmen hala küçük oynamaya devam ediyor. Yukarıda bahsedilen 3. Yol siyasetindeki aksaklıklar ve HDP üzerinden dönen tezgahlara karşı 21. Yüzyılda hala "Ben de Kürdüm" diyerek buradan bir siyaset devşirmeye çalışmak başta hoşumuza gidebilir. Oysa meselenin başka bir aşamaya geçtiğini görmek lazım. Kimlik ve varlık meselesinden öte asıl belirleyici olan artık kiminle hangi zeminlerde ve nasıl bir siyaset yapılacağına dair karar verebilmek ve bunun siyasetini yapabilmektir. Bu yeni durum, bilinci, stratejisi, kurduğu politik ilişkilerle 'yeni bir Kürtlüğü' zorunlu kılıyor. Dolayısıyla yaşanan kimi krizlerde marjinal ve duygusal tepkiler yerine daha sağduyulu, kapsayıcı ve dönemin politik ruhunu yakalayabilen söylemler üretmek daha doğru sonuçlar doğurabilir.
HDP’ nin Zorlukları
Yazının bu bölümünde HDP'de yaşanan kimi eksikliklere ve zorluklara odaklanacağım. Yakın zaman önce yapılan konferanslarda tartışılmasına ve kimi kararlaşmalar yaşanmasına rağmen kongre-parti (HDK-DTK-HDP) ilişkisinde belli bir istikrarın sağlanamaması yaşanan yapısal zorlukların başında gelmektedir. HDP bir kongre partisi iken özellikle 7 Haziran sonrası kongrelerden uzaklaşan bir tutum sergilemesi toplumsal sorunların çözülmesini engelliyor ve sorunların ömrünü uzatıyor. Bunun birçok nedeni var. Kongrelerle koordineli planlamalar yapılmaması, parti merkezinde ve yerel teşkilatlarda olan yöneticilerin kongre-parti ilişkisini bilmemesi, parti içinde kongreleri itibarsızlaştıran ve kongre karşıtı eğilimlerin ortaya çıkmasına sessiz kalınması gibi durumlar parti- kongre ilişkisi bakımından yıkıcı pratiklerdir. HDP, kuruluş felsefesine aykırı olan bu pratiklere karşı yeni bir direnç geliştirmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir.
Kongreler ise bu konuda yargılayan ve yakınan durumun dışına çıkmakta zorlanıyor. Hem Türkiye’deki parti odaklı siyasal hegemonya hem de iktidarın yargı kararlarıyla yarattığı anti-demokratik uygulamaları da işin içine kattığımızda kongrelerin bu darlığın içinde sıkışıp kaldığı görülüyor. Kongre-Parti arasındaki bu dengesiz durum siyasal kadroların ve aktivistlerin tercihlerini de etkiliyor ve kadro-aktivistler tercihlerini daha çok HDP yönünde yapabiliyorlar. Bu uzun vadede sürdürülebilir bir durum değil elbette. HDP ve kongreler bunu aşabilecek kapasiteye sahiptir.
Yaşanan temel zorluklardan bir diğeri partinin, parti kadrolarının ve siyasetçilerin kriminalize edilmesi, baskılanması, gözaltı ve tutuklamalarla siyasetin dışına itilmeye çalışılması karşısında politika üretememek ya da bunu "bedel" adı altında normalleştirmektir. Binlerce siyasetçisinin, seçilmiş milletvekili ve belediye eş başkanın cezaevinde olmasına rağmen cezaevi koşulları dışında politika üretilememesi ve diplomasinin yetersiz kalması tabanda bir kırılganlık yaratmaktadır.
Bileşen hukuku herkese bir koltuk verme olarak algılandı. İlkesel kimi ortaklaşmaların yeniden tartışılması ve güncellenmesine ihtiyaç olduğu çok açık. İnanç kimlikleri açısından da bir denge sorunu yaşanmaktadır. Bu konu başlı başına tartışılması gereken bir konu iken HDP’de gündem olamaması, HDP’nin toplumsallıktan uzaklaşan politikalarının bir sonucudur. İnançları temsiliyetle sınırlı tutmayan ve inanç cemaatlerinin kendi öz örgütlülüğünü koruyup büyütebilecek şekilde HDP’ nin içinde yer almaları sağlayacak olan bir politikanın olması gerekiyor. Yine Kürt muhafazakar kesimlerinin HDP'deki temsiliyetinin güçlendirilmesi ve Demokratik İslam çalışmaları bir şekilde Kürtler açısından Kürt ulusun bölünmesini engelleyebilecek hayati adımlardır. Kürt muhafazakarlarının ihmal edilmesi halinde (ki yıllarca Kürt muhafazakarları üzerinden bir çok oyun tezgahlandığını biliniyor) sistem içi partilerin ilk kanca atabileceği kesimler olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Bunun dışında kitlelere karşı propaganda dilinin soğuk savaş terminolojisini aşarak yeni yaşamla uyumlu olabilecek söylemlerin tercih edilmesi de ön açıcı olabilir. Özgüvenin hakim olduğu haklı olma bilinci ile söz kurmak, kötümserlik yerine iyimserliği arzulayarak yeni yaşamın umuduyla birleştirebilmek, bunun politikasını yapmak ve savunmak daha rasyonel olabilir. Bu anlamda HDP’li solcuların ve Kürtlerin yıllardır "Hesap vereceksiniz" demekten vazgeçip daha politik bir dili tercih etmeleri siyaseten daha sonuç alıcı olabilir. Kaldı ki bu ülkede bugüne kadar kimsenin hesap vermediği bilinen bir şey. Sonuç alınamıyorsa demek ki sözü başka bir yerden kurmak gerekiyor.
Kısa vadede kitlelerin arzularını okşayan ama sonuç alamayan bu tarz-ı siyaseti uzun vadede sorunlara çözüm olamadığı için yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Hesabı düzeltmenin yolu insanlara yeni faturalar çıkarmaktan öte sistemin köklü olarak onarılması, derinlikli bir politikanın kararlı ve tutarlı bir şekilde savunulması ve toplumun örgütlendirilmesinden geçer. Salon toplantıları örgütlenmek değil, toplanmaktır. Örgütlenmek ise yüzünü halka ve topluma çevirebilmektir. Seçimden seçime halka gitmek ne HDP’nin geleneklerinde ne de 3. Yol siyasetinde yoktur.
Yine yakıcı bir mesele olarak savaştan kaynaklı yıkımın olduğu kentlerde halkın yaşadığı sorunlar tutulan raporlarla sınırlı kaldı. Sorunların çözümünden çok sorunların tahlil edilmesiyle sınırlandıran ve süreklileşen rapor fetişizminin HDP’de siyasal tarza dönüştüğü söylenebilir. Binlerce insan göç etmek zorunda kaldı, binlercesi hala kirada; evlerine, arsalarına ve iş yerlerine hukuksuzca el konuldu. İnsanlar kendi evlerinde ve arsalarında borçlu hale getirildi. Özellikle yıkımın olduğu kentler, Sur başta olmak üzere yandaş sermaye grupları için büyük bir rant odağı haline geldi. Buradaki hukuki sorunlar, haksızlık ve adaletsizlikler almış başını gidiyor. Kaldı ki bu insanların neredeyse tümü HDP seçmeniydi.
Bu mesele belki de HDP'nin ve Kürt demokratik siyasetinin en çok yoğunlaşması gereken meselelerin başında gelmesi gerekirken buradaki toplum savunmasız bırakıldı ve mevcut sorunlar gündemleşmedi. HDP, ana akım medyada sürdürülen HDP’siz tartışmalara içerlemesi yerine ya da neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan Doğu Perinçek’i muhatap alarak hash tag coşkusuna umudu bağlaması yerine yüzünü bu kentlere çevirip büyük bir örgütlenme ve dayanışma ağını kurabilmeli. Yine korona günlerinde milyonların devasa sorunları karşısında dayanışma ağlarını örebilmeli ve siyasetteki suni gündemlerin peşinden giderek değil halkın canlı gündeminin sesi olabilmeli.
Hdp ile ilgili güncel tartışmalarda HDP'yi atomlarına ayırarak birilerini "kahraman" diğerlerini "ihanetçi" ilan etmekle bir yere varılamaz. Programa ve kurucu felsefenin dışına çıkmaya başlayan gündelikçi siyaset bu tartışmaların temel nedenidir. Temel anlatıdan kopunca devasa toplumsal sorunlar değil, kişiler konuşulur. Bu durum sonuçların, kurucu felsefeye, ilkelere ve fikriyata hakim olmaya başlamasıdır. HDP kişilere odaklı siyaseti değil programa dayalı kolektif ve katılımcı siyaseti esas alabilmelidir. Bu tartışmalar HDP üzerindeki çıplak şiddet göz ardı edilmeden kapsayıcı bir perspektifle ele alındığı oranda değerli olabilir.
Sonuç
Egemen siyaset, hakim sınıfların bürokratik ve tepeden alınan çıkarlarına odaklanan basit bir faaliyettir. Bu siyaset için klasik temsili sistem kâfidir. Ancak, ayrımcılığa, şiddete ve baskıya maruz kalan "ötekiler" için siyaset basit bir etkinlik değil hayatın tam da kendisidir. Ötekilerin, yaşamın her alanında siyasetin öznesi olması bir zorunluluktur. HDP’nin kendisi ve siyasal tabanı böylesi bir siyasetin mirasını taşıyor. Bu anlamda ne kadar baskılansa ve eleştirilse de Türkiye'deki siyasal krizin kapısı olmasının yanısıra hem Kürt halkının hem de yeni solun adresi HDP’ dir. HDP belli bir kesimin ya da sadece bir halkın partisi değil halkların, ezilenlerin ve çok geniş kitlelerin katılımcı siyaset ile kurdukları çok bileşenli bir partidir. İktidarın ayrıştıran politikası ve konjonktürel durum zaman zaman HDP’nin kafasını karıştırsa da HDP tabanı, bileşenler ve kongreler bu konuda oluşan kafa karışıklığını kollektif bir ruhla giderebilecek politik dostluğu, yoldaşlığı, halklaşma ve toplumsallaşmayı mutlaka yaratacaktır.