'I Can't Breathe!' Hareketi Üzerine
Oktay Cansın EMİRAL
Geourge Floyd’un bir polis personeli tarafından öldürülmesi sonucunda başlayan toplumsal protesto hareketi ABD’nin birçok bölgesine yayılmış durumda. Böylece sosyal medya üzerinden iletişim kurarak çok hızlı şekilde toparlanan sivil toplumun gerçekleştirdiği toplumsal hareketlere bir yenisi daha eklenmiş oldu. 17 Eylül 2011'de yaşanmış "Wall Street’i İşgal Et" toplumsal eyleminden sonra ABD’de karşılaşılan en geniş kapsamlı toplumsal harekete tanıklık etmekteyiz. İçerisinde bulunduğumuz 2020 yılının Mayıs ayında Geourge Floyd’un ölümünün ardından ABD’de gerçekleşen "I Can’t Breathe!" toplumsal hareketi önümüzdeki yüzyılın siyasetine damgasını vuracak kadar etkili oldu.
"I Can’t Breathe!" toplumsal hareketine ilk katılan sivil toplum üyelerinin temel motivasyonları ırkçılık karşıtlığı ve şiddet karşıtlığı olarak ortaya çıktı. Daha sonrasında ise ekonomik eşitsizliklerden rahatsızlık duyan kesimler, pandemi sürecinde verilen sağlık hizmetlerinden şikayetçi olan kesimler, Trump karşıtı olan ideolojik kesimler, çevre meselelerine duyarlı kesimler, cinsiyet eşitsizliklerinden rahatsızlık duyan kesimler "I Can’t Breathe!" toplumsal hareketine katılarak protestolarının etkisinin artmasını sağladı.
Protestocuların Beyaz Saray yakınlarındaki bir kiliseyi ateşe vermeleri üzerine Başkan Trump kiliseyi ziyaret etti ve elinde bir İncil ile protestocuların en sert şekilde önleneceğini söyledi. Bu davranış üzerine Kilise aniden tepki gösterdi ve Trump’ın dini siyasete alet ettiğini duyurdu.
ABD’de yaşanan protesto hareketlerini yanlış ve kötü olarak nitelendirmek mümkün değil. Demokratik ülkelerde toplumun tüm eylemleri haklı, doğru ve iyi olarak nitelendirilir; çünkü önemli bir toplumsal kurum olan siyaset alanları her daim toplumun hizmetindedir. Toplumsal eylemler sonrasında yeni bakış açıları, yönelimler, toplumsal açıdan fayda sağlayan siyasi metotlar devreye girerek demokrasinin işleyişini hızlandırır.
Amerikan toplumunun siyasi kültüründe özgürlüğün ve eşitliğin herkes için güvenilir olduğu bir toplumu yaratma ideali en etkili hedeftir, erektir. ABD’de yurttaşlar ekonomik açıdan diğer ülkelerden daha iyi durumda olduklarını bilseler de özgürlük ve eşitlik idealleri uğruna en sert protestoları ve eleştirileri gerçekleştirmekten geri durmazlar.
Her toplumda olduğu gibi ABD toplumunda da hüküm süren bazı yasaklar vardır. Ancak bu yasaklar demokratik işleyişin etkin olması dolayısıyla zamanla aşılarak özgürlük ortamı çok hızlı olarak tesis edilir. 20. yüzyılın başlarında ABD’de kadınların seçme ve seçilme hakkının anayasal olarak tanınmadığı dönemde kamuya açık alanlarda siyasal konularda fikir beyan eden kadınların üzerinde müthiş bir toplumsal baskı oluşuyordu. Erkekler siyasal meselelere ilgi duyan kadınları erkek gibi siyaset yapıyor diyerek kınarlardı. Bu toplumsal baskılar uzun sürmedi ve kadın hakları temsilcileri toplumsal eylemler düzenleyerek seslerini duyurmayı başardılar. Kadın hakları savunucuların gerçekleştirdiği toplumsal eylemler neticesinde 20 Ağustos 1920’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı anayasal olarak verildi.
ABD’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi siyasal olarak bir çok anlam ifade etti; bunların içerisinde en anlamlı olanı siyasal kamunun niceliksel olarak genişleyip demokrasinin bir üst seviyeye ulaşmasıdır. Siyasal kamuda yaşanan gelişme sonucunda ABD hukuk devleti formundan sosyal devlet formuna evrildi ve özgürlük ile eşitlik idealleri bir nevi gerçekleşti.
Günümüzde ABD’de siyasal kamunun niceliksel olarak daha da genişlemesi pek mümkün olmayabilir; fakat niteliksel olarak gelişebilecek bir çok özgürlük alanının olduğu açıktır. Kürtaj meselesine dair tartışmalar, eşcinsel evliliklerin yasallaşması, siyahi yurttaşlara karşı yapılan ayrımcılıklar, islamofobi gibi meseleler siyasal kamunun niteliksel olarak gelişmesini sağlayabilecek temel konular olarak Amerikan kamuoyunda tartışılıyor. Bu özgürlük alanlarının sorunları demokratik olarak çözüme kavuştuğunda bir siyasi gelişme kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir.
Önümüzdeki Kasım ayında ABD’de seçimler var. Bu konularda çözümler yaratabilecek parti kaçınılmaz olarak iktidarı kazanacak ve belki de 4-5 dönem iktidarı elinden bırakmayacak.
Cumhuriyetçilerin başkan adayı yine Trump olacak ve karşısına Demokrat bir aday çıkacak. Demokrat Parti’nin böylesi zor konularda çözüm üretme kabiliyeti çok iyi ve geçmişte de benzer konularda çözümleri sağlayan parti olarak seçimlerde şansı oldukça yüksek.
Demokrat siyasetçi Bernie Sanders adaylıktan geçen haftalarda çekildi ve Joe Biden’ı destekleyeceğini duyurdu. Joe Biden Demokrat Parti’nin ideolojisini üzerinde oldukça iyi taşıyan bir önder. Son zamanlarda yaşanan birçok hadise seçimlerde kazanma sansını arttırdı.
Demokrat Parti’nin ABD’de seçimleri kazanması ile birlikte tüm dünyada 'azgın' bir demokrasi fırtınası eseceği beklenmekte. Devlet, siyaset, toplum gibi kurumların köklü değişiklikler geçireceği bir dönem başlıyor diyebiliriz. Devlet ile yurttaş arasında süren ilişkiler özgürlük ve eşitlik lehine değişecek ve de kaçınılmaz olarak demokratik devletlerin yurttaşlarının refah seviyeleri buna bağlı olarak artacak.
Sonuç olarak ‘‘I Can’t Breathe!’’ hareketi ABD toplumunun hedeflediği ideallere ulaşmasında etkili bir faktör oldu. Amerikan siyasetinde toplumsal ittifaklar çok bariz bir şekilde kendisini hissettirmiştir. ABD’de orta sınıf yurttaşlar genellikle üst sınıflar ile ittifak kurarak siyasi iklimi belirlemiştir. Gelecek dönemde orta sınıfın alt sınıf ile önüne geçilmesi imkansız bir ittifak kuracağı yaşanan toplumsal hareketlerden anlaşılmaktadır. "I Can’t Breathe!" hareketi toplumsal sınıfların birbirine kenetlenmesinin ifadesi oldu ve tüm dünyada orta sınıf ile alt sınıfların birleşmesine örnek teşkil edecek.