İran’ı kim yönetiyor?

İran’ı kim yönetiyor?
Devrim sonrası ipleri eline alan Ayetullah Humeyni demokratik söylemlerden uzaklaştı. Sonrası malum, teokratik bir yönetim modeli ortaya çıkıverdi.

Ömer ÇİFTÇİ


Devrim sonrası İran, hem içeride hem de dışarıda okların üstünden atamadığı sancılı bir süreç yaşamaktadır. Bugün İran’da ötekileşen-ötekileştiren ya da yöneten-yönetilen ilişkisi açısından otorite ve halk oldukça mutsuz bir poz veriyor.

Ülkedeki kadınlar, işçiler, gençler, politik baskıdan bıkanlar, kısacası düzenden memnun olmayan kesim, artık eskisinden daha çok sokakları yoklamakta, daha fazla sesini gür çıkarmaya çalışmaktadır.

Bir yandan da başkent Tahran’ın çeperindeki etnik kimlik çeşitliliği, İran yönetimi için hep korkutucu ve endişe edici olageldi. İslam Devrimi’nden sonra, etnik çeşitliliği oluşturan kesime vaat edilenler karşılanamadı. Uygun görülen hak: baskı, şiddet, sindirme, cezalandırma, ötekileştirme oldu

Devrim sırasında demokratik bir düzenden bahsedilirken, devrim sonrası ipleri eline alan Ayetullah Humeyni demokratik söylemlerden uzaklaştı. Sonrası malum, teokratik bir yönetim modeli ortaya çıkıverdi.

Böylece Şii mezhebinin tarihinde ilk kez siyasi makam ve dini konum; tek bir adamla, tek bir pozisyonda birleştirildi. Bu nedenle, modern İran İslam Cumhuriyeti’nin Safevilerin bir uzantısı olduğu varsayılıyor.

ASLINDA ÜLKEYİ YÖNETEN KİM?

Dünyanın birçoğu ülkesinde yönetimin en tepesinde, halk tarafından seçilmiş bir devlet başkanı olurken, İran yönetiminin en tepesinde bir dini lider olan "Rehber-i Muazzam" denen Büyük Ayetullah bulunuyor. Yani İran’da devlet başkanlığı (cumhurbaşkanı) en üst makam değildir.

İran Anayasası’na göre, Şiilerin 12. İmamı Mehdi’nin ortaya çıkmadığı süre içerisinde İran’da onun temsilcisi ve onun adına yönetim yetkisi Veli-i Fakih’in (Dini Rehber) sorumluluğundadır. Bu demek oluyor ki, İran’daki her konuda ilk ve son sözü söyleyen kişidir ve seçilmiş cumhurbaşkanının üstünde tek karar merciidir.

İran devlet başkanının üzerinde dini lider Büyük Ayetullah ve onun yakınındaki bir grup elit molla ve müçtehidin güçlü denetim ve idari yetkileri var. Ülkede demokratik bir düzen görünüyor olsa da, ülkenin bütün kritik kurumları dini lider Büyük Ayetullah’ın ve etrafındaki müçtehitlerin kontrolünde bulunuyor. Buna demokrasi demek çok zor. Teokratik bir yönetim modeli etrafında çok zayıf ve etkisi yok denilecek kadar demokratik bir anlayıştan bahsedebiliriz.

Ülke atanmışların ağırlıkta olduğu sistem, seçimle işbaşına gelenlere kısıtlı bir hareket alanı veriyor. Halk tarafından seçilen meclisin üyeleri veya cumhurbaşkanın ötesinde devletin tüm kurumlarında son sözü kritik yetkilerle donatılmış olan dini lider Büyük Ayetullah söylüyor. Demokrasinin üstünü bir çizikle hepten yok edilmiş oluyor.

Şimdiye kadar yani 1979 İran İslam Devrimi’nden itibaren en üst tepede duran sadece iki kişi yer aldı. Biri 1979 yılında devrimin mimarı Ruhullah Humeyni’dir. Bir diğeri ise, 1989’da Humeyni’nin ölmesiyle yerine geçen Ali Hamaney’dir. Kendisi bugün hala hayattadır. Liderin vefatı halinde halefi, Uzmanlar Konseyi tarafından belirleniyor. Konsey, dini lideri denetleme hakkına sahip olsa da, fiiliyatta otoritesi sorgulanmıyor.

Ali Hamaney, ülkenin bütün bürokrasisini, ideolojik ve idari komiser olarak kontrol altında tutan 2000 mollanın başı konumunda. Ali Hamaney, rejimin en üst makamı olan "Velayet-i Fakih" kurumunu temsilen ülkeyi "Veliyy-i Fakih" sıfatıyla idare ediyor.

1979 devrim anayasası, Ali Hamaney’e çok büyük ve kritik yetkiler vermekte. Kara, deniz, hava kuvvetleri ile devrim muhafızlarının komutanlarını atama ya da gerekli gördüğü anda görevden alma yetkisine de sahip. İran’ın yüksek yargısının yönetimini, devlet televizyon ve radyolarının yöneticilerini, medya organlarının yöneticilerini ve cuma hutbelerinin imam hatiplerini de yine Ali Hamaney atıyor. Saydığımız bu yetkiler sadece bir kaçıdır.

ÜLKEDEKİ EN KRİTİK KURUM

İran’da bütün her şey rejime göre şekillenmiş durumda. Bir Anayasayı Koruma Konseyi var ki, rejimin korunması amacıyla muhafazakar kimliğinden asla ödün vermiyor.

Örneğin, mecliste kabul edilen herhangi bir yasa tasarısı, Anayasayı Koruma Konseyi’nin onayına takılmaması gerekir. Çünkü İslami şeriata aykırı görülen yasaları veto etme yetkisine sahip. Bu şekilde halk tarafından seçilen meclis üyelerinin çıkardığı herhangi bir yasa tasarısı rejimin kurallarına uymuyorsa Anayasayı Koruma Konseyi tarafından reddedilmiş oluyor. Yani muhafazakarca düzenlenmemiş bir kanunun geçmesi çok zordur.

Peki, o zaman devlet başkanlığına, parlamentoya (Meclis) ve Uzmanlar Meclisi’ne, aday olmada hangi ölçütlere bakılır? Adayların dindar olup olmaması, dini lider Büyük Ayetullah ve rejime olan bağlılığı gibi hususlara bakılır. Konsey üyeleri gerçek anlamda dini lider Büyük Ayetullah’ın seçilmesini istediği kişilerden oluşuyor. Halk sadece önüne getirilen isimler arasından seçim yapabiliyor. Bu durum, halkın iradesine ve demokrasinin işleyişine darbe vurulmuş oluyor. Hal böyle olunca, tüm kurumlarda muhafazakarların baskın olduğu bir ülke karşımıza çıkıyor.

Anayasayı Koruma Konseyi kimlerin seçime girip kimlerin seçime giremeyeceğine karar vermesi, ne seçme ne de seçilme özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Tüm sistem faklı aparatlar ve kurumlar vasıtasıyla direkt dini lider Büyük Ayetullah’ın iradesine göre şekilleniyor.

Özetle Anayasayı Koruma Konseyi, İran Meclisi’nde kimin yer alıp, yer almayacağını belirliyor. Rejime sadık olan kişiler belirlendikten sonra ya da başka bir deyişle seçilecek olan adaylar elekten geçirildikten sonra halka sadece seçmek kalıyor. Rejimin var olan sistemine dudak büken ve razı olmayanlar ise kendilerini sokaklara attığını biliriz.

YÖNETİMİN YÖNETENLER ÜZERİNDEKİ BASKI VE DENETİM AYGITLARI

Rejimin, halk üzerinde baskı olarak kullandığı araçlardan bir tanesi de Devrim Muhafızları Ordusu (Pasdaran)’dur. Sayıları 125 bin kişiden bahsedilen Devrim Muhafızları Ordusu İran’daki rejimin ayakta kalmasında önemli bir rol oynuyor. Ülkenin normal ordusu (arteş) sınırları koruyup iç ve dış güvenliği sağlarken, Devrim Muhafızları Ordusu (pasdaran) ülkenin rejimini koruma ve kollamakla görevlidir. Pasdaran, 1979 İslam Devrimi’nden sonra Ayetullah Humeyni tarafından, ABD’deki "National Guard" benzeri olarak kuruldu. Ancak Irak-İran Savaşı Pasdaran’ı geleneksel savaş gücüne de sahip bir orduya dönüştürdü. Günümüzdeki yapısını Kızılordu’ya benzetenler de var.

Pasdaran’ın ülke politikasındaki ağırlığı ise, eski ılımlı devlet başkanı Hatemi’ye karşı açık bir politik muhalefet olmaya başlamasıyla oldu.  Biraz geriye gidersek eğer, 2004 seçimlerinde Meclisin 290 koltuğundan 16’sını Pasdaran emeklilerinin kazanmasıyla görülmemiş boyuta yükselmişti. Ali Hameney de, bu tarihten itibaren eski Pasdaran komutanlarını ülkenin bütün kritik makamlarının başına atamaya başlamıştı.

Pasdaran, politikanın yanı sıra ülke ekonomisinin de en etkin gücü konumunda. Kara para piyasasından stratejik endüstrilere kadar birçok ekonomi sektörü Pasdaran’ın kontrolü altında.

Pasdaran’ın en vurucu gücü ise "Kudüs Gücü" denilen paramiliter yapılanmasıdır. 1000 kadar kişiden oluşan bu seçkin örtülü güç, İran’ın bazı dış ve komşu ülke örtülü operasyonlarını yürütüyor.

Bir diğer baskı ve denetleme işlevi gören rejimin polisi Besicler’dir. İran rejiminin ikinci kolluk gücü, önceleri fiilen, 2007 yılından itibaren ise resmen Devrim Muhafızları Ordusunun komutasında olan bir milis güç halini aldı. Ülke genelinde yüz bin civarı olan Besicler, rejim taraftarı gönüllülerden seçiliyor. Besicler, Devrim Muhafızları tarafından eğitilen gönüllüler ordusudur.

Besicler, İran-Irak savaşı sırasında şanını ve gücünü ispatladı. İran ordusuna yaptıkları hizmetlerinden dolayı, halkın İslami rejime bağlılığını ve yaşayışını denetleyen bir tür rejim polisi gücüne dönüştü.

Gazeteci Fehim Taştekin’in dediği gibi "Rejimi savunan, toplumun farklı katmanlarını içerden yönlendiren, sisteme adam devşiren, mahalleyi gözeten, ahlak zabıtalığı yapan, deprem gibi felaketlerde kurtarma ekipleri olarak devreye giren, insani yardımları organize eden, gösteriler olduğunda aniden müdahale gücüne dönüşen Besic, sisteme bağlılığın yanı sıra statükoya bağımlılığı sağlayan bir mekanizma."

Bugün İran’da iş bulamayanlar rejime sadakatini göstererek Besic oluyor. Ellerinde sopa ve coplarla, rejime aykırı giyinen, davranışlarda bulunan, toplanan halkı sindirmekle meşgul oluyorlar. Neredeyse tüm kurumlarda Besic’in büroları vardır. Rejimin kurallarını uyguladıkları için maaşları oldukça dolgundur.

Öne Çıkanlar