Kadın katilleri arkasına yozlaşmış ahlak sistemini alır, hukuki durumu hesap eder
Oğuzhan SÖNMEZ
Her bayram zehirdir, külfettir bana. Sabah gözümü yine riyakarlık ve felaket kokan bayram havasına açtım. İçimde yine her zamanki sıkıntı hiç şaşmaz zaten derken felaketlerin en büyüğünün haberini aldık. Zeynep katledilmiş... 22 yaşındaydı daha, annesi yüzüne bakmaya kıyamazdı kızının. Daha bir hafta olmadı yaşadığım yerde 17 yaşında Ceren'i pompalı tüfekle katletmişti caniler. Caniler diyorum çünkü kadın cinayetlerin faili tek başına katil değildir. Katil, cinayetini işlemeden önce arkasına yozlaşmış ahlak sistemini alır, hukuki durumu hesap eder, eş dost baskın kültürden gerekli desteğin gelmesini bekler, hastalıklı beyninde planını netleştirip harekete geçer. Anlık olarak toplumsal tepki geleceğini hesap etse bile cinayetten sonra sırtının sıvazlanacağını bilir, bu toplumsal kod katilin belleğinde çoktan yer etmiştir.
Ben sizlere içimi döktüğüm bu yazımda, güzeller güzeli Zeynebimizden değil, katil Ahmet'ten bahsedeceğim. Her ne kadar iki yüzlü medya ve yozlaşmış hukuk zihniyeti katilin ismini A.K diye belirtip fotoğrafını buzlasa da ben bütün çıplaklığıyla teşhir edeceğim bu zatı. Ömrü boyunca kaçamayacak, saklanamayacak, işlediği cinayetten yakasını kurtaramayacak. Ordu'da katledilen Cerenimizin katili de zamanında ifşa edilseydi, daha önce işlediği suçlarda ismi kısaltılıp saklanmasaydı, yeni kurbanını bulması için tekrar aramıza salınmazdı belki de...İçinizden kimi 'medya ve bürokrasi' neden bu dili ve yöntemi tercih ediyor diye merak edenler için söyleyeyim. Onlara göre Katil aslan parçasının(!) daha yaşayacak bir hayatı vardı. Bir anlık gafletti, öfkesine hakim olamamıştı, herkesin başına gelebilirdi. Bu sebeplerle teşhir edilmesi söz konusu bile değildi onlar için. Yazımın bu kısmını Friedrich Nietzsche'nin sözleriyle noktalamak istiyorum.
’’Kutsal kitaplarda çokça adı geçen şeytan gerçek dünyada size ahlak dersi veren bir yobazdan başka bir şey değildir."
Güçlü kuvvetli, erkek gibi erkek Ahmet'e gelelim şimdi. Ben Muğlada'ki öğrencilik hayatımda boksa merak sarmıştım. Bir sene iki farklı spor salonunda boks antremanlarına gittim. Ahmet Kemaloğluyla yolumuz hiç kesişmedi; fakat adını çok duyuyorduk. Milli takıma seçilmişti. Çok güçlüydü, çevresi hep kalabalıktı, sahip olduğu kas gücüne ve fiziksel avantajına dayanarak etrafındaki her nesnenin, canlının sahibiydi kendince. Zeynebimizi de öyle görüyordu muhtemelen. Döverdi, söverdi, her türlü aşağılık eylemde bulunurdu, sıkıysa ayrılsın, sıkıysa kendisinin onaylamadığı herhangi bir arkadaşı olsun, sıkıysa bir birey olarak kendi hayatında söz sahibi olmak istesin. Mümkün müydü böyle şeyler? Boksör sonuçta beyefendi, vurduğunu indirir yere. Ben Ahmet Kemaloğlu'yum, istediğim her şeyi yaparım, gezerim, tozarım, aldatırım, erkek arkadaşı olan kadınları bile rahatsız ederim, yeri gelir taciz ederim. Ailesi, yakınları sıkıysa rahatsız olsun, benim adresim belli, gelsinler bakalım. Hele bir de Zeynep benden habersiz nefes almaya kalksın, sonuçlarına katlanmak zorunda.
İfadelerim biraz ağır olacak farkındayım ama hakikat karşımızda ve bize bakıyor, gözlerimizin içine içine hem de. Görünen o ki, bu ülkede öldürmeye ve yok etmeye programlanmış daha çok 'erkek var ve içlerindeki ezik kapris duygusunun yüzeye çıkmasını bekliyorlar. Sık sık gündeme getirilen İstanbul Sözleşmesi tartışması 13 yaşındaki kız çocuklarının evliliği, mağduru tecavüzcüsüyle evlendirip tecavüzcüyü aklama girişimleri gibi şeyleri bütün bu yaşadıklarımızdan ayrı tutamayız. Son on yılda saldırıya uğrayan, katledilen kadınların sayısını gördüğümde, böyle bir şey sadece savaşlarda olur demiştim. Şimdi daha iyi anlıyorum, bir savaş veriliyor ve bu savaşın bir çok cephesi var. Bize düşen ise bu katil sürüsüne yoldaşlık yapmamak, cehalete boyun eğmemektir.
Unutmayalım ki kurtuluş yok tek başımıza, ya hep beraber ya hiçbirimiz.
*Hukuk Fakültesi öğrencisi